Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Uğur Tanyeli'nin yeni yayınlanan “Mimarlığın Aktörleri” kitabı üzerine yapılan bir röportajda, Mimar Sinan'ın aslında Türk mimarlık ve sanat tarihi içinde kurgulanmış bir karakter olduğunu ileri sürmesi tartışmalara yol açtı. Mimarlık camiasının önde gelen isimleri, Tanyeli'nin Mimar Sinan'ı, özellikle Cumhuriyet dönemine atıfta bulunarak; ‘devletlerin kuruluş aşamasında kendilerini meşru kılabilmek adına ürettikleri tarihi kurgusunun bir parçası’ olarak değerlendirmesini çoğunlukla "anlamsız" karşıladı.
Daha önceki yazılarında "Fizyonomisi hakkında hiçbir şey bilinmeyen bir tarihsel kişiliğin heykelini nasıl ve neden yapmamız gerekiyor"* sorusuna cevap arayan Tanyeli; Sinan’ın gereğinden fazla yüceleştirildiğini, bu süblimasyon sonunda da Sinan’a ait olması mümkün olmayan eserlerin bile ona mal edilerek aslında düşsel bir imge yaratıldığından bahsediyor.
Prof. Dr. Uğur Tanyeli
Sinan'ın bu denli önemsenerek, Türkiye'de yüzlerce heykeli yapılmasının veya binlerce sokağın Mimar Sinan ismini taşımasının sebebini; Türk mimarlığı içindeki isim yokluğuna bağlayan Tanyeli’nin, "Sinan estetik, fiziksel çevre ve mühendislik adına çağdaş Türk insanı ne tahayyül edebiliyorsa hepsinin personifikasyonu niteliğindedir" cümlesiyle betimlendirdiği bu durum, aslında Türk mimarlık tarihi camiasının yıllardır içinde bulunduğu bir tartışma.
Örneğin, Osmanlı Mimarisi kitabının yazarı Prof. Dr. Doğan Kuban, Sinan’a mal edilen yüzlerce yapının ona ait olamayacağı görüşünde. Kuban, kitabında Sinan’ın fizyonomisi, düşünceleri, psikolojik kimliğiyle tanımamıza imkan sağlayacak bilgilerin olmadığını, Sinan çağdaşlarının yazılarından kendisi ve sanatı üzerinde bir yorum yapılmadığını açıkça belirtiyor. İmparatorluğun en güçlü olduğu elli yıl boyunca mimarbaşı olarak görev yapan Sinan’ın dört yüzü aşkın yapı yapmış olmasının Kuban’a göre de mümkünü yok. Ancak bu durum yine de Kuban’ın, Sinan’ı hayali bir kişilik olarak tanımlayanların gözünde pozitivist bir mimarlık tarihçisi olarak kalmasına engel olmuyor. Sinan’ı yüceleştirerek eleştirilemez kıldığı için, asıl deha olarak nitelendirilmesi gerekenin Kuban’ın kendisi olması gerektiğini ileri sürenler bile var.
Peki en az 20 yıl Osmanlı ordusunda savaşçı olarak görev yaptıktan ve büyük bir olasılıkla bir askeri mühendis olarak da ustalığı ile tanındıktan sonra Sultan’ın baş mimarı olan, kubbeli mekan mimarisine getirdiği yenilikler ve büyük yapılarının etkili tasarımıyla ölümünden yüzyıllar sonra bile mimarlık dünyasını şaşırtmaya devam eden Mimar Sinan hakkındaki bu tartışmalar ne kadar gerçeklik taşıyor? Mimarlık camiası içinde Mimar Sinan gerçekten de bir tabu mu yoksa bu tartışmalar kişisel çatışmalardan mı kaynaklanıyor? Sinan'ı savunan söylemlerin yanında, Sinan'ı bir yarı-tanrı olarak görmeyen mimarların dayanak noktası nedir? Gerçekten de Sinan'ın dehasını kanıtlayan yeterli doküman yok mu? Öte yandan bir mimarın kişiliği, nasıl göründüğü mü önemlidir yoksa dehasını kavramak için yapılarına bakmak yeterli değil midir? Bu sorular alevlenen tartışmanın ardından cevaplanmayı bekliyor.
