Tarih Artık 'Mail-i İnhidam' Değil

Kültür varlığı yapıların yaşatılmasında "yıkarak yenileme"nin yerine "yıkmadan onarma"nın önemini yıllardır anlatamadık. Tarihin derinliklerinden gelen becerileri, sözde "aslı gibi (!) taklit" etmenin, "aklın yaratıcılığı"na saygısızlık olduğunu da.

Gerçek bir "mimari restorasyon"da, yani geçmişten kalanların sağlamlaştırıldığı, eksilen kısımların özgün tekniği ve estetiğiyle tamamlandığı onarımlarda, tarihten "ders alınacak birikimler"in de korunduğu ise yeni kavranabildi. Bu ders, 2005'te İstanbul'da Mimarlar Odası'nın ev sahipliğinde gerçekleşen Dünya Mimarlık Kongresi'ndeki "koruma" bildirilerinde şöyle vurgulanmıştı; "Mimarlık mirası, atalarımızın bugünden çok daha geri ekonomik ve teknik olanaklarla, ama binyılların deneyimlerine dayanarak, bugünden daha insancıl, zarif, uyumlu ve yaşamla bütünleşen mekânlar yaratabildiklerini kanıtlıyor..."

İşte bu bir daha ele geçmeyecek "deneyimler hazinesi"nin kuşaktan kuşağa esin kaynağı olabilmesi için, restorasyonların "geçmişteki yaratıcılıkları silmeden" gerçekleşmesi, neyse ki artık önemseniyor; ne çare ki onca değerimizi yitirdikten sonra.

Amaç 'dekor' olunca!
Tarihi yapıların özgünlükleriyle değil, "dekor" olarak korunmalarını yeterli gören kültür "yoksun"u anlayış, öteden beri yasal gerekçesini "mail-i inhidam" raporlarına dayandırır. Anlamı "yıkılmaya meyilli" olan bu raporlarda, kültür varlıklarımızın "tehlikeli durumda; çökmek üzere" oldukları saptanır. Böylece, "hemen yıkmazsak mala, cana zarar gelecek" denip apar topar ortadan kaldırılmalarına "bilimsel (!) bahane" uydurulmuş olur.

Uygarlık değerlerimizin yitirilmesini değil de korunmasını "sorun" eden anlayış aynı raporlara o denli sevdalıdır ki koruma kurullarının "mail-i inhidam"lı konuları "ivedi"likle görüşmeleri bir aralar bakanlık talimatına bile bağlanmıştı.

Asıl amaç "dayanıksızlığı kanıtlamak" olduğu için genelde inşaat mühendisi imzasıyla hazırlanan bu raporlarla yok edilen kültürel "varlık"larımız, rant yapılaşmasına kurban edilenlere yakındır. Var olanı sağlamlaştırarak onarmak yerine, tümüyle yeniden inşa edilen eski yapılarda, gelecek kuşaklara verilen ders ise ne yazık ki sadece "taklit"çilik.

Doğan Kuban 1990'lardaki bir koruma kurulu toplantımızda, yolu daraltan ahşap bir Üsküdar evini "eskimiş" gerekçesiyle yıkmak isteyen belediyeciye; "Eski eser, yaşı ve tabiatı gereği mail-i inhidamdır, tersi zaten olamaz..." demişti. Bunun, yok etmeye değil onarmaya gerekçe olabileceğini anlatmakta bile epey zorluk çekmişti...

Örnek bir çalışma
İşte bütün bunlar sürerken, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin son bülteni (S. 89) yüreklerimize su serpti.

İTÜ Mimarlık Fakültesi Yapı Statiği ve Betonarme Birimi'nden Öğr. Gör. Haluk Sesigör, Doç. Dr. Oğuz Cem Çelik, Prof. Dr. Feridun Çılı tarafından kaleme alınan "Tarihi Yapılarda Taşıyıcı Bileşenler, Hasar Biçimleri, Onarım ve Güçlendirme" başlıklı kapsamlı makale, YAPI dergisinin 2007/Şubat-303. sayısında da yayımlanmıştı.

Bu konunun ayrıntılı ve düzeyli bir araştırmayla "inşaat mühendisleri"mizin yayın organında yer alması çok anlamlıdır. Çünkü Türkiye'de bu meslek adeta "betonarme mühendisliği"ne dönüştü. "Uygarlıklar ülkesi"nin temel gereksinimi olan "geleneksel yapı sistemleri"nin "çağdaş katkılarla geliştirilmesi" yıllardır önemsenmedi.

Kültürel mirasın, üstelik onca depreme rağmen ayakta durabilmelerini "kutsamak" yerine, çatlayan her duvara, yıpranan her ahşaba, "artık mukavemeti kalmamış..." demek mühendislik sanıldı.

Ömrünü mühendislere "tarih"i de kavratmaya adayan Prof. Müfit Yorulmaz'ın emektar "anı"sına yayımlanan makale, işte bu "yabancılaşma"yı gidermeye çalışan mücadelesiyle de umarız ki etkili olur.

'En az müdahale..'
Giriş bölümünde, bizdeki mühendislik eğitiminin restorasyona duyarsızlığını anımsatan makalede, tarihi yapıların onarımında tek ölçütün "depreme dayanıklılık" olamayacağı, özgünlüğün gözetilmesi gerektiği vurgulanıyor. Buna göre de yapısal elemanların "ömürlerini uzatacak" çözümler öneriliyor.

Restorasyonun evrensel belgelerinden 1964 tarihli Venedik Tüzüğü'nde yer alan, "Çağdaş yöntemler ancak geleneksel yöntemler yetersiz kaldığında tercih edilebilir" ilkesi de anımsatılan makale, onarımlarda "en az müdahale" yi savunuyor.

Çalışmanın ayrıntılarında ise tarihsel mimarideki sütunlar, duvarlar, payandalar, tonozlar, kemerler, kubbeler, gergiler, ağırlık kuleleri gibi başlıca yapı öğeleri irdelendikten sonra, bunlardaki "ezilme"lerin, "deformasyon"ların, "dönme"lerin, "oturma"ların, "çatlak"ların ve "hasar"ların nasıl giderilerek yapının sağlamlaştırılacağı anlatılmış.

Benzer şekilde taşıyıcı sistemlerdeki yıpranmaların da ele alınmasıyla birlikte, temelden çatıya onarımlardaki "geçmişe saygılı yöntemler", güçlendirmeler ve uygulama teknikleri resimlerle, çizimlerle açıklanıyor.

Dileğimiz, restorasyonlarda inşaat mühendisliğinin "tarihsel sorumluluğunu" da anımsatan bu makalenin, öncelikle yine şu mail-i inhidam raporlarını yazanlarca okunm ası. Koruma kurulları da aynı raporlara bu makaleyle birlikte bakarlarsa, kültür varlıklarımızı "yok ederek koruma" (!) sürecini belki durdurabiliriz.