Şehirlerin yok olduğu çağda suyu aramak

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Anabilim Dalı’ndan Gürkan Öztan’ın 13 Ağustos 2007 tarihli Radikal Gazetesi’nde yayımlanan “Şehirlerin yok olduğu çağda suyu aramak” başlıklı yazısı, su sorununu pek çok sorunun kaynağı olarak karşımıza çıkan şehircilik anlayışı kapsamında değerlendiriyor:

“Türkiye'de büyük şehirler yıllar sonra tekrar susuzluk sorunu ile karşı karşıya. Susuzluk ve kuraklık tehlikesini yanı başında hisseden siyasiler, yerel idareciler ve kentliler ise günü kurtaracak çözümler bulma yarışında. Su tasarrufu için dile getirilen öneriler, basılan broşürler, işlek caddelere asılan uyarılar, uygulanması düşünülen/tartışılan yaptırımlar, yeni su kaynakları bulma projeleri, hanelere konulan su depoları, yağmur duaları, kenti geçici olarak terk etme önerileri vs. bu bağlamda en çok konuşulan başlıklardan öne çıkanları.

Mevcut sorunların faturasını, beklendiği kadar yağış alınmamasına ve küresel ısınmaya yükleme kolaycılığı ise hem yöneticiler hem de halk katında itibar gören bir yorum olmayı sürdürüyor. Barajlardaki doluluk oranının hızla aşağılara inmesi ve kullanılabilir su kaynaklarının hızla kirlenmesi meselesi üzerine kapsamlı analizler yapma yerine, problemi geçici çözümler ile 'hafifletme' alışkanlığını terk etmenin zamanı ise geldi de geçiyor.

Ertelenen reformlar

Şu anda yüz yüze kaldığımız mesele, 'basit bir susuz kalma hali' değil aksine karmaşık bir şehirleşme problemidir ve nedenleri salt doğa olaylarına indirgenemez. Türkiye'de uzun yıllardır plansız bir kentleşme süreci yaşandığı, konu ile ilgilenen akademisyenlerin ve meslek örgütlerinin yanı sıra kentlilerin de malumu. Yıllardır ertelenen idari reformlar, askıya alınan uzun erimli planlamalar, önü alınamayan iç göç ve artan nüfus, büyük şehirlerde günlük yaşamı her geçen gün daha katlanılmaz kılmakta. Bir yandan kentlilik bilincinden yoksun idarecilerin tasarrufları diğer yandan bu uygulamalara gösterilen tepkinin cılızlığı, sorunların sayısını ve boyutlarını arttırıyor.

Belediyeler, yeni yollar ve kavşaklar açarak, kendine ait arazileri ihale ile satarak göz boyarken, neo-liberal kent politikaları, merkezi hükümetin de teşviki ile şehirleri sermayeye tutsak ediyor. Bilinçsizce imar ve iskân izni verilen ve hızla yükselen gökdelenler, iş ve alışveriş merkezleri, kentlerin yoğunluğuna yoğunluk katıyor.

Kentsel dönüşüm planları

Su havzalarına, baraj çevrelerine yapılan kaçak konutları yıllarca görmezden gelen, orman alanlarının hızla tahrip edilmesine ses çıkarmayan, yol açmak adına şehirlerin tarihi ve kültürel mirasını hiç düşünmeden gözden çıkaran kent yöneticileri, bugünlerde metropolleri 'rahatlatacak' kentsel dönüşüm planları hazırlatıyor. Tüm bu süreçte, 'modern dünya kentleri yaratma' vaadi ile toplu konut inşası adı altında hızlı bir betonlaşma yaşanıyor.

'Alternatif ve modern yerleşim birimlerinin hızlı ve ucuz bir şekilde üretilmesi' hedefi kâğıt üstünde kalırken, kentlerde modern çağın derebeylikleri yaratılıyor. 'Konut stoku oluşturarak sosyal patlamaları önleme' söylemi, zengin ve fakir kentli arasındaki uçurumu tecrit yolu ile giderme mantığının bir ürünü olarak göz batıyor. Ayrıca İstanbul özelinde deprem gerekçesi ile şehrin kuzeye doğru genişlemesi, bu alanlarda da hızlı bir betonlaşmanın gözlemlenmesi ve ayrıca üçüncü köprü tartışmaları, şehrin son yeşil alanlarının da sonunun geldiği haber veriyor. Daha da düşündürücüsü farklı bölgelerden İstanbul'a su getirme projeleri, yeni ekolojik sistem tahribatlarına yol açma potansiyelini barındırıyor.

Kent ve kentliler

Susuzluk dahil büyük kentlerde yaşadığımız sorunların önemli bir kısmı, insanca yaşanır bir kent projesine ve idareciler üzerinde baskı kurabilecek kentlilere sahip olmamızdan ileri geliyor. Bir ülkenin ve şehrin yöneticilerinin esas hedefi kentleri pazarlamak ve dünya kapitalizmi ile eklemlemek değil; içersinde yaşayan insanlara sosyal adaletin, özgürlüğün, demokratik katılımın mümkün olduğu alanlar açmaktır.

Bu bağlamda bugünden itibaren, vakit kaybetmeden daha katılımcı bir kent yönetiminin imkânları aranmalı ve kentlilik bilincinin yükseltilmesi için somut eğitsel projeler gündeme taşınmalıdır. Ayrıca kentsel çevrede imar alanlarının genişletilmesi süreci durdurulmalı, kaçak yapılar yıkılmalı, geriye kalan orman alanları ve su havzaları korunmalı, su havzalarını besleyen kaynakların etrafındaki konutlar ve sanayi tesisleri boşaltılmalı, ormanlık alanlara verilen tesis izinleri iptal edilmelidir. Aksi taktirde kentlerin tüm özgünlüğünün yok olmaya yüz tuttuğu bir çağda, sadece suyu değil tarihsel ve kültürel kimliğimizi de gündüz vakti Diyojen'in lambası ile arayacağız.”