Sulukule’de 2005 yılında başlatılan kentsel dönüşüm projesi, ilk günden bu yana hep tartışmaların odağında yer aldı. Çünkü Sulukule’de yaşayan Roman vatandaşlar yerlerinden edilmiş, şehrin çeperlerinde yaşamak zorunda bırakılmış, borçlandırılmış, alışmış olduğu mahalle yaşamından koparılmış ve başka bir yaşam tarzına adapte olmaya zorlanmıştı. Sulukule projesinin mimarlarından biri olan Selim Velioğlu da eleştiri oklarının ilk hedefi oldu hep. Velioğlu, tüm bu eleştiriler karşısında çoğunlukla sessizliğini korudu. Ama yapi.com.tr olarak biz Velioğlu’nun, Sulukule konusunda yaşananlar ve söylenenlerle ilgili neler düşündüğünü merak ettik; birkaç soru sorduk ve sözü kendisine verdik… “Bir Açılış Olarak Mekân” isimli bir kitap kaleme alan Velioğlu, burada “insani hedefler ve olanaklar doğrultusunda doğal ve kültürel değerler ile bütünleşme”nin önemine değiniyordu. Peki Sulukule projesi “insan odaklı bir tasarım” olarak nitelendirilebilir miydi? Velioğlu, “Tasarımın içerdiği mekânsal özellikler incelendiğinde kitapta dile getirdiğim insani hedefler doğrultusunda ‘açılış’ı mekânsal bir gerçekliğe dönüştüren 5 temel kavramın tümüyle kullanıldığı görülebilir” diyor ve Sulukule projesini, insan odaklı projelere dahil ettiğini söylüyor. Ancak şunu da ekliyor: “Bir fırsat olarak başlanılan Sulukule projesinde ise mülkiyete ilişkin öngörülemeyen sorunlar ve hukuki çözümsüzlükler nedeniyle başlangıçtaki hedeflere ulaşılamamıştır”.
Kentsel dönüşüm projelerinde şöyle bir manzarayla karşılaşıyoruz; insanlar yerlerinden ediliyor, şehrin çeperlerinde yaşamak zorunda bırakılıyor, borçlandırılıyor, alışmış olduğu mahalle yaşamı sona eriyor ve başka bir yaşam tarzına adapte olmaya çalışıyor. “Bir Açılış Olarak Mekân” isimli kitabınızda “insani hedefler ve olanaklar doğrultusunda doğal ve kültürel değerler ile bütünleşme”nin önemine değiniyorsunuz. Sulukule projesini, sizin "insan odaklı tasarım" savıyla gerçekleştirdiğiniz projelere dahil edebilmek mümkün mü/edebiliyor musunuz?
Sulukule projesinde, proje sorumlusu planlama firmasına danışmanlık hizmeti vermek için İTÜ bünyesinde oluşturulan ekip içinde, kent plancısı, kentsel tasarımcı, restoratör mimar ve inşaat mühendisi arkadaşlarımın yanında mimar olarak yer aldım. Sosyoekonomik ve demografik yapıya ilişkin analizler ise İstanbul Üniversitesi’nce hazırlanmıştır. Tasarım aşamasında, tasarımcı olarak mekânsal kimliğin belirlenmesi konusunda söz sahibi oldum. Tasarımın içerdiği mekânsal özellikler incelendiğinde kitapta dile getirdiğim insani hedefler doğrultusunda “açılış”ı mekânsal bir gerçekliğe dönüştüren 5 temel kavramın tümüyle kullanıldığı görülebilir. Yani dahil ediyorum. Tıpkı kitapta yer verdiğim 17 Ağustos 1999 felaketi sonrasında depremzedeler için hazırladığımız yine sosyolojik anlamı yoğun “Yaşama Saygı Yerleşimi” tasarımında olduğu gibi. O tasarım, kurumlar arası eşgüdümsüzlük nedeniyle yarım kalmıştı. Bir fırsat olarak başlanılan Sulukule projesinde ise mülkiyete ilişkin öngörülemeyen sorunlar ve hukuki çözümsüzlükler nedeniyle başlangıçtaki hedeflere ulaşılamamıştır.
Yaşama Saygı Yerleşimi
Sulukule Yerleşimi
Sulukule projesi için ilk yola çıkıldığında mimar olarak siz nasıl bir Sulukule planlamış, nasıl bir Sulukule öngörmüştünüz? Sizin planladığınız gibi gelişebildi mi süreç? Projenin hedefinin ‘bölge halkının yaşam koşullarının iyileştirilmesi’, aktörlerinin ise, ‘mülk sahipleri ve kiracılar’ olduğu belirtiliyordu. Hatta ‘işgalcilere’ dahi kimi haklar tanınacağı belirtilmişti. Ve kiracı haklarının gözetildiği projelerden biriydi sanırım başlangıçta bu proje ama sonra ne oldu?
