"Siyasetin Merkezinde Artık Kent Var"



Yeşil Gazete'den Gülsin Harman'la gerçekleştirdiği röportajda Gezi sürecini esnaf tartışmaları özelinden de değerlendiren Adanalı, kentsel polikitaların ülke gündemine yerleşme sürecini aktararak,"Siyasetin merkezinde artık kent var" diyor.

Röportajın tamamı şu şekilde;

Beyoğlu’nda bazı esnafın ve dükkan çalışanlarının işlerinin azalmasından sorumlu tuttukları eylemcilere şiddet uyguladığını görüyoruz. Şiddetin meşru gösterilemezliği bir yana, böyle bir argüman gerçekçi mi?

Beyoğlu’nda esnafın, yani nispeten küçük ticarethane ve zanaatkarların, hiç de hayrına olmayan bir dönüşüm yaşanıyor. Bu dönüşüm merkezine turizm sektörünü alıyor ve yatak kapasitesini arz-talep dengesine bakmadan arttırmayı hedefliyor. Mevcut ticarethaneleri de ulusal ve uluslararası zincir mağazalar ile değiştirmeyi, Beyoğlu’nu “Küresel Kent”e yakışır bir tüketim mabedi olarak klonlamayı hedefliyor. Yani büyük balık küçük balığı iştahla yiyor. Bölgedeki yeni AVM’ler, Galataport, Haliçport, Tarlabaşı Yenileme Projeleri ile de esnafın yaşam alanları hızla yok oluyor, esnaf varoluşsal bir krize sürükleniyor. Bu üst ölçekteki dönüşüm sürecini bir süredir destekleyen bir gelişme var: İstiklal Caddesi ve Taksim Meydanı’nın barışçıl gösteri ve yürüyüşlere gayri-hukuki bir şekilde kapatılmaya çalışılması. Gaz bombalarının cömertçe sıkıldığı ve TOMA’ların kol gezdiği bir yerde esnafın işlerinin kesilmesi normal. Hatta karar alıcılar, Beyoğlu’nun yapısal dönüşümünün tamamlanabilmesi için bu olağanüstü hal durumunu ‘kolaylaştırıcı’ olarak görüyor bile olabilirler. Çünkü şu bir gerçek, Beyoğlu’nda şiddet içeren bir engelleme ile karşılaşılmadığında, eylemler esnafın dostudur. Eylemciler, yürüyüşleri sonrasında giderler Beyoğlu esnafında yer, içerler. Buraya kadar gelmişken alışverişlerini yaparlar. Bugün “bağzı” esnaflar hedeflerini şaşırmış bir durumdalar. Bahsettiğim dönüşüm ilerlemeye devam ettiği ve kent merkezi siyasetten arındırıldığı taktirde ortada konuşulacak bir esnaf da kalmayacak.
 
Gezi Parkı eyleminden sonra İstanbul’un çehresini tamamen değiştirmeyi planlayan kentsel dönüşüme tepki ne olacak?

Gezi ve Taksim projesini göğsünü gere gere savunabilecek pek kimse çıkmadı. Bu alanın kullanıcılarının da ‘Topçu Kışlası yapılsın’ diye bir derdi de yok. Kentin neredeyse bütün aktörlerinin karşı çıktığı, pek meşrulaştırılamayacak bir proje bütün bu dirence rağmen dayatıldı. Tek bir karar alıcı vardı. Kentsel dönüşümde ekonomik ve mekansal politikalar bir uçsa; demokrasi ve karar alma süreçleri de başka bir uç… Taksim’de hepsi billurlaşarak “Kral Çıplak” seviyesine ulaştı. Parkın kaderini tayin hakkını vatandaşlar iktidara bırakmak istemedi. Bireysel özgürlükleri de kapsayan demokrasi bu devirde artık böyle düşünülmeli. Kentsel dönüşüm kapsamında ‘riskli bölge’ ilan edilmiş 25 mahalleden yüzlerce temsilci Gezi’ye geldi. Parkta oluşturulan enerjiyi aldılar, mekana sahip çıkmanın haklılığı kaçınılmaz ve doğrudan onları da etkiledi. Büyük projelere itirazda farklı bir mücadele olacağını düşünüyorum. İktidar da belki her zaman müzakereyle yoluyla değil ama ikna etmeyle rıza arayacak. Eğer prensip referanduma gitmek olacaksa, kentsel dönüşümde yaşadığımız süreçten bir adım ileridedir. Fakat, parkı yıkıp kimsenin hafızasında olmayan bir binayı dikmenin referanduma götürülmesi fikri de absürddür.
 
Mekan üzerine çalışan, mutlukent.wordpress.com adlı blogunda kentsel dönüşümü yakından takip eden bir akademisyen olarak bu tepkinin doğmasını öngörebilir miydiniz?

