Suha Özkan: Siyaset Değil Mimarlık Tartışılmalıydı



Kartal ve Küçükçekmece Kentsel Dönüşüm Projeleri ile ilgili olarak, söz konusu projelerin değerlendirme kurulunda da yer alan Ağa Han Mimarlık Ödülü Genel Sekreteri Suha Özkan, yazılı bir açıklama yaptı.

Suha Özkan'ın açıklamasının tam metni:

Kartal ve Küçükçekmece kentsel dönüşüm projeleri ile ilgili tartışma sürmekte. Bu süreç içinde her ne kadar bana özel ve yüreklendirici birçok ileti gelse de genel basın ortamındaki tartışmaların inançsızlığı ve kimilerinin düzeysizliği beni üzdü. O nedenle öncelikle elektronik ortamda, istenirse de meslek yayın organlarında yayınlanmak üzere görüşlerimi Türkiye mimarlık kamuoyuna iletmeyi bir sorumluluk olarak görmekteyim.

Önce Bir Anı
Konuya tam 23 yıl hiçbir toplu ortamda sözünü etmediğim bir anı ile başlamak istiyorum. O zaman olayın içinde bilgilenmiş olanlar tanıktır, ama bu anıyı hiçbir zaman kimseyi incitmemek için mimarlık kamuoyuna mal etmedim. Sanırım şimdi zamanı geldi.

Hepinizin bildiği gibi 1983 yılında Ağa Han Mimarlı Ödülü'nü Türkiye'den Sevgili Ozan ve Gazeteci Nail Çakırhan kazanmıştı. O yıllarda da benim yönetimimde olan Ödül sekretaryası, kazanan projeleri çok önceden basına "Ödül Töreni Günü Yayınlanmak gizliliği kaydı" ile duyurur ki yayınlanan bilgi ve belgeler nitelikli ve gerçeği yansıtan yayınlar olsun ve eleştiri ile derinlik kazansın.

Bir mimara verilmeyen bu Ödül'ün mimarlık topluluğunu rencide eden bir "rezalet" olduğuna inanan ve bu güven kuralına uymayan bir yayın organının girişimi ile bu bilgi "basın olmayan" ama mimarlığın "duayenleri" olan bir kesimin bilgilerine sunuldu. Bu kesim yaptıkları toplantılar sonucu konuyu daha yeni "Devlet Başkanlığı" görevinden sonra Anayasa oylaması sonucu "Cumhurbaşkanı" olan Sayın Kenan Evren'in bilgilerine sunuldu.

1983 yılı 7 Eylül günü Ödül Töreni'nin ev sahibi ve onur konuğu olacak olan Cumhurbaşkanı'na: "Mimar olmayan birine mimarlık ödülü vermesinin ve üstelik de bir "Komünist" ile el sıkışmasının doğru olmayacağını" telkin ettiler. O gurupta (izleyici olarak da olsa) yer alan bazı kişiler, sorumluluk duygusu ile girişimi en ufak ayrıntısına kadar dostluk ve güven çerçevesinde bana bildirdiler. Düşünce özgürlüğünün katı bir savunucu olarak, bu tutumu beğenmesem de saygı duydum ve herhangi bir girişimde bulunmadım.

Bilindiği gibi Nail Çakırhan, Nazım Hikmet, Şevket Süreyya Aydemir ve Vala Nurettin (Va-Nu) gibi Türkiye'nin düşün ve sanat ortamına büyük katkılar yapmış ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında okumak için Moskova'ya gönderilen öncül kişiler arasındaydı. Çakırhan, Türkiye'ye döndükten sonra zor yıllar yaşamış, Nail V., olarak düşüncelerinden dolayı hapis yatmış ve kendine uygulanan baskılar sonucu Gökova Körfezi'ndeki Ula kasabasına çekilmiş ve orada geleneksel yapı sanatına kendini adamış bir sanat adamı yaşamını sürdürmekte idi. Tek "suçu" (!) kendisine, kendi zevkine göre, kendi arsasında kendi parasıyla ev yapmış olmasıydı. Ödül'ün Büyük Jürisi de bu yapıtı Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne layık görmüştü.

