Farklı yaşam tarzlarıyla, tarih ve kültür birikimiyle, dinamizmiyle İstanbul ne zamandır dünyanın konuştuğu bir şehir. Her an sürpriz bir patlamaya hazır gibi.
İstanbul Tasarım Haftası, İstanbul Fashion Lab gibi etkinlikler bu beklenen patlamanın işaretleri. Peki bu patlama gerçekleşecek mi?
Gerçekleşecekse ne zaman?
İstanbul Modern’de ağustos ayı başlarına kadar ilginç bir sergi var: "Tasarım Kentleri 1851-2008." Sergiyi ilk açıldığı gün gezdim. Dünyadaki çeşitli tasarım müzelerinden objeler biraraya getirilmiş.
Aralarında tamamıyla hayatımızdan çıkanlar da var, Thonet sandalyesi gibi klasikleşip kullanmaya devam ettiklerimiz de.
Serginin konsepti gördüğümüz tasarımlarla farklı bir yön alan şehirler üzerine kurulu. Küratör Deyan Sudjic sergiyi 1851 yılı Londra’sında başlatıyor. Sırasıyla Viyana, Dessau, Paris, Los Angeles, Milano, Tokyo’ya yer verdikten sonra yine Londra’da sona erdiriyor.
"Dessau nereden çıktı" diyeceksiniz? Almanya’nın bu küçük şehri dünyanın en ünlü tasarım okulu Bauhaus’a kucak açtığı için sergide. Aynı zamanda 1999’dan beri Unesco’nun "dünya miras alanları" listesinde. Tasarım tek başına 1928 öncesi adı sanı duyulmamış bir şehrin kaderini nasıl değiştirmiş.
Özgün kimlik yeterli mi
Sergiyi gezerken kafamdaki sorular tabii ki İstanbul üzerinde düğümleniyor. İstanbul bu serginin haritasında nerede?
Farklı yaşam tarzlarıyla, tarih ve kültür birikimiyle, dinamizmiyle İstanbul ne zamandır dünyanın konuştuğu bir şehir. Oya Eczacıbaşı’nın sergi kataloğundaki önsözünde belirttiği gibi "küresel tekdüzeliğe karşı özgün kimliğiyle öne çıkıyor". Her an sürpriz bir patlamaya hazır gibi.
"İstanbul Tasarım Haftası", "İstanbul Fashion Lab" gibi etkinlikler bu beklenen patlamanın işaretleri.
Peki bu patlama gerçekleşecek mi? Gerçekleşecekse ne zaman?
Sabırsız sorularımı
gazetedeki komşum Reha Erdoğan’a soruyorum. Hürriyet’in görsel danışmanı Reha Erdoğan başarılı bir tasarımcı aynı zamanda.
Örneğin "vantuzlu sandalyesi" tasarım avcısı Mel Byars’ın "Yeni Sandalyeler" kitabına girmiş.
Şimdilerde hamam nalının modern bir versiyonu üzerinde çalışıyor. Tasarımını gösterdi. Son derece yaratıcı.
Reha Erdoğan’a bakarsanız, son yıllarda büyük şirketler tasarıma önem vermeye başladığı için bu alanda önemli bir hareketlenme var. "Önceleri yurtdışındaki tasarımlar taklit ediliyordu. Şimdi yurtdışı kompleksimizden arınmaya başladık. Türk tasarımcılara güven duyulmaya başlandı."
Dubai mi, İstanbul mu
Sorularım bu kez Gaye Çevikel’e. Çevikel, ABD’nin en çok tanınan beş tasarım markası arasına girmeyi başarmış Gaia&Gino’nun yaratıcısı. Markayı yaratma sürecindeki sancılarını iyi biliyorum.
Dünyanın önde gelen tasarımcılarıyla çalışıyor. En son Milano Tasarım Fuarı’ndan Arik Levi’nin Gaia&Gino için tasarladığı ürünle ödülle dönmüş. Çevikel dünyanın tasarımda arayış içinde olduğunu ve "aradığı enerjinin dünyanın bu bölgesinden çıkacağına inanıyor".
Ama İstanbul yerine dudaklarından Dubai sözcükleri dökülüyor. Dünyanın en ünlü tasarımcılarının, mimarlarının buluşma yeri Dubai. Tasarım okulları peş peşe açılıyor.
Peki ya İstanbul? "İtalya’daki gibi üniversite sanayi işbirliği yapılırsa ileride tasarım merkezi olması mümkün" diyor. O da Reha Erdoğan gibi kendi kültürümüze çağdaş bir yorum katmaktan yana. Çevikel, şimdi 2010 Milano
Fuarı için Gaziantep ve Mardin’den esinlenen tasarımları sergilemeye hazırlanıyor. Tasarım dediğiniz uzun soluklu bir iş.
İstanbul mutlaka günün birinde "tasarım kenti" noktasına gelecek. Ama henüz değil.