Tarlabaşılı Emrullah



“Bu da geçer bu da geçer, alışmalısın dayanmalısın.” Emrullah’ın cep telefonunun bekleme müziği böyle. O duyup da “Alo” diyene kadar İbrahim Tatlıses “çaresizce” ve da’ları ayırmadan söylüyor: “Buda geçer, buda geçer!” Telefon açılıyor, buluşuyoruz. Emrullah Bulut güleç, efendi suratlı, genç bir adam, 29’unda. Fotoğrafçı arkadaşım Erhan’la onu takip ediyoruz. Başlıklarla spotlar birbirini tutmuyor. Evsizlik diye başlayıp işsizliğe geçiyor. Geçim derdi deyip mahkemeye atlıyor. Evine geliyoruz.

Mahallenin adı Çukur!

Rutubet kokusuyla çarpışıp bir kat çıktıktan sonra kilitsiz bir kapıyı aralıyor Emrullah ve bizi buyur ediyor. İki oda bakla sofa, yoksul bir Mardin evi. Etraf tertemiz. Gözüm, fotoğrafları çıplak sarı duvarları süsleyen, küçük kızı ve annesini arıyor. İşleri varmış. Emrullah’ın satır araları da birbirinden kopuk. “Hanımın haberle işi olmaz. Bizim oralarda ayıptır” diyor. Emrullah İstanbul’a geldiğinde 10 yaşındaymış. Neyin onu buraya getirdiğini öğrenemiyorum. Soruları ben soruyorum ama o Erhan’a dönüp anlatıyor.

Tarlabaşı’na ilk geldiğinde başkalarının yanında çalışıyor Emrullah. Sonunda midyeciliği iş ediniyor. Artık zabıta işi sıkı tutuyor, müşteri de midye tüketmiyor. Emrullah sözleşmeli olarak bir şantiyede bir buçuk ay çalışacak. Şantiye Beylikdüzü’nde, iki vesait değiştiriyor. 650 TL kazanacak. Şayet iş yeri yakın olsa, midyeye de çıkabilecek ama namümkün. Bazen de geceleri alışveriş merkezinde hamallık yapıyor. “Gece çalışınca gündüz çok susuyorum, oruç tutamadım yoksa elhamdülillah yani” diyor. “Eşimle 2003’te evlendik. İşin doğrusu, o 13 yaşındaydı. Kaçırdım. 2005’te askere gittim. Dönüşümde yemin etmiş, ‘bir daha Tarlabaşı’nda yaşamam’ demiştim. Tarlabaşı pislik bir yerdir. İnsanlar yoldan çıkmış.”

Askerden dönünce Yeni Sahra’ya yerleşmişler. Şanssızlık bu ya evleri yanmış. Tekrar Tarlabaşı’na yerleşmişler. Önüme yığdığı kağıtları tek tek gösteriyor. Dilekçe, tahliye tebligatı, fakirlik kağıdı falan... Birinin arkasında “kira: 300, elektrik: 200, su: 100” yazılı. Bir de alt alta toplanan dört tane 500 TL var. Birikmiş borç çetelesi önde, “İşgal ettiğiniz evden derhal çıkın. İmza belediye” yazan uyarı arkada. Emrullah soruyor: “Niye haber yapmaya geldiniz?” Evleri yıkılacak insanların nereye gideceğini merak ettiğimi söylüyorum. “Nereye gideceğiz? Gariban olmasaydık yaşar mıydık burada? Buralar aynen Taksim gibi olacak. Yıkıp güzellerini yapacaklar. Tarlabaşı cenabet bir yer ama insanlar aç mı kalsınlar, mecburiyetten çalıyorlar. Ne için yaşıyorum bu hayatta, namusum şerefim olmadıktan sonra. Fakirsen her türlü rezalete mahkumsun. Yeni ev tutmak ne kadar para tutar? En azından 1.500 değil mi?”
Emrullah yaşadığı evi tahliye etmesi için gönderilen uyarıların sonuncusunda mahkemelik olmuş. Mahkeme evden çık(a)mayacağını beyan eden Emrullah’ın kendisine avukat bulması ve bilirkişi raporuyla ilgili diyeceklerini bildirmesi için duruşmayı Aralık 2010’a ertelemiş.

Emrullah’ın avukat tutacak parası yok. Baroya başvurmuş. “Görevli ‘fakir kağıdı getirmeden olmaz’ dedi. Gittik, aldık. Bu sefer de ‘avukat versek bile haksızsın, bu evden çıkacaksın’ dedi. Zaten umutsuzdum. Devlet evim yandığında bile yardım etmemişti, şimdi niye etsin?” Emrullah GAP İnşaat’ın Tarlabaşı’ndaki bürosuna da gitmiş. “Proje yöneticisi kadınla görüştüm. Sandım ki bana yardım edecek. ‘Hiçbir hakkın yok, derhal evi boşalt, sen sağ biz selamet’ dedi. Postaladı.”