Prof. Dr. Zeynep Ahunbay
"Onun büyüklüğü başka mimarları küçültmüyor"
Prof. Dr. Zeynep Ahunbay: “Öznel br temele çekilen tartışmaların sonuçlanması güçtür. Mimar Sinan konusu tartışılabilir, tabu değildir, ancak söylenenlerin objektif olması gerekir. Mimar Sinan, Osmanlı mimarlığını bir noktadan alıp bir üst noktaya ulaştırmış bir kişilik. Döneminin her türlü yapısını yaparken eski kalıpların dışına, üstüne çıkmış. Antik mimarlıkla ilişki kurmuş, Ayasofya’nın, antik dönem eserlerinin tipolojilerini gününün çerçevesi içinde, mantıklı ve güzel bir yorumla değerlendirmiş. Bütün bunları başarıyla yapan kişi sıradan değildir, ortalamanın üstüne çıkar, eserlerine bir dehanın yaratıcılığı denilmesi yanlış olmaz.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu sırasında kendimizi tanımamız, anlamamız ve doğru değerlendirmemiz için Türk Tarih Kurumu bazı görevler almıştır. Bunlar arasında Mimar Sinan’ın araştırılması da vardır. Çünkü o zamana kadar sözlü tarih düzeyinde kalan konuların, bilimsel bir tarihi temele oturtma çabası vardır. Özgün kaynaklarından Mimar Sinan’ın eserlerinin listesinin yayınlanması, rölöveler yapılması, onun hak ettiği araştırmaların yalnızca başlangıcı. Hala da tüm eserleri tam olarak yorumlanmış, değerlendirilmiş denilemez. Yüzeysel kalan birçok alan var. Zamanla değişen külliyelerini dahi tam olarak araştırmış, anlamış değiliz.
Akdeniz çevresinde egemen bir imparatorluğun doğusundan batısına geniş bir coğrafyada eserler veren bir bayındırlık bakanı Mimar Sinan. Büyük bir ekiple çalışıyor ve kuşkusuz çevresinde başka yetenekli mimarlar da var. Onun için eserlerinin listelendiği üç ayrı belgenin toplam dörtyüzü bulan yapılarının hepsini bizzat uğraşarak, başında durarak tasarladığını, yaptığını ileri sürmek anlamsız. Deha değerlendirmesi, yaptığı eserlerin sayısından değil niteliğinden kaynaklanıyor. Şehzade Külliyesi ile yaptığı önemli başlangıçtan Selimiye Külliyesine uzanan mimari gelişim çizgisi, onun yeteneklerini çok iyi yansıtıyor. Dini yapılarının yanı sıra köprüleri, su kemerleri, saray pavyonları, hamamları, hepsi ayrı ayrı özellikli, çok zengin çeşitlilikle onun çok yönlü mimari kimliğini ve yaratıcılığını gösteriyor.
50 yıl mimarbaşı olması ve bulunduğu ortamın ona yaratıcılığını ifade edecek fırsatlar vermesi büyük bir şans kuşkusuz. Onun kadar yetenekli başka mimarlar da vardı Osmanlı Mimarlığı'nda mutlaka ancak ne Mimar Sinan kadar iş aldılar, ne de onun kadar uzun süre aynı pozisyonda kaldılar. Dolayısıyla dünyada yeni yeni tanınmaya başlayan Mimar Sinan’ın tasarımlarının evrensel düzeyde ve bir deha ürünü olduğunu düşünüyorum. Onun büyüklüğü başka mimarları küçültmüyor. Onları da araştırıp, tanımak ve değerlendirmek gerekiyor.”
Şevki Vanlı
“İsa’nın yüzünü kim biliyor ?”
Şevki Vanlı: “Bu tartışma veya herhangi bir tartışma, bir ortamda faklı düşünenlerin bulunduğunu, demek ki doğru veya yanlış düşünce üretildiğini gösterir. Bu nedenle, düşünce düzeyinde, tartışmanın sonuçlanmasını değil gelişmesini, kimsenin ve hiçbir konunun dokunulmazlığının olmamasını isterim.
Yenimimar Gazetesi’nin Temmuz ‘07 sayısında Doğan Kuban’ın “Osmanlı Mimarisi” isimli büyük çalışması üzerine, kendisi ve Christoph Neumann adındaki Osmanlı tarihçisinin düşüncelerini ve U. Tanyeli’nin Arredamento Mimarlık’ın Nisan – Mayıs 07 sayılarındaki yazılarını okudum. Neumann’ın eleştirisi, Kuban’ın milliyetçi yaklaşımının evrensellikle bağdaşmayacağı, Tanyeli’nin ise uzun bir dönemi aydınlatan, ortada yeterli belge olmadan bir efsane yaratılarak onun üzerinden tarih yazılamayacağı yönündeydi.
