Müzeler ve üniversiteler, üzerlerine düşeni yapmadığı için sahtecilik gelişti. Pandora'nın kutusu açılmışken, üstü örtülmemeli ve tüm şüpheli eserler araştırılmalı.
Birkaç gündür süren tartışmaları, yazışmaları dikkatle okumaktayım. Dile getirilenler, bilmediğimiz duymadığımız konular değil. 21 yıl önce galeriyi kurarken yaptığımız en önemli tespit, alanın ne kadar örgütsüz olduğuydu. Bunca yıl sonra bu örgütsüzlüğün politikasızlığın olumsuz neticeleriyle karşı karşıyayız. 20 yılda, bir avuç galerici, tüm olumsuzluklara karşı inatla bu alanda güvenli kurumlar oluşturabilmeyi başardı.
Fikret Muallâ'nın gerçek olmayan eserlerinin sanat ortamında çokça dolaşımda olduğu bu işlerin birazcık içinde olan herkesin bildiği bir konudur. Kurumların, mesela üniversitelerin ve müzelerin işlevlerini, kamuya karşı sorumluluklarını yerine hakkıyla getirememeleri nedeniyle bu konu pervasızlık mertebesine kadar çıkmış halen hayatta olan sanatçıların bile gerçek olmayan eserlerinin üretildiği basına da yansımıştır. Üreticisinden pazarlayıcısına ve tüketicisine uzanan bir örgütlenmenin olduğu bilinmektedir. Hatta uluslararası sanatçıların bile sahtesi denenmiştir. Dünyanın hangi ülkesinde iki sene içinde 19 adet sahte Picasso bulunmuştur? Bu kadar örgütsüz, donanımsız bir alanda çıkar çevreleri, çıkar gurupları yapay değerler oluşturup bunlar üzerinden rant sağlamaya devam etmektedir.
Şimdi Pandora'nın kutusu açılmış gibi duruyor. Fırsat bu fırsat, konunun üzeri daha önceki örneklerde olduğu gibi kapatılmamalıdır. Fikret Muallâ'nın hatta şüphe duyulan başka sanatçıların da tüm eserlerinin üzerine gidilmeli, iz sürülmeli ve kaynaklar ortaya çıkarılmalıdır. Muallâ örneğinde eserleri birinci elden alanların muhtemelen büyük çoğunluğu halen hayattadır. Eser sahipliği üzerinden geriye doğru birkaç kişi gidildiğinde en azından bir görüntü ortaya çıkacaktır. Bu durumun üzerinden bile fikirler geliştirmek mümkün olabilecektir.
Bu konuda müzelerin sorumluğu ise kuracakları laboratuvarlarla şüphe giderici teknikleri geliştirmek orijinallik güvencesi verecek mekanizmaları oluşturmak. Muallâ sergisine ev sahipliği yapan İstanbul Modern'e ise daha büyük sorumluluk düşüyor sanırım. Türkiyede spekülasyonu en fazla yapılan bir sanatçıyla ilk retrospektif sergiyi düzenlemek galiba bir şanssızlıktı.
Retrospektif sergi enflasyonu yaşayan ülkemizde standartları belirleyecek, çıtayı yükseltecek bir sergi yapma yerine bu sergiyi aceleye getirmek de ikinci şanssızlık. Ama tüm bu tartışmaların ardından şimdi büyük bir şans önlerinde duruyor. Alana müdahale edebilme, kirliliği deşifre edebilme, güven ortamını kurumsallaştırabilme, standartları yukarı çekme, eleştiri ortamını yaratabilme gibi bir şans.
Sanatçılar müze için endişeli
Ömer Uluç: Yıllarca Türkiye'de bir modern sanat müzesi kurulsun diye mücadele ettik. Müze kuruldu, beklenenin üstünde ilgi gördü. Şimdi İstanbul Modern sahte resimler sergiliyor diye daha başından iddiada bulunmak ve kavga çıkarmak bence hoş değil. Bu durum daha sakin bir şekilde, kendi aralarında halledilmeliydi.
İsmet Doğan: Fikret Muallâ'nın sahteleri hep konuşuluyordu. Bu sergi ve tartışmalarla beraber sorun da meşrulaşmış oldu. Batı ekspertiz sorununu kurumsallaşarak halletti. Dolayısıyla yapılması gereken şey kurumlaşmak. Gecikmiş modernlik gibi gecikmiş bir sorun, gecikmiş
bir tartışma olarak görüyorum bunları.
Adnan Çoker: Bu tartışmanın İstanbul Modern'i etkilememesi lazım. İstanbul Modern ile Fikret Muallâ'yı ayırmak gerek. Fikret Muallâ'nın yeteneği inkâr edilemez ama rahatsızlığı dolayısıyla tuval değil kâğıt ressamıdır. Bu nedenle çok sahte eseri var. Bu sergide ben iki üç tane eserden kuşkulandım. Ancak tüm bu tartışmalar arasında Ferit Edgü de bir ölçüt değil bana kalırsa.