Ülkemizdeki kent, kasaba ve köylerin çoğu binyılların yerleşimleri… Bu
nedenle “antik kent”le bugünküler genellikle “üst üste”ler... Bu durum toprak
altındaki tarihi de gözeten, hatta çağdaş yaşamla buluşmasını da sağlayacak bir
kent planlamasına özel sorumluluklar yüklüyor… Peki, bu “zor”lu planlamada, hem
antik dokuyu gün ışığına çıkartarak koruma; hem tarihsel dönemlere ait mimari ve
kentsel mirası yaşatma; hem de güncel gereksinimleri karşılayacak yapılaşmanın
gerçekleşmesi, “birini diğerlerine feda etmeden” nasıl sağlanabilir?
Kimi antik kentlerimizin üzerindeki -özellikle- “köy”lerin “arkeolojik alan
dışına taşınması”, örneğin Afrodisias’ta olduğu gibi “çözüm” sayılsa bile, bir
“Milas’ı Mylasa’nın”, bir “Bodrum’u Halikarnas’ın”, bir “Foça’yı Fokai’nin”,
hatta bir “Bursa-Kaleiçi’ni Prusias’ın” üzerinden uzaklaştırmak akla bile
gelmeyeceği gibi, “geçmişi yok etmeyen bir imar düzeni”nin mümkün olabileceği de
yıllarca düşünülmedi!.. Bu nedenlerle onca kültür katliamından sonra, artık
kalanları kurtaran bir “arkeolojik ve kentsel sit planlaması” için temel
yaklaşımların neler olabileceğini saptamak, koruma gündemimizde giderek öne
çıkıyor.
Nitekim Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu konularda izlenecek kuralları
belirlemekle yükümlü organı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu”
(KTVKK) da hem arkeolojik, hem de kentsel sit olan tarihi dokularımızdaki
planlama ve yapılaşmaya ait belki de en “çekingen” ve en “kararsız” ilke
kararlarıyla yetinmek zorunda kalıyor… O kadar ki koruma kurulları kimi
kentlerimizde “arkeolojiyi apartmanların bodrumlarında koruma(ma)ya” kalkışacak
kadar sözde çözümlerle, temel kazılarında açığa çıkan antik geçmişi yeniden
görünmez kılmayı sürdürebiliyor…
Manavgat Bildirgesi
Kentlerimizin bir bakıma varlık nedeni de olan arkeolojik dokularına karşı bu
gibi umarsızlıkların artık sona ermesi için 18-19 Mart’ta çok anlamlı bir
etkinlik yapıldı. Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nin desteğiyle Manavgat
Temsilciliği’nce gerçekleşen “Üzerinde Kentsel, Kırsal Yerleşme Bulunan Antik
Kentlerde Planlama” konulu etkinliğe anlam kazandıran sadece teması değil,
değerlendirmelerin “Side” örneği ışığında yapılmasıydı… Çünkü Side, bir yandan
zengin arkeolojisini kentin gurur kaynağı olarak geleceğe aktarmak, bir yandan
da aynı mirasla uyumlu geleneksel kent dokusunu turizmle buluşturmanın “sancılı”
deneyimini yaşıyor. Bu sancı özellikle yakın geçmişte tarihe duyarsız kalan
yönetimlerin yarattığı tahribatı onarma zorluklarından da kaynaklanıyor. Ev
sahibi Manavgat ve Side belediyelerinin de katıldığı etkinlikte dile getirilen
görüşlerin yer aldığı “sonuç bildirgesi”nde özetle şunlar vurgulanıyor:
Sahip olduğumuz zengin kültürel mirasın önemli bir bölümü arkeolojik
değerlerimiz ve “bu değerlerin bir araya gelerek oluşturdukları antik
alanlar”dır. Tarih içinde birçok kültür, aynı yerleşmeyi farklı zamanlarda
kullanmış ve “çok katmanlı, çok kültürlü kentlerimiz”i yaratmışlardır. Bunun
geleceğe aktarılması için antik kalıntılar, yeni yerleşmelerle uyum içinde ve
barışık olarak yaşamlarını sürdürmelidirler.
Arkeolojik alanların korunması ve kullanılmasına yönelik tanımlar mevcut
mevzuat ve ilke kararında açık ve anlaşılır biçimde yer almalı; sit sınırlarının
saptanmasında, bu alanlarda yapılacak koruma planlarını yönlendirecek yeterli
ölçütler geliştirilmelidir. Üzerinde yerleşme bulunan arkeolojik alanlar için
“koruma/kullanma koşullarını içeren yeni tanım ve ilkeler” geliştirilmeli; bu,
Side ve aynı özelliklere sahip diğer kentlerimizde izlenecek “yaşatarak koruma”
hedefine yol göstermelidir. Korumanın “amaç”, turizmin ise bunun “sonucu”nda
gelişecek yararlı bir “araç” olabileceği unutulmadan “tarih ve kültür turizmi
gelirlerinden korumaya pay aktarılmalı”dır.
Ören yerlerimiz birçok tehlikeyle karşı karşıyadır. Sadece bu gibi arkeolojik
değerleri barındıran yerleri değil, kırsal kesimde sıkça rastlanan, kent
duvarları, tarım terasları vb “geçmiş çağların yaşamışlıklarının izlerinin
belgeleri”ni de korumak, turistik yararın ötesinde öğretici de olabilirler.
19’uncu yy sonlarında tamamen kırsal nitelikli bir alan olan, önemli turizm
merkezlerimizden Side’nin 1940’lı yıllarda İstanbul Üniversitesi tarafından
başlatılan ilk bilimsel kazıları 60’lı yıllardaki planlama çalışmalarıyla
desteklenmiş; Apollon tapınağının onarımı ile başlayan ilk koruma çalışmaları,
ticari yaşamı yönlendiren yeni kurallar oluşturulmuş, bu kuralların mekâna
yansımasının olumlu örnekleri görülmeye başlanmıştır.
Katılımcılar, tüm bu değişim ve gelişimlerin artarak devam etmesini, bu
mirasın korunması ve geliştirilmesinde üstün kamu yararı olduğunun bilinmesini,
Side’nin sosyal ve kültürel dokusu da gözetilerek tarihi turizminin
geliştirilmesini ve bunun diğer benzer kentlere de örnek olmasını
dilemişlerdir.