İstanbul ve Ankara kentlerimizin günümüzde önemli bir susuzluk sorunu ile karşı karşıya kaldıkları görsel ve yazılı basınımızın gündemine oturmuştur. Yetkili ve sorumlu kişiler bu sorunu küresel ısınmaya bağlamışlardır. Kanımca, bu saptama doğru değildir. Zira, bu illerimize su sağlayan baraj havzalarındaki yağış azlığı 2006 yılının sonbahar, 2007 yılının ise kış ve ilkbahar mevsimleri olmak üzere kısa bir devreyi kapsamaktadır. Halbuki, su sağlama çalışmalarında gözetilmesi gereken en önemli hususlardan biri, yağışlı yıllarda birkaç yıl yetecek kadar suyun depolanmasıdır.
Her iki ilimizdeki susuzluk sorunu ise su sağlama çalışmalarında yukarıda belirtilen temel hususun dikkate alınmadığını göstermektedir. Diğer bir anlatımla, bu illerimizdeki su sorunu, su sağlama çalışmalarının plansız ve yetersiz yapılmasından kaynaklanmıştır. Su sağlama çalışmalarında su miktarının yanı sıra suların kalitesi ve sürekli üretimi de söz konusudur. Çünkü, bu çalışmaların temel amacı; istenilen miktar ve kalitedeki suyun istenildiği anda en ucuz fiyatla kullanıma sunulmasıdır.
Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de tatlı su kaynakları oldukça sınırlıdır. Bu olgu, bu kaynaklarımızın rasyonel bir şekilde kullanılmasının gerekli olduğuna işaret etmektedir. Bu ise ancak, politik ve kişisel çıkarlar yerine bilimsel bilgilerin uygulanmasıyla gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla bu yazı; başta politikacılarımızın, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarımızın yöneticilerinin ve kamuoyunun tatlı sularımızın kullanılması ve geliştirilmesine yönelik bilgi dağarcıklarını zenginleştirmek için kaleme alınmıştır.
Su sağlama çalışmalarının yukarıda belirtilen amaçlarına ulaşılması için genel olarak; 1) havzaların yağışlarından su üretimi, 2) bu suyun depolanması ve dağıtımı için baraj, gölet, arıtma ve dağıtım şebekeleri gibi altyapı tesislerinin yapım faaliyetleri gerçekleştirilmektedir. Öte taraftan, tatlı su kaynaklarımızın günümüze dek yaklaşık yüzde 35'i kullanıma sunulmuştur. Bu husus su sağlama çalışmalarının ikinci ayağını oluşturan altyapı tesislerinin oldukça yetersiz olduğunun bir belirtisidir.
Diğer bir anlatımla, suyumuz olmasına rağmen susuzluk çekmekteyiz. İlgi grupları ve kamuoyunun bu konudaki bilgileri de oldukça yeterlidir. Bununla birlikte asıl olarak bilgi noksanlığı, birinci grupta verilen ve uzmanlık alanıma giren "Su Üretimi" konusundadır. Bunun için bu makale, su üretimi konusuna ağırlık verilerek hazırlanmıştır.
Ülkemizde, toplum ve bilim çevreleri tarafından pek tanınmayan bir konu olan ve orman fakültelerimizin orman mühendisliği bölümlerinde Havza Amenajmanı (havza yönetimi) dersi kapsamında ayrıntılı işlenen su üretimi ile yağış havzalarından en fazla miktar ve kalitede ve düzenli olarak suyun sağlanması amaçlanmaktadır. Bu amaçlara havzaların su kaynaklarının, her türlü kirleticilerden korunması ve ıslah edilerek geliştirilmesiyle ulaşılmaktadır. Bu geliştirme kavramı, aynı yağış miktarı altında havzalardan en fazla miktar ve kalitedeki suyun düzenli bir şekilde sağlanması anlamındadır.
Diğer bir anlatımla, bir havzanın yağış miktarı sabit kalmak koşuluyla o havzadan sağlanacak suyun miktarını ve kalitesini artırmak mümkündür. Zaten su kaynaklarının geliştirilmesi de budur. Örneğin; bir havzada sel derelerinin ıslahı, akarsu yataklarının uygun yerlerine sediment havuzlarının yapılması ve erozyona karşı önlem alınması suların kalitesini yükseltir.
