Bir evde doğarız. O ev dünyamızdır. Duvarlarına vuran gölgelere bakıp ilk düşlerimizi kurarız. Kokusu kokumuz olur. Ömür boyu tenimizde taşırız. Sokaktan sesler gelir. Dünyamız artık o sokaktır. Biz büyürüz, bizimle birlikte ağaçlar büyür. Biz büyürüz bizimle birlikte komşular yaşlanır. Taşınan komşuları, hiç merhabalaşmamış olsak bile, buruk uğurlarız. Dünyamızdan bir şey eksilir. Yeni gelenleri merakla ve biraz kuşkuyla karşılarız. Yalnız gecelerimizde komşunun yanan ışığı tuhaf bir güven duygusu verir. Yıllar geçtikçe gözümüzün takıldığı pencerelerde artık yitirdiğimiz yaşlıları görür gibi olur, hüzünleniriz. Yeni doğan bebeklerin büyüyüşünü keyifle izleriz.
Evimiz, kapımızın açıldığı sokağımız bizim güvende olduğumuz dünyamızdır. Çoğu kez mahallemizden vazgeçemediğimiz için evimizi değiştirmeyiz. Bunları hiç fark etmeden yaşarız. Bazen yeni dünyalara açılmak isteriz. Yeni şehirler, yeni sokaklar, yeni evler, yeni komşulara gitmek isteriz. Terk eder gideriz doğduğumuz dünyayı. Bazen de gitmeyiz. Doğduğumuz yerde ölmek isteriz. Kime ne... Buna ancak biz karar veririz..
Sulukulelilerin ne yazık ki bu tercih hakları ellerinden alınıyor. Ayazmalıların da, Küçükbakkalköylülerin de... İstanbulluların pek çoğunun dikkatini çekmeyen "Kentsel Dönüşüm Projeleri"nin uygulandığı her yerde insanlar yaşadıkları yerlerden koparılıyorlar. Sulukule yıkılıyor.. Aslında evlerle birlikte Sulukulelilerin dünyaları yıkılıyor.
Hayat bazen çok küçük gibi görünen ama çok önemli gündelik gerçeklerin üzerine kuruludur. Sulukuleliler için de öyle. Yaşamları sarsılan insanlar bu küçük ama temel şeylerden söz ediyorlar. Bir komşu kapısının önüne rahatça çekilebilecek faytondan mesela. Komşulara sütlaç, zerde satılarak geçindirilen aileden... Geceyarısı aklına estiğinde eline darbukasını alıp çalabilme özgürlüğünden. Çok basit gibi görünen şeylerden söz ediyorlar. Gidilecek hangi mahallede faytonun çekileceği bir komşu kapısı bulunacak, kaç mahalle geceleri darbuka seslerine tahammül edebilecek, hangi mahalle yoksulluğunuzu bir gönül zenginliği içinde boğup unutturacak?
Sulukule'de suç işleniyor. Hem Sulukulelilere hem de İstanbul'a karşı. Sulukule'de suç işleniyor. Çünkü o mahallede yaşayan insanın bizzat kendisini, yaşam tercihlerini, gerçeklerini yok sayarak yapılan bir plan uygulamaya konuluyor. Sulukule'de suç işleniyor. Bu plan hazırlanırken, uygulamaya konulurken orada yıllardır yaşayan insanların haberi bile olmadı. Hiçbir söz hakkı verilmedi onlara.
Sulukule'de gelir
Sulukule'de suç işleniyor. Çünkü bu planların hiçbir yerinde Sulukule'de yaşayan insanların yaşamlarının iyileştirilmesine ilişkin bir öneri getirilmiyor. Yüzyıllardır aynı bölgede yaşayan Roman topluluğunun devamı olarak onyıllardır aynı yerde yaşayan insanlara oraları haksızca sahiplenmiş işgalcilermiş gibi davranılıyor. Oysa Sulukule gerçeği çok açık. Yenileme alanında bir grup Sulukuleli ile yapılan bir ankete yanıt verenlerin dörtte birinin geliri 300 YTL'den, yarısının geliri ise 500 YTL'den az. Bu kişilerin yüzde 83'ü 10 yılı, yaklaşık yarısı ise 30 yılı aşkın süredir Sulukule'de yaşıyor. Ve yine bu insanların yüzde 63'ü 10 ya da daha fazla yıldır, yüzde 24'ü 30 yılı aşkın süredir aynı evde oturuyor.
