İzmirli işadamlarından birisi Yunan adalarına otel inşa
etme önerisinde bulundu. Yunanistan krizdeydi ve krizin üstesinden gelebilmeleri
için İzmirli işadamları turizm konusunda dünyanın en başarılı ülkelerinden
birine “turizm gelirini artırma tüyosu” veriyorlardı. Bunun için tek bildikleri
yöntem ise “çok katlı turistik tesisler inşa etmekti”. Oysa hemen bir iki gün
önce Yunanistan’ın Turizm ve Kültür Bakanı, bir Türk
gazeteciyle röportajında, Yunan adalarında daha fazla otel yatırımıyla ilgili
bir soruya cevap verirken şöyle diyordu; “Yunan kültür mirasını ve tarihi
geçmişini koruyacağız; turistler Yunanistan’a bunun için geliyorlar. Daha fazla
otel yapmak için bu mirası tehlikeye atmayacağız. Adalarda iki kattan fazla
yapıya izin verilmiyor. Bu şekilde devam edecek.”
Yıllardır kıyı şeridini devasa otellerle doldurduğu halde turizm geliri bir
türlü artmayan Türkiye için ders niteliğinde sözlerdi bunlar. Ancak halâ bu
dersi alamamış olanlar İzmir’de çok katlı bina yapamamaktan yakınıyorlar.
İzmir’in gökdelenlerini engelleyen davaları açanları eleştiriyorlar. Bu
eleştiriyi yapanlar İzmir’in gelişmesini hedeflediklerini söylüyorlar; o zaman
kendilerine şöyle bir öneride bulunalım; gökdelen yapmak yerine kentin yok
olmaya yüz tutmuş tarihi yapılarını alıp restore etsinler; onları otel veya
restoran olarak kullansınlar. Belki çok para kazanamayabilirler ama İzmir için
çok anlamlı bir yatırım yapmış olurlar. Amaçları da bu değil mi zaten?
Yunan adalarına gidenler bilir; gerçekten de oradaki köylerin tarihi dokusu
neredeyse yüz yıldır aynı şekilde korunmuştur. Çok katlı yapı göremezsiniz; eski
yapılar, sokaklar asıllarına uygun olarak onarılmışlar ve bu şekilde yerli halk
tarafından kullanılmaya devam ediyorlar. Yazlık site gibi hepsi birbirinin aynı
olan ve yılın sadece bir iki ayı kullanılan beton görünümlü konut gruplarına
rastlamazsınız. Kuşadası, Bodrum, Gümüldür, Dikili gibi apartman yapılaşmasının
işgali altında değildirler. Yeşili bol ve denizi berrak bu adalara Türk
turistler, vize sorunu da ortadan kalkınca bugünlerde adeta hücum ediyorlar.
Bunun bir nedeni Yunan adalarının tarihi ve doğal güzelliklerinin korunmasıysa
bir diğer nedeni Türk halkının, bütün kıyıları kaplayan ve yabancı turistlerin
bir sigara parasına tatil yaptıkları büyük turistik tesislerde kalacak maddi
olanaklarının bulunmamasıdır.
Türkiye’de yılın sadece bir belki iki ayı kullanılan yazlık konutların
turizme kazandırılması bir türlü başarıya ulaşmamış bir projedir. Kimse dip dibe
inşa edilmiş ve hiçbir özelliği olmayan bu beton bloklarda tatil yapmak istemez.
Bugünlerde açıklanan Seferihisar’daki yeni proje bu nedenle çok anlamlı ve
desteklenmesi gereken bir uygulama. Tarihi kale duvarları içinde kalan 284 eski
konut onarılarak pansiyon olarak turizmin hizmetine sunulacak. Ancak böyle
tarihi özellikler taşıyan, ilginç mimarisi bulunan yapılar yabancı turistlerin
ilgisini çekebilir. Bu tür turistik kullanımlar, orada yaşayan halkı da turizmin
içine katar; turizmden gerek konut sahibi olarak gerekse hizmet alanında para
kazandırır, kalkındırır.
Bu, yerel halkın çok düşük ücretlerle ve uzun çalışma saatleri içinde
neredeyse köle gibi çalışmasını getiren büyük turistik tesislerden çok daha
insancıl ve geliştirici bir yöntemdir. Vergi muafiyetleri ve teşviklerle
desteklenmesi ve yaygınlaştırılması gerekir.
Keşke özellikle Foça, Ayvalık gibi kıyılarda hatta Kula gibi tarihi geçmişi
olan yerlerde bakımsızlıktan yıkılmak üzere olan eski yapılar da belediyelerin
veya “gelişme taraftarı” işadamlarının katkısıyla aslına uygun olarak onarılarak
turizmin hizmetine sunulsalar. Bu şekilde hem tarihi miras korunmuş olur hem de
bölge halkının kalkınması sağlanır.
Sürekli olarak yeni turizm anlayışından söz eden İzmir Milletvekili, Turizm
ve Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay, bir yandan da SİT’leri
yeniden gözden geçirmeyi ve Çeşme Yarımadası’nı yapılaşmaya açmayı gündeme
getirmek yerine bu tür projeleri desteklese ne iyi olur.