Parti kapatmanın ve halkın seçtiği yöneticilere "siyaset yasağı" getirmenin demokrasiyi yaraladığını söylemeyen kalmadı... Biz de elbette bu görüşteyiz, ama şunu eklemeden edemiyoruz: "Peki, demokrasiyi çiğnemek bir yana, tümüyle yok etmeye çalışanlar için ne yapmalı?"
Nitekim Yargıtay Başsavcısı, AKP kurmaylarının "laik ve demokratik rejime aykırı" çalıştıklarını Anayasa Mahkemesi'ne bildirirken, "Sulukuleli"ler de sanki aynı "sav"ı içeren görüşlerini kamuoyuyla paylaşıyorlardı. Basın toplantısında özetle diyorlardı ki:
"Bizi, bin yıllık semtimizden fikrimizi bile sormadan ayırıyorlar. Evlerimiz için görüşümüzü bile almadan yıkım planları yapıyorlar. Sözde yeni iskân bölgesine gitmek istemediğimiz halde, zorla gönderiyorlar. Üstelik bütün bunları TOKİ'nin satılık dairelerine arsa sağlamak için yapıyorlar. Böylece, tarihten gelen 'Roman kültürü' müzün de özgün yaşama zenginliğini yok ediyorlar..." (13 Mart 2008)
Bütün bunlara, iktidar partisini kapatma gerekçeleriyle birlikte bakarsak; Sulukule'de de demokrasinin ve laikliğin açıkça ayaklar altına alındığını görmek mümkün.
Bir semtin geleceği hakkında, sakinleri dışlanarak karar verilmesi; dahası aynı sakinlerin adeta "tehcir"i anımsatırcasına istemedikleri bir göçe zorlanmaları ve tüm kültürleri "eş saygınlık"ta gören evrensel laik tutum yerine, doğrudan Roman yaşamını ortadan kaldırmaya yeltenilmesi; en az türban dayatması kadar sorgulanması gereken bir çağdışılık değil midir?
Yargıtay Başsavcısı'nın "Bunlar ne demokratlar ne de laikler" demesine ateş püsküren türbancı aydınlarımız, şu Sulukule'nin "imha edilen" sokaklarında gezinerek "asıl" özgürlüğün onurlu ve esenlikli yaşama hakkı olduğunu da gözleriyle görebilirler...
Nazi 'işaret'i
Sulukule'de yüzlerce yıldır hâlâ kiracı olan Roman aileler, geçenlerde bir sabah uyandıklarında, evlerinin üzerine kırmızı boyayla kocaman çarpı (X) işaretleri konulduğunu gördüler. Bu ürkütücü "çarpı" lama, belediyenin hemen yıkılacak binalar işaretiydi... Siz olsanız ne yapardınız; evinizin duvarına idam fermanı asıldığında?
Yanıtınızı öncelikle gidip Sulukulelilere de söyler misiniz? Buna nasıl da ihtiyaçları olduğunu, basın açıklamalarında da görebilirsiniz: "Belediyenin işaretlediği evlerden işlerimize gidiyoruz, o evlerde kalkıp, o evlerde uyuyoruz, yıkılırsa sokakta kalacağız..."
Üstelik şimdi, iki yanında enkazların bulunduğu, toz toprak içindeki sokaklarda...
İnsanlığa dozer...
Akademisyenlerin de katıldıkları Sulukule Platformu , kente yönelik müdahalelerin katılımcılığı ve çoğulculuğu hedefleyen yöntemlerle yapılmasını istiyor. Yani Yargıtay Başsavcısı'nın, "korunmalı" dediği demokratik ve laik düzenin kentsel yaşamda ve imar düzeninde de temel alınması, bilim dünyamızın da özlemi.
Ne var ki iktidar, partili belediyesinin Sulukule'deki "insanı unutan" sözde kentsel dönüşüm projesini eleştirmek yerine, "acil kamulaştırma" kararıyla destekleyerek bu özlemi bile umursamadı..
Böylesi bir tutumun, Türkiye'nin 2006'da imzaladığı, "Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi" ne de aykırı olduğunu belirten platform diyor ki:
"Çünkü bu sözleşmeye göre tüm toplulukların özgün üretim ve sanatsal faaliyetleriyle bütünleşmiş kültürel mekânlar da yaşamın bir parçasıdır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu somut olmayan miras, geleneksel süreklilik içinde yeniden yeniden yaratılarak, insanlara kimlik ve devamlılık duygusu sağlar."
Sulukule'de, işte bu duygular da dozerler altında... Sevgi, müzik ve eşsiz bir "dünyalı kültürü"nü İstanbul'dan söküp almanın peşindeler..
Evet... AKP elbette ki kapanması istenebilecek bir parti olmamalıydı; ama tarihe de Sulukule'yi kapatan parti olarak geçmemeliydi...