Diğer taraftan; 1) baltalık ormanların korunması veya koru ormanlarında boşluklar yaratılması, 2) ülkemizin iklim koşullarında ağaçlandırmalarda iğne yapraklı (çam, sedir ve köknar gibi) ağaç türlerinin yerine; yapraklı, az su tüketen ve sığ köklü ağaç türlerinin kullanılması, barajlara giden su miktarını yüzde 15 - 20 oranında artırabilir.
İşte, su üretimi amacıyla kullanılan havzalarda su üretimlerini optimuma getirmek için bunların planları yapılmaktadır. Bu planlar; havzalarda yapılması gereken işleri ve bunların havzaların nerelerinde, hangi yöntem ve materyal kullanılarak yapılacağını kapsar. Havzalarda su üretimini etkileyen iklim, jeoloji, topografya, toprak, bitki örtüsü, güncel arazi kullanma şekilleri, erozyon, dere sıklığı, drenaj yoğunluğu ve sosyoekonomik yapı gibi öğeler ve bunlar arasındaki ilişkiler ayrıntılı incelenerek bu planlar oluşturulur ve uygulanır.
Yukarıdaki açıklamalar yanıtlanması gereken bazı soruları da beraberinde getirmiştir. Örneğin; su sağlama amacıyla kullanılan havzalarımızdan hangilerinin su üretim amaçlı havza planları yapılmıştır? Yapılmış ise, bunlar uygulanmakta mıdır? DSİ, İSKİ ve ASKİ gibi kamu kuruluşlarımızda havzaların su üretim planlarını yapabilecek uzman havza amenajmancısı istihdam edilmekte midir?
Bu soruların yanıtları büyük olasılıkla 'Hayır' dır. O halde ülkemizdeki su sağlama çalışmalarının, özellikle su üretim ayağından yoksun, bilimsellikten uzak olarak yürütüldüğünü belirtebiliriz. Bu olgu, tatlı su kaynaklarımızı korumak ve geliştirmek yerine köreltmekte olduğumuzu vurgulamaktadır.
Nitekim, akarsularımız kirlilik yönünden 3. sınıf (kirli) ve 4. sınıf (çok kirli) düzeylere ulaşmıştır (*). Buna paralel olarak, İstanbul su havzaları kaçak yerleşim ve endüstriyel tesislerin tehdidi altındadır. Bu bağlamda, Küçük Çekmece Gölü ile Elmalı Barajı'nın suları kirletilerek içme suyu özelliklerini yitirmişlerdir. İstanbul içme suyu sisteminin kalbi olan Ömerli Barajı da güney yönünden kirletilmektedir. Formula-1 pistinin Ömerli havzasının sınırında yapılması ve İSKİ yönetmeliğinde sık sık gündeme getirilen değişiklikler de Ömerli ve İstanbul'un diğer su havzalarının cazibesini ve dolayısıyla kirletilmesini artırmaktadır.
Bu örnekler, yapılaşma olgusu ile su havzalarının birer birer elden çıktıklarını göstermektedir. Bu olgu aynı zamanda, DSİ'nin GAP'tan sonra ikinci büyük yatırımı olan 'Büyük Melen Projesi' ne de büyük ölçüde bel bağlamanın doğru olmadığına işaret etmektedir. Zira, ülkemizin en verimli tarım topraklarına sahip Düzce ili, anayasamızın 45. maddesine rağmen hiçbir incelemeye gerek görülmeden bilinçsizce endüstri bölgesi ilan edilmiştir.
Sonuç olarak, şimdiye kadar yapılan açıklamaların ışığında ülkemizde su üretimi, dolayısıyla tatlı su kaynaklarının geliştirilmesi çalışmalarının olmadığını; aksine, su havzalarımızdaki bilinçsiz yapılaşmalar ile su kaynaklarımızın köreltildiğini vurgulayabiliriz. Buna ek olarak, su depolama tesisleri ve dağıtım şebekeleri gibi altyapı tesislerinin yetersizliği de ortadadır. Bunun için iki büyük kentimizde ortaya çıkan susuzluk sorunu, küresel ısınmadan çok, bilimsellikten uzak, gelişigüzel uygulanan su sağlama çalışmalarının bir sonucudur.
(*)Tobbaş, M.T., Brohi, A.R., Karaman, M.R., 1998. Çevre Kirliliği. TC Çevre Bakanlığı, Ankara.
Prof. Dr. Ahmet HIZAL / İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi