‘Şimdi Siyaset Zamanı’



İkisi de pırıl pırıl, çok iyi yetişmiş… İkisi de DSP’den Şişli Belediye Meclisi üye adayı. Birisi İsmet İnönü’nün, büyük oğlu Ömer İnönü’den olma torunu Hayri İnönü, öbürü CHP’nin unutulmaz Ankara Belediye Başkanlarından rahmetli Vedat Dalokay’ın oğlu Hakan Dalokay. Hakan Dalokay Mimar Sinan Üniversitesi’nden yüksek mimar olarak mezun olmuş. Öğrencilik yıllarından itibaren babasının mimarlık atölyesinde çalışmış. Ardından kendi mimarlık bürosunu açmış. Sonradan bütün ticari faaliyetlerini sonlandırmış. Sadece kendi projelerini yapıyormuş. “Siyasetin içindeki bir babanın oğlu olmama karşın hiç siyasete yakın durmadım. Ama insan belli sorumluluklardan kaçamıyor. Artık zamanı da gelmişti. Sayın Başkan Mustafa Sarıgül’ün çıktığı uzun yolculuğu destekliyorum. Türkiye solunun onunla başka bir noktaya gideceğine inanıyorum. Ona destek vermek için de o çatı altında ben de bulunuyorum” diye anlatıyor.

Hayri İnönü Almanya’da işletme okumuş. Birkaç yıl Almanya’da çalıştıktan sonra 1980’de Türkiye’ye dönmüş; Koç Grubu’na girmiş. Daha sonra inşaat sektörüne geçmiş. Ama yıllar sonra Koç Grubu’na geri dönmüş. Grupta şimdi proje bazında çalıştığını anlatıyor. Dedesi, yıllar sonra da amcası Prof. Dr. Erdal İnönü nedeniyle hep siyasetin içinde yaşadığını anlatıyor.

‘Siyaset meslek değil kamu hizmetidir’

“Bunca yıl aktif siyasetten uzak durduktan sonra şimdi neden böyle bir karar verdiniz” sorumu da şöyle yanıtlıyor:

“Babam siyasete hep uzak durmuştu. Amcam siyasete girene kadar da uzak durdu. Ama benim için artık galiba zamanı gelmişti. Başkan Mustafa Sarıgül teklif edince de ‘Evet’ dedim. Bizim gibi yükseköğrenim yapmış, belli bir yaşam görüşü olan kesim siyasete girmeye fazla sıcak bakmıyor. Belki de oradan oraya koşuşturmak istemiyor. Ama artık birilerinin elini taşın altına sokma zamanıdır. Politika yapmayı öğrenmek lazım. Bu benim için vesile oldu. Ama politikayı bir meslek olarak görmüyorum. Sanıyorum Hakan Bey de benim gibi düşünüyor. Siyaset bir kamu hizmetidir, diye düşünüyorum.”

“Dede İnönü’nün siyaset yapma ilkeleri ve siyasilerin özel yaşamlarında nasıl sorumlu davranmaları gerektiği konusunda katı kuralları olduğu malum. Siz bu kurallardan nasıl etkilendiniz” soruma Hayri İnönü şu ilginç yanıtı veriyor: “Biz iki erkek kardeşiz. Sünnet olma çağına geldiğimizde dedem kesinlikle bize sünnet düğünü yapılmasını yasakladı. Küçük olduğumuz için bunun nedenini anlayamamış, üzülmüştük. Yıllar sonra babam bize dedemin o dönem çok önemli siyasi sorumlulukları olduğunu ve sünnet düğünü yapmanın davetlilerden gelecek hediyeleri kabul etme anlamına geleceğini, böyle bir duruma izin vermesinin kesinlikle mümkün olmadığını söylediğini anlattı.”

Bir o günkü bir de bugünkü siyasi sorumluluklara, şeffaflık ve hesap verilebilirlik anlayışına bakar mısınız? Hayri İnönü, İnönü’lü yaşamının kesitinden anılarını aktarmayı sürdürüyor: “Dedem hayattayken hep onun sofrasında ailece toplanır, çocuk-büyük birlikte yemek yerdik. O sofralarda pek çok politikacıyı çocuk yaşımda tanıma fırsatını buldum. Daha sonra amcamın politik yaşamını yakından izledim. Sonradan nasıl bel altı vuruşlara hedef olduğunu ve bunu kimlerin yaptığını da biliyorum.”