Öngörmek çok mümkün değildi ama kentteki hakkına sahip çıkmayla ilgili kalkışmanın; özgürlük mücadelesinin mekandan ortaya çıkacağını düşünüyordum. Siyasetin ve toplumsal hareketlerin merkezinde artık kent var. Baltanın ağaca vurulma anı önemliydi, bir cana mega projelerle kast edilmesi ve o ağacı korumaya gelenlerin polis şiddetiyle bastırılması her şeyi tetikledi. “Kentsel politikalarımızdan sapmayacağız” mesajı şiddetle de birleşince “Biz o kadar mı değersiziz?” tepkisi doğdu.

Taksim Meydanı’nın siyasetten arındırılması çabaları bu tabloda nerede duruyor?

Gezi Parkı projesi üzerine geçen sene bir makale yazmıştım. Bunun bir AVM projesi olmasından öte, amaç Taksim’in heterojenliğini, siyaseten merkezde olmasını, kentlilerin kamuoyunu oluşturduğu bir mekanı farklı görüşlerden arındırma hamlesi. “Burası çok güzel Nişantaşı olacak bir de şu gösteriler olmasa, mitingi başka yerde yapsınlar” tavrı uzun süredir var. Taksim, turistlere ve tüketicilere yönelik tekrar planlanıyordu. Kentteki siyasetin nasıl üretildiğini pek anlamak istemeyen bir tavır. Siyasi toplaşmalar için gösterilen Kazlıçeşme, yeni yapılan Yenikapı Meydanı gibi yerler sterillikleriyle aslında siyasetin içini boşaltıyor. Söyleyeceğiniz sözün kalıplarını iktidarın belirlemesi anlamına gelir. Sınıfsal ve siyasi bütün farklılıklar halbuki Taksim’de temsil ediliyor. Yapılmak istenen şeyle doku uyuşmazlığı var. En son söylenen şey şehir müzesi; steril ve statik bir yapı. Gezi Parkı ise ülkenin siyasetini şekillendiren, gerçek anlamıyla kamuoyunun yaratıldığı bir yere dönüşmüştü. Politika kentleşiyor.

"Kentin kaybedenleri için Olimpiyatlar bir kazanç olmuyor"
 
Üçüncü köprü, Kanal İstanbul, havalimanı gibi projeler iktidarın İstanbul’a damga vurma isteği mi?
 
Politik ve ekonomik politikalar görüyoruz. Rusya ve Çin’de de çok görülen kontrolsüz bir neoliberalleşmeyi yaşıyoruz. İktidarın merkezileşmesi ve otoriterleşmesiyla kazananları ve kaybedenleri çok net biçimde ortaya koyuyor. İnsanlar her şeyi kabul etmiyor, baskıcı hukuki mevzuat ve polisiye önlemler ortaya çıkıyor. Ayrıca geçmişten gelen Türkiye’de yaşanan kalkınmacılıkta her zaman baraj, otoyol gibi büyük ölçekli altyapı projeleri öne çıkar. Kalkınmanın ölçüsü olarak insan hakları, bireysel özürlüklerin sağlanması gündeme

Eylemlerin İstanbul’un 2020 olimpiyatları adaylığını zayıflatacağı yorumları yapılırken Brezilya’da 2014 Dünya Kupası ve 2016 Olimpiyatları’nın mega inşaat projelerinin mali yüklerine karşı isyan patlak verdi. Örneğin Yunanistan’daki ekonomik krizin nedenlerinden biri olarak 2004 Olimpiyatları’nın maliyeti gösteriliyor. İstanbul için Olimpiyatlar ne getirir?

Olimpiyatlar son haliyle kentteki dönüşümleri tetikleyen, hızlandıran, emlak yatırımların arttıran, yeni arazileri açan, çok ciddi yatırım çeken bir etkinlik. Olimpiyatların sağladığı meşruluk altında ormanlık alanlar yapılaşmaya açılıyor, sahiller yatırım alanı olarak değerlendiriliyor. Ayrıca polisiye önlemler, kontrol etme mekanizmalar güçleniyor. Rio’da yoksullar, evsizler, seyyar satıcılar kenti kullanamaz hale getiriliyor. Londra Olimpiyat köyü, doğu Londra’nın en yoksul mahallelerinden birine Avrupa’nın en büyük AVM’sinin yapılmasına ön ayak oldu. AVM’nin yapıldığı yerdeki esnaf zorlanıyor, oradaki tüketici profili başa çıkamıyor. Dolayısıyla kentin kaybedenleri için Olimpiyatlar bir kazanç olmuyor. Gezi Parkı nedeniyle Olimpiyatları alamazsak hayırlı olur.