Geçmişi kapitalist üretim tarzının ortaya çıktığı yıllara kadar uzanan suyun ticarileştirilmesi süreci, günümüzde doğal su kaynaklarında özel mülkiyete giden yolu açmasıyla en ileri aşamasına ulaşmıştır. Kamu, özel şirketler ve sivil toplumun işbirliği iddiasına atfen “üçlü ortaklık” adı verilen politikalar, devletin proaktif rolü kapsamında, kamu kaynaklarının özel sektörün çıkarları doğrultusunda harcandığını gizlerken, aynı zamanda suyun ticarileştirilmesinden en fazla zarar gören yoksullar ve kadınların sürece, gidişatı pekiştirecek şekilde dahil olmalarını sağlar.
Buna karşılık suyun ticarileştirilmesine muhalif pek çok çalışma, su sektöründe yaşanan neoliberal dönüşümün, yalnızca kapitalist üretimle ilişkisine odaklanırken, suyun toplumsal yeniden üretimde oynadığı rol görünmez kılınmaktadır (Roberts, 2008: 545).
Özet halinde sunulan bu yazının amacı suyun ticarileştirilmesi ile toplumsal yeniden üretim süreçleri arasındaki ilişkiye ışık tutmaktır.
Suyun ticarileştirilme sürecinde epey aşama kaydetmiş olan Kenya ve diğer bazı Afrika ülkerinde yapılan çalışmalardan derlenen verilere göre, su evlerinin yakınına getirildiğinde ve bir meta olarak para karşılığı satıldığında, kadınların suyu aramak, bulmak ve eve kadar taşımakla geçirdikleri zamandan tasarruf ettiklerini, buna karşılık elde ettikleri zamanı kendileri için kullanamadıklarını görüyoruz. Kenya’da yapılan çalışmanın sonucuna göre, evlerin yakınına kadar temiz su getirildiği durumda, gündelik tüketilen su miktarı yaklaşık 3 kat artmıştır.
Toplam su tüketimindeki artışın faaliyetlere dağılımı incelendiğinde kadınların geçimlik sebze, meyve üretebildiği bahçesini sulamak, banyo ve çamaşır yıkamak için harcadığı su miktarında artış gözlenirken, hemen hemen tüm diğer su tüketim alanlarında kısıntıya gidildiği görülmektedir. Kadınlar, suyu satın aldıkları koşullarda daha az su içmekte, daha az suyla yemek pişirip, kap kaçakları daha az yıkamakta ve evin temizliğine daha az su harcamaktadır (Were, Swallow, Roy, 2005: 20- 21).
Çünkü, temiz suyun meta olarak satılmasıyla birlikte, artık satın alınan suya harcanan paranın kazanılması gerektiği için, yoksul kadınlar gündelik ihtiyaçlarından kısıntıya giderek, gelir getirebilecek tarımsal ürünlere daha fazla su harcama eğilimindedir.
Pek çok Afrika ülkesinde suyun ticarileştirilmesi ile tarımsal ürünlerin verimliliğinin ciddi derecede arttığı gözlenmiştir. Sebze ve meyve üretimindeki artış ilk sıraya yerleşirken, elde edilen süt miktarındaki artışta ikinci sıraya yerleşmektedir. Çay bitkisi üretiminin artması da üçüncü büyük verimlilik artışıdır (Were, Swallow, Roy, 2005: 24).
Tarımsal ürünlerdeki tüm bu verimlilik artışı, insan emeğinin yoğun şekilde tarımsal üretime katılması olmaksızın gerçekleşemez. Söz konusu insan emeğinin aslında kadın emeği olduğunu, suyu arayıp, bulmak ve eve taşımak için geçen zamandan tasarruf ettiklerinde hangi faaliyetlere yöneldiklerine dair sorulan sorunun yanıtı göstermektedir.
Araştırmaya katılan kadınların büyük çoğunluğu evinin yakınlarına kadar su getirildiğinde, elde ettikleri boş zaman karşılığında çiftlikte çalıştıklarını belirtmiştir.
Diğerleri ise pazarda yetiştirdikleri ürünleri satmaya götürerek, yemek hazırlayarak, evlerini ve mandrayı temizleyerek, ateş için odun toplayarak kazandıkları zamanı değerlendirdiklerini belirtmişlerdir (Were, Swallow, Roy, 2005: 19).
Kadının statüsü ile ilgili üçüncü bir önemli konu da, verimliliği artan tarımsal üretimden elde edilen gelirin, kim tarafından kontrol edildiğidir.
Araştırmanın sonucunda açıkça görülmektedir ki; erkekler ya daha fazla gelir getiren ürünlerin satışını, ya da daha fazla ödeme yapan müşterilere yapılan satışı kontrol eder ve verimlilik artışından elde edilen geliri tamamen yönetirler (Were, Swallow, Roy, 2005: 25).