Politikaya girişiyle birlikte neler yapmayı amaçladığını da şöyle anlatıyor: “Sorumluluk üstleneceksiniz; sorumluluktan kaçmayacaksınız. Yaptığınızın hesabını verebilir durumda olacaksınız.”

Hakan Dalokay burada söze giriyor: “Açıkçası ben de siyasete girmek istemiyordum. Ama bir sosyal sorumluluk alma zamanının geldiğini düşündüm. Kendi mesleki deneyimim açısından Başkan Sarıgül’e destek vermeyi amaçlıyorum. Şişli’de üretilecek çok proje olduğunu da biliyorum. Bir de başka kentsel dönüşüm projeleri hayata geçmeyi bekliyor. Gecekondu bölgelerinin daha rantabl, daha sağlıklı hale getirilmesi gerekiyor.”

‘Böyle sistem olmaz’

Orada ikisine de şu soruyu yöneltiyorum: “Görebildiğim kadarıyla sistem Türkiye’de şeffaf olmamak üzerine kurulmuş. Başarılar da sanki hesap verilemezlik üzerinden sağlanıyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Böyle bir demokratik sistem olabilir mi?”

İnönü de Dalokay da aynı anda şu yanıtı veriyorlar: “Böyle demokratik sistem olmaz. Biz Amerikalıları çok tenkit ederiz. Ama Amerikalıların siyasi ahlak anlayışları bir hayli gelişmiş. Orada, kasasından iki hediye kol düğmesi çıktı diye siyasetçi görevinden istifa edebiliyor. Bizde ise yaptığınızın hesabını soran yok ki. O zaman niye şeffaf olacaksınız?”

Sorulmuyor, diyorsunuz ama soruluyor. Buna rağmen hiç kimse hesap vermiyor…

Aldığım yanıt şöyle oluyor: “Soruluyor ama sonra unutuluyor. Bir sonraki dönemde aynı şeyler yapılıyor. O zaman da bu koşullar altında hiç kimse şeffaf olma gereğini duymuyor.” Hakan Dalokay bu soruma şu cevabı veriyor: “Ben bunu kişilikle özdeşleştiriyorum. İnsanın nasıl yetiştirildiği, nasıl büyüdüğüne bağlı. Bir kere bunu yapan kendi vicdanına karşı sorumludur. Ben de belediye başkanlığı döneminde pek çok hikâye dinlemiştim. Biz ekmeğimizi siyasetten kazanmıyoruz. Bizim kendi mesleklerimiz var. Türkiye’de ve dünyanın her yerinde siyaseti çıkarları için kullanan insanlar var. Biz ikimiz ise tamamıyla bunların dışındayız. Biz kendi mesleki birikimlerimiz çerçevesinde hizmet üretmeye geldik. Onun için bu bizimle ilgili bir sorun değil.”

İnönü ve Dalokay yerel seçim sonuçlarını nasıl görüyorlar?

“Davos’taki çıkışının Başbakan’a çok puan kazandırdığı söylendi. Bana göre kazandırmaması lazım. Orada İsrail Cumhurbaşkanı’na ‘sen’ diye hitap etti. Dünyanın hiçbir yerinde bırakın bir cumhurbaşkanına, tanımadığınız herhangi bir kişiye sen diye hitap edilmez. Bana böyle hitap edilmesinden ben hoşlanmam.”

Dalokay’ın değerlendirmesi de şöyle oluyor:

“Davos çıkışıyla ilgili genel kanı ne yazık ki olumlu. Bunun nedenleri çeşitli. Bir kere eğitim düzeyiyle ilgili. Anlayış farklılıkları var. Türkiye’deki ana sorunlardan birisi bu. Demokrasi çok eğitimli toplumlarda iyi bir yönetim biçimi. Bence Başbakan’ın o hareketi Türkiye’de ona puan sağladı.”