Oldukça rahatsız bir biçimde tören çalışmalarını sürdürüyorduk. Cumhurbaşkanı'na iletilen dilek konusunda da beklemekteydik. Sıcak bir Ağustos günü İstanbul Valisi Sayın Nevzat Ayaz, beni Ağa han Ödülü yetkilisi olarak İstanbul Valiliği'ne çağırdı. Konunun önemini ve duyarlılığını bildiğim için, konuşulacaklara tanık olması için sevdiğim ve güvendiğim dostum Rahmetli Selçuk Batur'u da yanıma alıp Valiliğe gittim.

Sayın Ayaz önce benim yetkimi ve kimliğimi belirleyip, Cumhurbaşkanlığı'nın iki sorusu olduğunu ve bu soruları benim yanıtlamamı istediklerini söyledi:

Soru 1
Nevzat Ayaz: "Bir uluslararası sanat yarışmasında (örneğin müzik) Sovyetler Birliği, Çin ya da Küba'dan bir sanatçı kazanmış olsa. Onun Komünist olması bu başarısını gölgeler mi?

Suha Özkan: "Sanmıyorum. Hayır gölgelemez."

Soru 2
Nevzat Ayaz: "Komünist olduğu için, Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu sanatçının elini sıkmasında bir sakınca var mıdır?"

Suha Özkan: "Hayır. Bence düşünülemez."

Ayaz, nezaketle bilmek isteğinin bu kadar olduğunu söyleyip, teşekkür etti. Çıktık.

Sonunda Kenan Evren'in söz verildiği gibi Tören'e katılacağı, sadece kendi seçeceği bir projeye Ödül'ünü şahsen vereceği Dışişleri Bakanlığı'ndan bize bildirdi. Rahatlamıştık. Evren, Topkapı Sarayı'ndaki Ödül Törenine katıldı. Seçtiği Ödül, o zaman komünist bir yönetimde olan Mali'nin kerpiç Niono Camisi'nin "mimar olmayan" yapı ustası Rahmetli Lassine Minta idi.

Son günlerde Kartal ve Küçükçekmece Proje teklifleri sürecinde en köktenci, yer yer ülkeci bir söylemle eleştiri getirenlerin arasında "Cumhurbaşkanı'na muhtıra ile öğüt veren" kişilerin var olduğunu bilenler, çok iyi anımsarlar. İstanbul Yarışmaları içinde karşıt tutum sergileyen Sevgili Oktay Ekinci'nin, ki o zaman Muğla'da mimarlık yapmakta idi, bu gurubun içinde olmadığı bildirmekte yarar var ki yanlış anlaşılma olmasın.

Bir Özlem
Geçen ay, New York'ta Modern Sanatlar Müzesi'nde (MoMA) Sevgili Dostum Terence Riley'in gerçekleştirdiği Çağdaş İspanya Mimarlığı sergisini gezdim. İspanya çağdaşlığın hem aşırı hem de aykırı uçunda öyle sadece Madrid ve Barselona değil, birçok taşra kentinde de olağanüstü bir mimarlık misyonunun içinde idi. Tıklım tıklım olan serginin, izleyicilerde uyandırdığı hayranlık heyecan verici idi.

Sergiye seçilen mimarlar arsında kimler yoktu ki. Jean Nouvel, Richard Rogers, Zaha Hadid, J. Herzog - P. Meuron, Alejandro Z. Polo - Farshid Mousavi (FOA), Frank Gehry, Peter Eisenman, daha birçok İspanyol olmayan mimar. Ama en hoş olanı, İspanyollar da bu çağdaş mimarlık ustalarından aşağı kalmamışlardı. Kısacası İspanya Juan Miro, Pablo Picasso, Salvador Dali vb.nin ötesinde, şimdi de üst düzey bir mimarlık ve yapı koleksiyonuna ev sahipliği yapmakta idi.