Neumann’ın, Osmanlı’nın karmaşık yapısının dışlandığı savı, bir bakıma onu oluşturan kültürler arasında Türk toplumunun egemenliği ve temsiliyet hakkını yok saymaktır. Son yıllarda yürütülen bir genel politikanın mimarlık tarihi ortamındaki sözcüsü gibi...
Tanyeli, Mimar Sinan’ın fizyonomisi bilinmeden heykelinin yapılmasının, tarihte, dini temsilcileri ve milliyetçi kahramanları efsaneleştirmek için kullanıldığını, bir sanatçıya hiçbir zaman uygulanmadığını söylüyor. Doğrudur, ama bu geleneğin genişletilerek bir mimar için uygulanması, bazı kuruntular dışında, güzel birşey olmalı...
Atatürk tarafından, Türk ulusalcılığının temellerini oluşturulmak için, efsaneleştirilecek örnek kıtlığında, uluslararası kabul edilebilir bir kimlik, Mimar Sinan bulunduğu, onun heykelinin yaptırılması talimatı verildiğini düşünüyor Tanyeli. Osmanlı’yı temsil için bile yalnız Fatih öne çıkarıldığı gibi, bu kez Mimar Sinan seçilerek, aslında ne olduğu meçhul, hayali bir kahraman yaratıldığı öngörüsünü öne sürüyor.
Onu anlayacak bir ortam oluşturacak başkaları olmadan, özellikle sanatta, hiçbir başarının gelişemeyeceğine inananlardan olduğum, örneğin Modern mimaride de uluslararası bütün ustaların, Osmanlı’da da bütün önemli yapıların öncesi olduğunu, bütün yapıtların müellifinin Sinan ve diğer birkaç mimarla sınırlanamayacağını düşünüyorum. Ama, ortada Osmanlı’yı anlatan yapıtlar olduğuna göre, yüzyıllar sürmüş bir sürecin sahipliğini bir kişide simgeleştirmenin vereceği rahatsızlık, olsa olsa bu büyük birikimin değerlendirilmesinde, eksik yaklaşım suçlaması olabilir.
Bu da Sinan efsanesinin olup olmamasından farklı bir endişe olmalıdır. Yakın tarihimizin sorgulanması, hesaplaşmak için suç aramak amaçlı bir örnek olarak kullanılıyorsa, bunun da ayrıca değerlendirilmesi gerektiğini sanıyorum.
Tanyeli’nin aynı derginin Nisan 07 sayısında ele aldığı “Bir Kent Efsanesi Daha...” isimli yazısı da karşı çıkışın habercisi olamalı... Orada da, Kuban’ın, geleneksel Türk şehirlerinin, bugün özlediğimiz bazı niteliklere sahip olduğu savına karşı çıkarak, tartışmayı “Özetle, bugünkünden daha iyi bir geçmişin varlığına inanmak, daha iyi bir gelecek kurma umudunu da ebediyen yitirmek...” sonucuna bağlıyor. Geçmişte sevilecek bir şeyler bulma, kesinlikle geleceğe inanmamak olmamalı..."
Prof. Dr. Doğan Kuban
“Bu sorular yanıtlanalı uzun yıllar oldu”
Prof. Dr. Doğan Kuban: "Türkiye dengesini yitirmiş bir toplum. Bu dengesizlik tartışma konularının seçimine kadar uzamış. Bu liberal, demokratik, çok cahil ve medyası dışarıdan manipüle edilen bir toplum için karakteristik olarak başlayan trajikomik bir olaydır. Sinan'ı tartışalım ama neyini? Fatih'i, Leonardo'yu, Michalengelo'yu da tartışalım. Bunların yüzyıllardır birikmiş bilgilere dayalı tarihi kimliklerini gerçekten yeni belgelere ulaşmış bir tarih araştırmacısının ciddi bir incelemesi olabilir. Ama gazete makalesi olamaz.