Ve çağdaş şehircilik anlayışı, Sulukule benzeri yerleşim alanlarının iyileştirilmesinde, yapılacak konutların hem fiziksel özellikleriyle hem de ödeme koşullarıyla o yerde yaşayan halka uygun olmasını gerektiriyor. Ama uygulamaya girişilen Kentsel Dönüşüm Projesi bunun tam tersini amaçlıyor. İnsanların yaşadıkları yerin boşaltılmasını, yerine belediyenin bir özel mimarlık bürosuna çizdirdiği proje ile yeni konutların yapılmasını ve yeni bir yaşam alanının oluşturulmasını öngörüyor... "Soylulaştırılan" Sulukule ile birlikte müthiş bir rant ortaya çıkıyor.
Sulukule'de işlenen suç yalnızca orada yaşayan insanlara karşı değil, İstanbul'a da karşı. Çünkü Sulukule yalnızca bir yerleşim alanı değil, yüzyıllardır, kuşaktan kuşağa devamlılığını koruyan Roman kültürünün uluslararası üne sahip çok özel bir kaynağı. Çünkü Sulukule, UNESCO'nun tarihi yarımada ile ilgili olarak, "koruyamıyorsunuz, böyle devam ederseniz İstanbul'u Dünya Miras Listesi'nden çıkarırız" uyarısında özel olarak vurguladığı İstanbul kara surları tampon bölgesinin tam göbeğinde.
Onun için Sulukule'de işlenen suç yalnızca bugün orada yaşamakta olan insanlara değil, İstanbul'un tarihine ve geleceğine de karşı. İstanbul'da bu suç göz göre göre, Türkiye'nin imzalamış olduğu çeşitli sözleşmeler hiçe sayılarak işleniyor.
Kültürel ve doğal mirasın parçalarının tüm insanlığın dünya mirasının bir parçası olduğunu vurgulayan Dünya Doğal ve Kültürel Mirası Koruma Konvansiyonu hiçe sayılıyor.
"Tarihi kent alanında, 'yapısal müdahale' biçiminde açığa çıkan ve fonksiyonel kullanım, sosyal yapı, politik bağlam ve ekonomik gelişim ile ilgili meydana gelen sürekli değişiklikler kentin geleneği içinde kabul edilebilir. Bu anlamda karar alıcıları, ileriye yönelik ve kentin tamamını kapsayan bir vizyonla hareket etmeli, öteki aktörler ve çıkar sahipleriyle diyalog kurmalıdır" diyen, "Herhangi bir tarihsel kent alanında, 'müdahale ve çağdaş mimari' için karar almak çok ciddi bir düşünce süreci, kültürel ve tarihsel anlamda duyarlı bir yaklaşım ve tüm çıkar sahipleri ve ilgili uzmanlara danışmayı gerektirir" diyen Viyana Memorandumu hiçe sayılıyor.
Türkiye'nin 21 Ocak 2006'da imzaladığı "Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi" de hiçe sayılıyor. Çünkü bu sözleşmede, "Somut Olmayan Kültürel Miras, toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler -ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve kültürel mekânlar- anlamına gelir. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu somut olmayan kültürel miras, toplulukların ve grupların çevreleriyle, doğayla ve tarihleriyle etkileşimlerine bağlı olarak, sürekli biçimde yeniden yaratılır ve bu onlara kimlik ve devamlılık duygusu verir; böylece kültürel çeşitliliğe ve insan yaratıcılığına duyulan saygıya katkıda bulunur" deniyor.
Ne yazık ki bu suçun ortakları çok. Kentsel Dönüşüm Projelerinin mimarı yöneticiler, bu projelerde kalem oynatırken insanın ve tarihsel yükümlülüklerinin farkında olmayan mimarlar, plancılar... Olup bitenin farkında olmayan bütün uzmanlar, profesyoneller, dar uzmanlık alanlarına sıkışmış korumacılar... Göremeyenler, görüp de ses çıkarmayanlar..
Ve hepimiz... Roman müziğiyle coşan, zenginleşen, beslenen ama bunu unutan nankör ruhlarımız belki de en suçlu olan... Sulukule için Sulukulelileri yerlerinden etmeyecek bir çözüm mutlaka var. Düşünmek ve onları dinlemek gerek...