1950'lerde Hindistan'da Modernlik savunucusu büyük lider Jawaharlal Nehru da benzeri bir eylem içine girmişti. Chandigarh Yeni Kenti'nin gerçekleştirilmesi işini o zaman Moderizm ile eş anlamlı olan Le Corbusier'e doğrudan vermişti. Le Corbusier de yanına aldığı yeğeni Pierre Jeanneret ile o yıllarda Üçüncü Dünya kentleşmesinin sayıları çok az olan az olan uzmanlarından Jane Drew ve Maxwell Fry'ı çağırp, kendisinin en görkemli yapılarını ve yepyeni bir kentleşme modelini gerçekleştirip önce Hindistan'a sonra da tüm insanlığa armağan etmişti. Nehru'nun cesareti yankı bulmuş, daha sonra aralarında Louis I. Kahn'ın da olduğu birçok ünlü mimar bu ortamda başyapıtlar vermişlerdi.

Daha önemlisi Le Corbusier ve Kahn'la birlikte çalışan Balkrishna Doshi'den başlayarak Charles Correa, Raj Rewal, Romi Khosla, Ramesh Khosla, Uttam Jain, Achyut Kavinde gibi birçok mimar sadece Hindistan'ın değil tüm mimarlık evrenin ustaları arasında yer aldılar. Kısacası Nehru'nun açtığı yol, çağdaş Hindistan mimarlığını tüm Dünya'ya mal etmişti. Bugün UIA (Uluslararası), RIBA (İngiltere), Praemeum Imperiale (Japonya) gibi en üst düzeyde anılan mimarlık ödüllerini Hint mimarlarını toplaması bir rastlantı değildi. Çünkü yabancı ustaların o ortamda gerçekleştirdikleri, yerel mimarlar için bir özgüvenin temeli olmuştu.

MoMA'daki İspanya sergisini izlerken, geç de olsa benzeri bir ortamın Türkiye'de de gerçekleşmekte olduğunu düşündüm ve bu ortamın içinde olmanın ve bu oluşuma katkıcı olduğumun gururunu duyumsadım. Artık gerçekleşecekti. Hala çok az sayıda kitapla anılan ve uluslararası literatüre girmiş bir tek başyapıtı barındırmayan ülkemizde de bir şeyler olacaktı.

Katılımım
UIA İstanbul 2005 Kongresi'nde bir dizi konferansı birlikte izlediğimiz Sayın Mimar Dr. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş ile de tüm mimarlık Dünya'sı adına özlemimi paylaştığım için mutluydum. Kendisi zaten Santiago Calatrava ve Frank Gehry ile girişimlerde bulunmuştu. Bir bakıma çağdaş mimarlığın nitelikli yapıtların ev sahipliği yapma özlemini hissetmiştim. Bu enerji çok yoğun bir devinim getirebilirdi.

İstanbul'daki iki büyük projenin uluslararası ortamdan edinilmesi doğrultusunda Sevgili Doğan Tekeli'nin önerisi ve Sevgili Profesörler Hüseyin Kaptan ve Necati İnceoğlu'nun da aynı görüşü paylaşması sonucu kendimi ummadığım bir danışmanlık ortamında buldum. Sayın Topbaş'ın Altesleri Karim Aga Khan'dan benim yardımlarımı isteyen dileği olumlu yanıt buldu ve "tümüyle gönüllü" bir statü ile bu ortama katıldım.

Uluslararası yarışmalar ortamında Türkiye'nin "Kredi Notu" ne yazık ki pek yüksek değildir. Bilinir ki 1930'larda Clemens Holzmeister -kendisi o zamanlar nerede ise "Devlet Mimarı" konumunda Ankara'da çalışmakta idi- Gelibolu Yarışması'na değin Ankara İmar Planı ve Side Turizm Planlaması dahil tüm yarışmaları hep Türkler kazanmıştı. Bu Türk mimarlarının başarıları olarak yorumlanabileceği gibi, yurdumuzdaki yarışmaları kendi mimarlarımıza kazandırdığımız gibi tersi bir önyargının da kaynağı olabilir. Ayrıca, son yarışmalardan Gelibolu ve İzmir yarışmaları, edinilen projelerin geliştirip uygulanması sürecinde kazananlara pek bir öncelik veremedi.

Düşündüğümüz bir yarışma yerine nitelikli ve uluslararası ortamda iz bırakmış mimarlara çağrı yapmaktı. Kartal Maltepe Kentsel Dönüşümü için bu tür büyük projelerde başarılı olmuş Zaha Hadid, Massimiliano Fuksas ve Kisho Kurokawa'yı; Küçükçekmece Projesi için de doğal çevreye duyarlı "yeşil kentler" özleminin savunucuları Kengo Kuma, Winny Maas ve Ken Yeang'i çağırdık. Yeteneklerinin kanıtı için burada dökümüne girmek yersiz. İsteyen internet ortamından inceleyebilir.