Emrullah’ın elindeki belgelere göre henüz nihayetlenmemiş bir dava varken belediyenin verdiği mühlet çoktan sona ermiş durumda. Polis gelip evi boşaltması gerektiğini söylemiş. “Kiramı ödeyebilsem ev sahibi çıkarmaz, Aralık’taki duruşmayı beklerim. Para bulmak zor. ‘Nerelisin’ diye soruyorlar ‘Mardinliyim’ deyince ‘işçi lazım değil’ diyorlar. Çok şükür sağlıklıyım, sabıka kaydım temiz. Bizden beteri çok. Zaten amaç da buraları temizlemek ya.”

Çukur’un hikâyesi

Tarlabaşı’nda üç yıl önce başlayan kentsel yenileme projesinin ilk yıkımları geçen ay (25 Ağustos) başladı. Kentin esas malikleri olarak yenileme planlarının neyi değiştireceğini bilmiyoruz. Projeler açık değil. Tarih boyunca bir liman semti olması hasebiyle hayatın hep canlı olduğu Beyoğlu’nun fiziksel değişimini tetikleyen her zaman sosyal değişimler olmuş. Şimdi Emrullah’ın çıkarılmak istendiği evin de, o evin bulunduğu Çukur’un da bir hikâyesi var.

İstanbul’un ahşap yapılarını eriten büyük yangınlardan sonra kagir yapıların ilk örneklerini Beyoğlu’nda görüyoruz. Kilise, sinagog, vb. yapıların dışında ilk elçilikler, ilk tiyatro, ilk belediye, ilk otel, restoran, kafeşantan, kafe, taverna, kültür merkezi, sinema ve pasajları da... 1920’lere kadar devam eden Levanten, Rum, Ermeni, Musevi ve sonrasında Beyaz Ruslardan oluşan sosyal yapı Lozan anlaşması, elçiliklerin Ankara’ya nakli, II. Dünya Savaşı, İsrail devletinin kurulması, 6-7 Eylül olayları ve Kıbrıs kriziyle azınlıkların aleyhine değişti.* Bugün yoksulların nereye gideceğine dair kafamızda oluşan soru işareti, o günlerde boşalan evlere yerleşenlerle hazinenin itilaflı hale gelmesinin uzantılarından biri. Bölgenin “eğlence” hayatının merkezi olma hali ise başka bir politik açmazın köşe taşı. Zira “eğlence” ile “suç” iktidara göre mesai arkadaşı. Öyle olmasa İstiklal Caddesi’nde kafa açan bağımsız filmleri izlediğimiz Emek gibi sinemaların yerine kredi kartlarıyla borçlanarak doluştuğumuz alışveriş merkezleri inşa edilmezdi. Ayakta kalmaya çalışan sinema, tiyatro salonlarından inanılmaz vergiler alınmazdı. Farzı misal Abanoz sokağının kapanmasıyla fuhuşla mücadelesinde zafer kazandıklarını düşünenler sadece seks işçilerinin ruhsatlı iş yerlerinde doktor kontrolünde, sağlıklı çalışmalarını engellediler**.

80’lerde kentleşme aidiyetiyle yanıp tutuşan beyaz aydınların bugün Nişantaşı’ndan, Cihangir’den yanıbaşlarında yıkılan yoksul mahallesine, perdenin arkasından bakma huyu geliştirmelerinin nedenleri İstanbul’da merdivenlerini, camlarını silecek milyonlarca yoksul olmasından başka Haliç’ten doğusuna kör kalışları, zorunlu göçe, Kürt sorununa, mültecilere, LGBTT haklarına ilişkin tavırları mı? Emrullah’ın da söylediği gibi beterin beteri var: Solcu bir partinin üyeleri bile projenin mimarları olarak para kazanıp hayatlarını sürdürüyorlar. Kapılarına gelen kiracılara “haksızsın, güle güle” diyebiliyorlar.

Sonuç olarak sadece ve basitçe AKP’nin rantçı belediyecilik faaliyeti fiyaskosu diyerek geçemeyeceğimiz ve sessiz kaldıkça ortak olduğumuz, bu ortaklıkla da Emrullah gibilerinin direncini kırdığımız, onları kentten sürdüğümüz bir tablo var önümüzde.

* Nur Akın, Galata ve Pera
** Çelik Gülersoy, İstanbul Ansiklopedisi