Sinan'ın tarihi konumu Osmanlı tarihinin bir parçasıdır. Tartışılması anlamsız boyutları var. Sinan, Kanuni, 2.Selim ve 1.Murat çağlarında baş mimardır. Yarım yüzyıl boyunca, İmparatorluğun ekonomik olarak en güçlü döneminde eserler vermiştir. Şehzade Camii, Süleymaniye, Selimiye ve pek çok kadın sultan, sadrazam ve sadrazam eşleri için yapılan yapıların belgeli mimarıdır. Yapıtları 16. yüzyıldan bu yana tartışılmakta ve değerlendirilmektedir. Bu yapılarla boyut olarak ve estetik olarak karşılaştırılacak Osmanlı yapısı fazla yoktur. Eserlerin değerlendirmesi her zaman yapılır. Bunu en cahil adamlar da yapar. Ve bugünkü Türkiye kültür ortamı en çatlak sese bile alkış tutabilen bir yozlaşma ortamıdır.
Sinan üzerine kuşkusuz pek çok soru var. Sinan, listelerindeki yüzlerce yapıyı yaptı mı? Kuşkusuz yapmadı. Ama bu sorular yanıtlanalı uzun yıllar oldu. Neden Sinan'dan başka sanatçıları yüceltmiyoruz? Neden bizim mimarlık ve sanat tarihimizin bir tane primadonnası var? Bunu Osmanlı tarihine sormalı. Kaldı ki bizim başka sanatçı ve mimarlarımız da var. Onların yapıtlarını ve bulabildiğiniz ölçüde kimliklerini değerlendirin ve yayınlayın. Ben konuları Sinan'ın yapılarını açıklayarak anlatmaya çalışıyorum. Yapılarına bakarak karşılaştırmalar yapıyorum. Benim bir dil icat ettiğimi söylüyorlarsa onlar da başka bir dil icat etsinler.
Ben Sinan'ın dünya çapında bir sanatçı ve Selimiye'nin dünya mimarlık tarihinde önemli bir başyapıt olduğunu kitap ve makalelerimde bir çok defa yazdım. Sinan'ı tartışacaksanız onun bir yapıtını alıp irdeleyin. Başka yapıtlarla karşılaştırın. Başarısız yanlarını gösterin. Osmanlı tarihinde mimarlık mesleğini de tartışabilirsiniz. Fakat uzun ve özgün bir araştırma yapmalısınız. Gazete sayfalarında değil. Bu tartışmanın bugünkü içeriğini komik buluyorum. Ve Türkiye'nin sayısız çağdaş mimari ve çevre sorunu varken, bunu konunun gündemi saptıracağı kanısındayım."
Doğan Hasol
"Bir tek Selimiye bile yeter”
Doğan Hasol: "Bence Sinan konusunda böyle bir tartışma açmak yersiz. Sinan, tarih boyunca Türk ve Osmanlı toplumunun yetiştirdiği en önemli mimar. Bu tür tartışmalarla değerlerimizi aşındırmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Son zamanlarda böyle bir moda çıktı, öz değerlerimizi aşındırır hale geldik. Mimar Sinan, mimarbaşı, o dönemin Hassa Başmimarı. Yapılan pek çok eserin ona mal edilmesi doğal. O dönemde yapılmış, mimarı bilinmeyen birçok yapı Sinan’a mal ediliyor ya da Sinan’ın onayıyla yapılmıştır diye düşünülüyor. Ancak Sinan kendisine mal edilen bütün eserleri yapmamış olsa bile, yalnızca Selimiye ile zaten dünyanın en büyük mimarlarından biridir. Öteden beri övündüğümüz nokta, Türkiye’nin kendisini dünyaya kabul ettirdiği tek sanat kolunun mimarlık olmasıdır. Bunun da simge ismi Mimar Sinan'dır. Bu olgunun Türkçülük adına abartılan bir efsane olduğu iddiası doğru olamaz. Mimar Sinan, Türkçülük akımlarından önce tanınmıyor muydu? Şehzade Camisi’ni, Süleymaniye’yi, Selimiye’yi kim yapmış? Başka ülkelerin Sinan çapında yüzlerce mimarı mı var? Neyi tartışıyoruz? 400 yapıya gerek yok, bir tek Selimiye bile Sinan’ı yüce kılmaya yeter. Değerlerimizi aşındırmayalım; yabancılar övünürken biz dövünmeyelim.”
* Arredamento, Mayıs 2007, "Mimar Sinan Mitolojisi dosyası, "Sinan'ın Heykelini Yapınız" İyi de, Neden ve Nasıl" yazısından...