"Siyasetçiler Şehrin Dönüşüm Sürecini Bilmiyor"



Kuzeyindeki ormanlarla, güneyindeki deniz arasında sıkışmış, çok uzun mesafeye yayılan İstanbul'un hassas bir topografyada olduğunu vurgulayan Prof. Dr. İlhan Tekeli, İstanbul’da hiçbir şeyin rastgele olmaması, çok iyi hesaplanması gerektiğine dikkat çekiyor. İstanbul'un hem doğası, hem de tarihi nedeniyle çok özenli müdahale edilmesi gereken bir yer olduğunu kaydeden Tekeli, "Ama Türkiye’nin ne siyasi, ne de sivil toplum bilinci, bu hassas problemi almaya yetmiyor" diyor.

TMMOB Mimarlar Odası Genel Merkezi tarafından 23-24 Ocak tarihlerinde İstanbul'da gerçekleştirilen 'Yerel Yönetimler, Kentleşme ve Demokrasi' sempozyumunda yapi.com.tr'nin sorularını yanıtlayan Tekeli, demokratik taleplerinden birinin özellikle hizmet ötesini istemek ve el değiştiren gayrimenkul bilgilerinin şeffaflaşmasını talep etmek olduğunu belirtiyor.

Kentlerin her yerde dönüştüğünü; ancak bunun, bizim algıladığımız kentsel dönüşüm gibi olmadığını söylediniz. Bizde farklı olan nedir?

Siyasetçilerimiz, şehrin dönüşüm sürecini bilmiyor. Onlar, “Burada belirli bir fırsat var; şu alanı, şu adama, şu kadar imar hakkıyla verirsem, şu kadar kar eder” gibi hesaplar yapıyorlar. Halbuki burada kaos gibi görünen şeyin arkasında dünyaya paralel bir oluşum var. Tek merkezden çoklu merkezlere geçerken, eski merkezler çöküyor; ancak İstanbul böyle bir çöküntüyü yaşamadı. Neden; çünkü soylulaştırma nedeniyle kentin merkezindeki boşalan imalat alanlarına yüksek katma değeri olan turizm, dinlence ve eğlence faaliyetleri doldu. Oysa İzmir’in tarihi merkezinde turizm İstanbul’daki kadar hızlı gelişmediği için bazı çöküntü alanları oluştu. Şimdi, ‘İzmir Tarih’ projesiyle oraları canlandırmaya çalışıyoruz.

İstanbul, tarihsel olarak 19. yüzyıla kadar bir dünya kentiydi; ama 20. yüzyılın başında bu işlevlerini kaybetti. Şimdi, ‘dünya kenti’ işlevlerini yeniden kazanıyor. Dünya kenti olmak, büyük bir hinterlandda yol gösterici, örgütleyici bir özelliğinizin olması anlamına geliyor. Ama sanayi toplumu kentinden bilgi toplumu kentine geçerken, aynı zamanda da tek merkezli kentlerden çok merkezli büyük kentlere geçiliyor. İstanbul, bu iki geçişi yaşıyor. Fakat, bugün sözü edilen ve kentsel dönüşüm olarak adlandırılan problem, bununla ilgili bir sorun değil. O, II. Dünya Savaşı sonrasında ucuzlatılmış kentleşmenin çıkarttığı gecekondu alanları, çürük yapılar vs’nin ortadan kaldırılmasına dönük bir programın uygulaması.

Bu dönüşüm süreci kentlilere nasıl yansıyor? İstanbul nereye gidiyor?

Bunu, demokratik süreçler içinde yaşamıyoruz. Bir siyasi iktidar ve onun emrivakileri var. Onun için aklımın arkasında, ‘İstanbul nereye gidiyor?’ diye bir soru kalıyor. Bu dönüşümün önemli bir niteliği; ortada bir fırsat varsa, bundan faydalananların ve kaybedenlerin olacak olması. Ama bütün İstanbul’da öyle bir gelecek ilizyonu yaratılıyor ki, herkes kentsel dönüşümden yana. Ama kazananın ve kaybedenlerin kim olacağının hesabı yok. İstanbul'un yaşanabilir bir yer olup olmayacağına dair bir planlama yok. Her gün emrivakiye açık bir fırsatlar dünyası. Konuşmamda özellikle demokratik taleplerimden birinin hizmet ötesini istemek ve gayrimenkul transferi bilgilerinin şeffaflaşmasını talep etmek olduğunu vurguladım. Çünkü ancak onu bilirsem, neden böyle olduğunu anlayabilirim. Kent, çok güçlü aktörler eliyle dönüşüyor; fakat müzakere yok, emrivaki var. Bu da geleceği hakkında kuşkularımızı artırıyor. Planlamadan vazgeçtim, belirli bir strateji ve onun üstünde demokratik bir müzakere gerçekleşmiş değil.

Kentin, sizin deyiminizle, artık binaların eklemlenmesi şeklinde değil de büyük kent parçalarının koordineli olmayacak biçimde sıçramasıyla büyümesi ne gibi handikaplar yaratıyor?

Bu, aslında, bir fırsat da yaratabilir; ama planlamanız dolayısıyla. Çünkü tek tek binaların eklemlenmesiyle büyüyen şey, ki 1980’lere kadar böyleydi, kentin merkezini sıkıştırıyor ve yık-yap süreçlerini başlatıyor. Ama bugün inşaat sektörü çok güçlü ve büyük parçalar halinde inşa edilebildiği için kent, merkeze hapsolmuyor; dışa sıçrayabiliyor, kendi dışşallıkları var. Bu, planlanabilirse, fırsatlar yaratan bir durum. Ama bu nasıl kullanılıyor? Yeni gelişme biçimi belirli bir noktaya hapsolmadığı için, imara açılmamış bir yeri imara açarak oradaki rantı belirli bir gruba transfer etmeyi kolaylaştırıyor.

Yerel seçimlere çok az bir zaman kalmış olmasına rağmen hala onu konuşamıyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eğer bugün Türkiye’de siyasi bir kriz yaşandığını kabul ediyorsanız, gündeme gelemez; çünkü kriz ön plana çıkıyor. Ayrıca önceki genel seçimi hatırlarsanız, bir yerel seçim gibiydi; çünkü Başbakan, kendi projelerini satarak bir sonuç almaya çalıştı. Ama bugün o projeleri önerecek durumda değil. Aslında bizim siyasetimiz aşırı derecede merkeziyetçi; siyasi kültürümüz, yerel siyasetimizin ön plana çıkmasına olanak vermiyor. Çözüm de yerelin demokrasisinin nasıl kurulacağından geçiyor.

Böyle bir ortamda mimarlık, planlama dünyası, siyasetle nasıl ilişki kurabilir?

Birkaç yolu var. Bunlardan biri, kendilerinin siyasete girmeleri. Bir belediye başkanının dış dünyadan telkinlere en açık olduğu dönem, seçim öncesidir. Çünkü siyasetçinin seçime girerken bir program önermesi lazım. Onu bu aşamada etkilemek, sonrasında etkilemekten daha kolaydır. Dolayısıyla seçim öncesinde o siyasetçilerle ilişki kurmak da bir yol.