Dünya'nın birçok yerinde projeleri olan ve büroları işle dolu bu kişileri hem de çok yüksek düzeyde meslektaşları ile teklif sürecine ikna etmek kolay değildi. İstanbul'un ve Mimar Belediye Başkanı'nın verdiği güven, IMP'de yaratılan olağanüstü yüksek düzeydeki profesyonel ortam ile benim kendileri ile olan kişisel ilişkilerim birleşince, kendilerini İstanbul'a "cezb etmek" mümkün oldu. Burada katkıları için kendilerine teşekkür etmek isterim.

Doğal olarak, gelecek projeleri değerlendirmek için de benzeri nitelikte bir gurup saptamamız gerekiyordu. Yine yeni kentsellik kavramına yakınlıkları ve uluslar arası konumları nedeni ile Sumet Jumsai, Michael Sorkin ve Elias Torres-Tur değerlendirme kuruluna aldık.

Her ne kadar benim oradaki varlığım teklif alma gündemindeki konulara duyarlı uluslararası ortamda önemli projelere imza atmış kentsel tasarımcıların katılımlarının sağlanması olsa da; tüm bu süreç içinde Türk mimarlarının dışlanması yolunda ne benim, ne IBB Başkanı'nın ve ne de İstanbul Metropoliten Planlama Bürosu'nun yetkililerinin niyeti vardı. Yalnız, yabancı katılımcıların belirlenmesi çok zaman almadı. Zaman kazanmak için, çağrıların hemen yapıldığı, çalışmaların başladığı bir süreç içinde, proje sunuş takviminin adaletini engellemeden yeni proje guruplarını ekleyecek bir süreç bulamadık. Bu hepimizi rahatsız etti.

Ama bu ortamda amacın "Master Plan" edinilmesi olması ve sonucunda da yüzlerce Türk mimarına iş olanağı çıkacağını düşünerek, Türk mimarlarını sonraki katılımlarda çağırmayı yeğlemek durumunda kaldık. Bu saptama, bir özür olarak da alınabilir. Bence, bu projelerin mimarlık kesimini Türk mimarlarının yapacak olması gerçeği unutulmamalıdır. Yüzlerce hektarlık alanın bir ya da birkaç mimar tarafından projelendirileceğini düşünmek haksızlık, gerçek dışı düşünmek, hatta mimarlık ortamımıza ihanet olur. Böyle bir yol hiçbir zaman aklımızdan bile geçmedi. Ortak görüşümüz nitelikli ve ses getiren bir uluslararası yönelim ve bakış ile işe başlamaktı.

Bizim hazırlayıcılar olarak düşündüğümüz bu yolun, değerlendirme sonrası da sunulan "rapor" ile de desteklendiği bilinmelidir. Yapılan eleştirilerin tümünün bu raporun okunmadan yapılmış olması, eleştirmenlerin önyargılı olmasalar bir süreci öğrenmek ve belgelerini edinmek konusundaki ataletleri üzücüdür.

Hele eleştirilerin, projelerin değerini anlatmak için Sayın Topbaş'ın "ipek kumaş" benzetmesi çevresinde yoğunlaşması, nasıl hoşgörüsüz bir ortam içinde olduğumuzun bir belgesi olarak da ilginçtir. İşte bu tür alıngan, negatif ve önyargılı tutumlar sonucu Türkiye politikasında nükte, hoşgörü ve anlayış yok olmaktadır. Kısacası yaşamımız anlamsızlaşmakta diyalog olanakları da öfke ve suçlamalar ile eriyip gitmektedir. Çok yazık.

Üstelik Sayın Topbaş'ın "Bu düzeyde proje yapacak yerli mimar yok" saptamasının bizi incitse de bir gerçeği yansıttığını kabul etmemiz gerekmez mi? Ben bunu, Türk mimarlığı üzerine şu anda var olan uluslararası literatürün en önemli katkıcısı ve UIA Yarışmalar Kurulu'nun üyesi olarak söylüyorum. Bu konuyu her ortamda tartışmaya hazırım. Çünkü mimarlığın nitelik geçerliliği (validation) kendini metheden belagatle değil uluslararası eserler ve ödüllerle saptanır.