Mihrimah Sultan ve Yakın Çevresi-Sulukule tasarımı yıllardır bir çöküntü ve suç bölgesine dönüşmüş bölgeyi rehabilite etmek amacı ile bir koruma, geliştirme, yenileme projesi olarak hazırlanmıştır. Bazı çevrelerce yanıltıcı biçimde günümüzde sürüyormuş gibi yansıtılan 70’li, 80’li yıllara özgü neşeli ve canlı Sulukule yaşantısı gerçekte yıllar önce yok olmuş ve çevre belirttiğim gibi bir çöküntü bölgesine dönüşmüştü. Tasarımda; çevrenin bir zamanlar içerdiği sosyokültürel niteliklerin canlandırılması ve mekânsal anlamda ise “sur içi mahallesi” kimliğinin korunması hedeflenmiştir. Zaten tasarım tümüyle İstanbul 1 no’lu Kültür Varlıklarını Yenileme Kurulu denetiminde yapıldığından, ön kısıt olarak alandaki tüm sokak geçkilerine ve ada-parsel düzenine sadık kalınmış, tescilli yapılar ve sivil mimari örnekler korunmuş, surların varlığı nedeniyle gabari sınırına uyulmuş ve sonuçta 2-3-4 katlı yapılardan ve ardışık dış mekânlardan oluşan insani ölçekte bir çevre planlanmıştır. Tasarım tümüyle mahalle sakinlerinin yerlerinde kalacakları kabulü ile, onların ihtiyaçlarına yönelik olarak tasarlanmıştır. Ekonomik, 55 m² ile 110 m² arasında değişen ve kendi aralarında da çeşitlenerek mahalleyi oluşturan çok sayıda konut birimi ve müzik okulu, çarşı, butik otel, kütüphane gibi donatı birimleri, tasarımı bilindik ranta yönelik konut yerleşimlerinden farklı kılan, ona bir yaşam çevresi kimliği kazandıran unsurlardır.
Uygulama aşamasında mesleki kontrollük yapılmasa da tasarım, içerdiği ana kararlar nedeniyle mekâna olumlu özellikleri ağır basacak şekilde yansımıştır. Ancak mekânsal anlamda ulaşılan hedefe yaşantısal anlamda ulaşılamamıştır. Bunun da nedeni mahalle sakinlerini yerlerinde tutacak hukuki altyapı oluşturma konusundaki çözümsüzlüktür. Mahalle sakinlerinin çoğunlukla kiracı olması ve yerel yönetimin hukuki anlamda kiracılara değil mülk sahiplerine muhatap olabilmesi ve onların da değerlenen konutlarını eski kiracılarına tekrar kiralamak yerine satmaları nedeniyle kiracılar bölgeden uzaklaşmak zorunda kalmışlardır. Yerel yönetimin kiracı ve işgalcilere iş bulma-kira yardımı yaptığını, kadın ve çocuklara meslek edindirme kursları açtığını biliyorum. Ayrıca yerel yönetim Taşoluk mevkiinde kiracılara kurasız mülk edinme yardımı da sağlamıştır. Başlangıçta bunu kabul eden kiracılar mekânsal özellikleri yetersiz ve merkezden uzak bu yerleşimde doğal olarak; uyum sorunu yaşamış, haklı olarak hoşnutsuzluk duymuş ve çevre ile bütünleşememişlerdir. Belki onlara daha yakın ve mekânsal özellikleri nitelikli bir çevre sunulabilseydi hoşnutluk duyabileceklerdi, diye düşünüyorum. Benzer bir uyum sorununu da Sulukule konutlarının yeni sahipleri yaşamaktadır. Mahalle sakinleri için tasarlanan sosyal-konut niteliğindeki sınırlı büyüklükteki birimler lüks beklentilerine cevap verememekte ve şikâyetlere yol açmaktadır.
Bu proje hangi kurumların bilgisi ve onayları dahilinde yapıldı? Kimlerin imzası var altında?
Proje İstanbul 1 no’lu Kültür Varlıklarını Yenileme Kurulu denetiminde yapılmıştır. Yapılan çok sayıda toplantıya ICOMOS, TMMOB temsilcileri de katılmışlardır. Yerel yöneticiler ve tasarımcılar, mahalle sakinleri ve oluşturdukları platformlar ile çeşitli zamanlarda bir araya gelerek toplantılar yapmışlardır. Ayrıca Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda soru cevap biçiminde bir bilgilendirme toplantısı da yapılmıştır. Bu toplantılarda mekânsal tasarıma yönelik eleştiri olmamış, çoğunlukla süreç, hak sahipliği, mülkiyet, hukuki altyapı gibi konular tartışılmıştır.
Böyle bir projede mimarın rolü nedir; neye, nereye kadar müdahale edebilir?
Benzer veya farklı, niteliği ne olursa olsun her tür projede mimar ya da tasarımcı aldığı eğitim ve mesleki formasyonu gereği en fazla insani sorumluluk ve duyarlılık taşıması gerekendir. Aklının ve gücünün yettiği kadar sürecin başarıya ulaşması için çaba harcamalıdır. Tasarımın taşıdığı insani özellikleri, yaklaşımımızı ve süreci kısaca özetledim; değerlendirmeyi size bırakıyorum. Bununla birlikte Sulukule projesinde tasarımcıları, olumsuzlukların bir parçası olarak göstermeye çalışan anlayışı akılcı-analitik düşünceye aykırı, indirgemeci ve kötü niyetli bir yaklaşım olarak görüyor, yanlış buluyor ve kınıyorum.
Sulukule’de Helenistik dönem kalıntılarına, 100’e yakın antik mezara ulaşıldı. Proje hazırlanmadan önce alandaki arkeolojik kalıntılarla ilgili gerekli araştırmalar, çalışmalar yapıldı mı? Bu konuda mimarlara düşen sorumluluk nedir? Arkeologlarla mimarlar arasında nasıl bir ilişki, işbirliği olmalı/olabilir?
Proje öncesinde arkeologlar ve Müze Müdürlüğü denetiminde araştırma çukurları açıldı. Ayrıca inşaat aşamasında tüm kazılar yine Müze Müdürlüğü denetiminde yapıldı.