Yine Zimbabwe’nin kırsal kesimlerinde yapılan bir diğer araştırma sonucunda, önceleri su toplama faaliyeti nedeniyle kadınların yeterince zamanı olmadığı için erkekler tarafından yapılan işlerin, suyun evlere tedariki ile birlikte kadınlara devredildiğini görüyoruz (United Nations, 2005: 9). Bu durum ev içindeki cinsiyetçi işbölümünün pekişmesini doğurmaktadır.
Suyun ticarileştirilmesi sonucu artan toplumsal yeniden üretim maliyetlerini ücretlere yansıtmak ve ücret artışı yapmak yerine fatura, kapitalist üretim tarzının doğuşundan itibaren yüzyıllardır olduğu gibi yine kadınlara kesilir.
Toplumsal yeniden üretimin artan maliyeti nedeniyle, kadınlar ev işinin uzantısı niteliğindeki, gelir getirici faaliyetlere daha fazla muhtaç hale gelirken, bunun sonucu olarak işgücü piyasasına daha da kötü koşullarda ücretli işçi olarak katılmaya razı gelir, ya da tarımsal ürünler satan küçük üretici olurlar.
Öte yandan evinin yakınlarına su getirilmesi ile birlikte, kadının saatlerce yürüyerek, su arayıp bulmak ve eve taşımakla geçen zamandan ettiği tasarrufa göz diken sadece sermaye değildir.
Boşa çıktığı düşünülen bu zaman zarfında sermaye kadınları artı değer yaratan faaliyetlere çekerken, bir yandan da evdeki erkek daha önce kendisinin yaptığı toplumsal yeniden üretime dair bazı sınırlı faaliyetleri de artık “boş zamanı çok olan” kadına devreder.
Özetlersek, suyun ticarileştirilmesi ile birlikte toplumsal yeniden üretimin artan maliyetini ücretli ve karşılıksız emeği ile karşılayanlar kadınlardır.
Hem gelir getirici faaliyetlere zaman ayırmak, hem de artık erkeğin de kendisine devrettiği bazı işlerle birlikte toplumsal yeniden üretim faaliyetlerini en az maliyetle gerçekleştirmek zorunda olduğu için, son tahlilde kadının ev içi karşılıksız emeğinin verimliliği artar.
Suyun ticarileştirilmesi süreci bazı feminist teorisyenler tarafından iddia edildiği gibi toplumsal yeniden üretimin piyasa tarafından devralınması değil, tam aksine artan girdi maliyeti nedeniyle karşılıksız kadın emeğinin daha fazla sömürülmesidir.
Çünkü toplumsal yeniden üretim daima en düşük maliyetle gerçekleşmek zorundadır ve bu durum kapitalist üretim tarzının günümüzdeki haliyle varolmasının önkoşuludur (Acar Savran: 2008).
Kadının toplumsal yeniden üretimde kullanılan karşılıksız emeğinin de gelip
dayandığı biyolojik bir sınır vardır.
Suyun ticarileştirilmesi süreci işte bu
sınırı zorladığı için Bolivya ve Nepal örneklerinde görüldüğü gibi kadınlar,
süreci yavaşlatan ve tamamen durdurabilen bir güce sahiptir.
Bu nedenle özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren, sürecin aktörleri olan devletler ve sermayedarlar, toplumsal cinsiyet duyarlı politikalar ile suyun ticarileştirilmesinin sürekliliğini garantiye almaya çalışmaktadır. Günümüzde, suyun ticarileştirilmesinde kapitalizmin ayağına takılan sadece kapitalist üretim değil aynı zamanda toplumsal yeniden üretim ilişkileridir, dolayısıyla büyük su devi firmalara da çelme takan kadınlardır.
* Katkılarından dolayı Tuğba Baki Özay ve Prof. Dr. Fuat Ercan’a teşekkür ederim.
** Ece Kocabıçak, Sosyalist Feminist Kolektif
Kaynaklar
* Acar Savran G., (2008), “Neden Sosyalist Feminizm?”
Söyleşi, TMMOB, İstanbul.
* Roberts A., (2008),
PrivatizingSocial Reproduction: The Primitive Accumulation of Water in an Era of
Neoliberalism, Antipode içinde, Sayı: 40/4, Canada.
*
United Nations, (2005), Women and Water, Women 2000 and Beyond içinde, Divison
for the Advancement of Women, Department of Economic and Social Affairs, United
Nations.
* Were E., Swallow B., Roy J., (2005), Water,
Women, and Local Social Organization in the Western Kenya Highlights,
International Research Workshop on “Gender and Collective Action”,
Thailand.