Bu konuda kendi ligimizde saydığım Hindistan, Tayland, Meksika, Brezilya, Arjantin, Kolombiya, Mısır, Ürdün, Pakistan ve Sri Lanka'dan geride olduğumuzu kabul edersek, eksikliğimizi nasıl tamamlayabileceğimizi saptayabiliriz. Kendi kendimize konuşup öfkelenmek bizi pek ileri götürmeyecektir. Bunu, son 24 yılını ödül yöneterek mimarlık validationını sağlamak amacı ile ömrünü tüketmiş biri olarak söylüyorum. İçten olalım.

Beklentilerim
Değerlendirme toplantısından hemen sonra Güney Doğu Asya'ya gittim. Umudum, döndüğümde kazanan projeler üzerinde yoğun bir tartışma ve proje eleştirisi bulmaktı. Olayın dedikodu, çıkar ve ülkecilik odaklarında yoğunlaşmış olması, beni biraz daha üzdü. Biz mimarlar ne zaman, nerede, nasıl proje tartışacağız? Bizi ve bu tartışmaları hangi kuruluş yönlendirecek, topluma mal edecek ve yaygınlaştıracak?

Maslak'ta kaç tane Türk mimarının yaptığı çok katlı yapı var. Bu yapıları ve proje edinme sürecini kim denetliyor? Bu projeler Mimarlar Odası TUS sürecinde nasıl onaylanmakta? İş Kuleleri, işin ortasında "ikinci mevki" bir ABD proje şirketine verilince neden bir ses çıkmadı? Atatürk Havaalanı'nın müellifi kimdir? En büyük iki özel üniversitemizin yerleşke ve mimari projeleri yine benzeri mimarlık "şirketleri"ne verildiğinde, bugün bu proje edinme sürecini yeren kişi ve kuruluşlar nerede idiler?

Bu soruların hiçbir zaman yanıtlanacağını sanmıyorum. Ama soruyorum ve soracağım. Eğer küresel ortamın tüm dinamikleri mesleğimizin temeli olan proje edinme süreçlerinin zararına çalışıyorsa, bunu önlemek için "korumacılık" mı talep edeceğiz? Yoksa kendi düzeyimizi mi yükselteceğiz? Bugün Türkiye'de bütünleşmiş proje üretecek kapasitede "corporate" kimliğe sahip kaç büro var? Hala mimarlık tasarımın bir "zanaat" olduğu ortamda mı çalışmayı bekliyoruz? Tüm dinamikler bana, 18. yüzyılda Osmanlıların endüstriyel gelişmeye burun kıvırıp çağlarını ıskalamalarını anımsatıyor. Mimarlık ve Türkiye, sevgisi ile dolu biri olarak beni korkutuyor.

Biz IMP'de belki de Dünya'da ilk kez kişilere, kuruluşlara ve basına açık bir Proje Sunuşu süreci gerçekleştirdik. Sadece Değerlendirme Kurulu'nun değil, tüm katılanların görüşlerini almak için olanak ve ortam yarattık. Gittikleri her yerde binlerce insana konferans veren altı ünlü mimar önerilerini gün boyunca herkese sundular. Aynı düzeydeki üç mimar da görüşlerini açıkladı. Bu sürecin hiç mi bir değeri yok? Türkiye mimarlık ortamı böylesine duyarsız olabilir mi? Hayatımızı hep alınıp, küsüp, olayları dışlayıp, protestolarla mı geçireceğiz? Bu tavırların mimarlığa nasıl bir katkısı olabilir?

Mimarlar Odası
İşin bilgilendirme sürecine gelince. Ben hiçbir zaman herkesle paylaşmayacağım gizli bir meslek süreci içinde olmadım. Sürecine ve adaletine inanmadığım için ayrıldığım yarışma Jürileri hiç de az değildir.

