İstanbul’da yaşayıp Ankara’yı seven son
derece nadide bir cinsin üyesi olarak söylüyorum ki her Ankara’ya gittiğimde
içim ayrı yanıyor. Bulvar’dan yukarı çıkarken aniden başlayan, mavi
fayanslı altgeçit ve o altgeçitteki beyaz fayanstan kuğular ruhuma
bilhassa zarar veren unsurlar arasında. “Ankara Umumi Banyosu”
olarak adlandırabileceğimiz bu görünüm Sayın Gökçek’in Ankara’ya ve Ankaralıya
yaptığı zulmün sadece bir parçası.
Demlik heykellerinden tutun da manasızca
oraya buraya serpiştirilmiş köprülü kavşaklar ya da insanların arabalara feda
edildiğinin mührü olan üst geçitler her Ankara’ya gittiğimde gözümün önüne şu
manzarayı getiriyor:
Çaki serisi
Gökçek, çok affedersiniz, Çaki gibi Ankara’nın ve Ankaralının peşinde ve ahali kaçacak yer arıyor. Her seçimde gitti sanıyoruz ama her korku filminin sonunda olduğu gibi kahraman ölmüyor, ölemiyor. Çaki-1, Çaki-2, Çaki-3 derken Gökçek’in oğluyla birlikte bir de ortaya ‘Küçük Çaki’ dizisi çıkıyor ki bu yazımda o yeni filme temas etmemeyi tercih ediyorum.
Velhasıl biliyorum ki Ankaralılar arasında nicedir bir ‘Ömür biter, Gökçek
bitmez’ gibi bir psikoloji oluştu. İşte bu karabasana ‘hayır’ diyen Ankaralılar
çeşitli sivil girişimler oluşturdular. Bir tanesini biliyorum
mesela:
‘Gökçek gitçek! Sola çek!’
Karayalçın’ı destekliyorlar. Karayalçın için can havliyle çalışıyorlar. Can havliyle! Akıbetlerinin, Bush’un ikinci dönem seçilmesi sonucu depresyona giren Amerikalılar gibi olmaması için arkalarına bakmadan Karayalçın saflarına geçiyorlar.
‘Bırakmıyoruz’
Başka bir inisiyatif ise ‘Saltanata son!’ diye çıktı yola. Sadece Melih Gökçek’e karşı değil, bütün olası belediye saltanatlarına karşı mücadele peşindeler. Sloganları şu: “Adayın yüzü, ismi önemli olsa da saltanat yerel yönetimlerde bir zihniyettir!”
Bildirilerini sevdim, bir bölümünü paylaşıyorum:
“Beton yığınları arasında daralan yüreğimiz, bıraksak kanatlanıp uçacak
özlediğimiz geçmişimize, başka şehirlere.
Bırakmıyoruz. Doğduğumuz,
doyduğumuz, büyüdüğümüz, ilk aşkımızı yaşadığımız, evlendiğimiz, anne baba
olduğumuz, çocuklarımızı yetiştirdiğimiz, torunlarımızla oynadığımız, en
sevdiklerimizi kaybettiğimiz, bu şehir büyüttü bizi, kucaklarında...
Ve biz
onu sevdik. Bir devrimin odak noktasında olmasını, isyanını, önderliğini, en
kötü günlerde bile teslim olmamışlığını sevdik. Kaybedecek bir beş yılımız daha
yok. Sahip çıkıyoruz Ankara’ya, kendimize, geleceğimize. Her şeye
rağmen...
Biriktirdik yıllarca. Şimdi akıtma zamanı birikimlerimizi, set
çekilemeyecek bir nehre dönüşsün diye. Şimdi nerede olursa olsun, içeride,
dışarıda, Edirne’den Ardahan’a kadar, hepimizin kalbi Türkiye’nin kalbi
‘Sevgilim Ankara’da atacak. Atmalı da...”
Anlam çayları
Bildiriyi okuyunca üniversite yıllarım geldi. Ankara, tüten baca kokusu,
kırmızı otobüsler, sarı yaprakların dolduğu Cebeci Kızılay yürüyüşleri,
yürüyüşler, “Fabrikalar, tarlalar...”, öğrenci dernekleri, küçük notlar, kendi
aşk mektubunun postacısı kızlar, mektuplar, sigara ve anlamdan taşan çaylar,
çaylar, duvarlara yapışan posterler, anlamlar sonra, hep anlamlar, en son yine
çaylar, konuşmalar, evler, ev içleri, insan içleri...
Ooof... Of! Sevgilim!
Sevgilim Ankara...
Eylem, yarın saat 14.00’te Necati Bey Caddesi No:57’de. Eylemin adı “Sevgilim Ankara”!..