Bu konuda da Sayın Mimarlar Odası Başkanı Oktay Ekinci ile MYK üyeleri Fatih Söyler ve Necip Mutlu'nun da var olduğu bir toplantıda (4 Ocak 2006, Richmond Oteli, İstanbul) olabildiğince açık ve benim bilgim dahilinde olan tüm ayrıntı ile Türk mimarlarının katılımı dahil hiç bir konuyu saklamadan ilettim. O toplantının sonuçlarını da aynı açık yüreklilik ile IMP yetkilileri Profesörler Hüseyin Kaptan ve Yarışmalar Yöneticisi Murat Vefkioğlu ile de işverenlerce bilinsin ve kayda geçsin diye aynı gün paylaştım.

Şimdi burada Oktay Ekinci'nin söylediklerinin özetini (doğal olan kendi itiraz hakkı saklı olmak üzere) belgeliyorum. Sayın Ekinci bana:

a) Kartal Maltepe'de geliştirilecek yeni bir iş, konut ve kültür odağının İstanbul iş merkezi üzerinden yük alacağı için çok olumlu bir proje olduğunu;

b) Küçükçekmece kıstağının çok duyarlı ve değerli bir doğal değer olduğunu ve buraları denetimsiz yapılaşmanın işgalinden planla koruyup kollayıp sahiplenilmesinin iyi bir girişim olduğunu; söyledi.

Bunlar doğal olarak tüm meslek topluluğunun da paylaşacağı olumlu ve yüreklendirici görüşlerdi. Ama bana ayrıca:

c) Her işverenin teklif alma süreci işletme özgürlüğünün oluğunu, buna da karşı olamayacağını da belirtti.

Eğer o gün bana bu proje edinim sürecine karşı olduklarını söyleselerdi, tüm süreç ve gelişmeler herhalde çok farklı olurdu.

Herkes şunu bilmelidir ki, 1967'de mezuniyetimden 3 gün sonra başlayan 39 yıllık bir Mimarlar Odası üyesiyim. Bu süre içinde yönetimde kimler olursa olsun, Oda kararları ve politikası ile zararlansam bile hiç bir kez çelişmedim. Aynı süre içinde 1971 Mimarlık Dergisi yönetiminden, 2005 UIA Kongresi'ne kadar Oda adına birçok etkinlik içinde oldum. Bu güne kadar Oda'dan bana ödenmiş "toplantı hakkı huzurları" dahil bir tek kuruş yoktur. Şu anda UIA Konseyi üyeliğimin masraflarını bile kendi olanaklarımla karşılamaktayım. Oda'ya olan bağlığım ve katkım hep "gönüllü" olagelmiştir.

Dolayısı ile basına açık bir biçimde, "Jüri Üyelerinden (Değerlendirme Kurulu denmek isteniyor herhalde? Çünkü ortada teklif-değerlendirme vardır. Yarışma yoktur) yazılı açıklama isteyeceğiz" tehdidi biraz yersiz, bir o kadar da kadirbilmez kaçmaktadır. Hele UIA'ya "suç duyurusu" ise, ciddiyet dışı olmaktadır. UIA sadece yaygın uluslararası yarışmalara karışır. İşverenlerin teklif almasına değil. Üstelik IMP de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ve dolayısı ile İstanbul halkına karşı sorumludur.

UIA'ya karşı sorumlu olan, onun üyesi olan Mimarlar Odası'dır. Sonra, sormazlar mı: "Siz bu süreç içinde ne yaptınız?" diye. UIA'nın tavsiyesi olan yerel mimarlarla işbirliği ise zaten doğaldır. Umarım bu kuralı Oda yukarda sözünü ettiğim yüzlerce proje için de uygulamaktadır. Biz bu eylemde, uluslararası düşünce ve vizyon peşinde olduk. İthal malı mimarlık edinmek için değil.

Ne olur alınganlığı ve dedikoduyu bırakalım ve projeleri tartışalım. İyi eleştirilmiş gerçeklere yönelik Dünya çapındaki önerilerden, önce İstanbul sonra Türkiye yararlanacaktır. Edinilen sonuçlar ise mimarlığımızın kazanımı olacaktır.

Mimarlık sevgisi dolu, daha iyi ve sağlıklı kentlerde yaşamanın koşullarının tartşıldığı düşünce ortamlarının oluşması dileği ile tüm mimarlarımıza sevgiler.