Kentin içinden geçen Milyaçka Nehri o kadar berrak ki
balıkları bile görüyorsunuz.. Nitekim oltacılar, sadece şamandıranın batmasıyla
değil, balığın yeme atladığını “görerek” çekiyorlar oltalarını… Nehir
kıyısındaki ağaçların altında kurulan “çilingir sofraları”nda ise aynı
“alabalık”lar votka ya da bira eşliğinde derin sohbetlere meze oluyor..
Resimlerini çekerken düşünüyorum; bizim de birçok kentimizin içinden akarsu
geçiyor ama çoğunun hali ortada. Milyaçka’nın “içilecek su” kadar berrak
aktığını görünce ülkem adına yüzüm kızarıyor...
‘Kurşun delikli’ binalar
Amatör balıkçıların o sofralarında 15 yıl önce kente ölüm saçan şoven Sırp
saldırıları konuşuluyor mu bilmem ama karşı binalardaki kurşun delikleri, ne
dramlar yaşandığını anımsatmaya yetiyor… Kentte yüzlerce kurşunlanmış bina,
1992’den 95’e dek 1350 gün süren ve 13 bin kişinin yaşamını yitirdiği faşist ve
saldırgan kuşatmayı, nesilden nesle anımsatıyor.
Saraybosna’daki tarihi ve doğal değerlerin korunmasından sorumlu
“Kültürel Miras Enstitüsü”nü ziyaret ettiğimizde, dayanamayıp
soruyorum: “Kurşun deliklerini savaşın anımsanması için mi koruyorsunuz?”
Enstitü Başkanı’nın acı gülümsemesi “evet” der gibi ama söylediği daha
etkileyici: “Savaşta tahrip olan tarihi binaların onarımına öncelik veriyoruz;
çünkü özellikle tarihimizi, geçmişimizi yok etmek, bizi kimliksiz bırakmak
istediler..”
Koruma Enstitüsü
Bursa’yla 31 yıldır “kardeş şehir” olan Saraybosna’daki
onarımlara Kültür ve Turizm Bakanlığımızca yapılan desteğin sonuçlarını görmek
ve Bosnalı uzmanlarla değerlendirmek üzere yaptığımız teknik ziyarette, bakanlık
temsilcileri, Büyükşehir Belediyesi’nin bürokratları ve Koruma Kurulu
uzmanlarından oluşan grubumuzun ilk resmi görüşmesi enstitü ileydi. Güzel
restore edilmiş tarihi bir binada “Osmanlı dönemi” eşyalarıyla bezenmiş
“ağırlama salonu”daki toplantımıza, tüm Bosna-Hersek’teki
anıtlardan sorumlu meclis üyeleri de katıldılar.
Çoğu değişik alanlarda uzman 25 kişilik bir ekiple Saraybosna’nın kültürel
mirasını belgelemeye ve yaşatmaya çalıştıklarını belirten enstitü sözcüleri, bir
kısım binaların da “orada yaşamış ünlü sanatçı ve aydınların anısına”
korunduklarını belirttiler. Yani bina, “kültür varlığı” niteliği taşımasa bile
şairin ya da yazarın eviyse, kapısına onu tanımlayan plaket çakıldığında, artık
yok edilmesi mümkün değil!..
Bunu duyunca, siz olsanız ülkeniz adına yüzünüz kızarmaz mıydı? Onca eski
binamızı apartmanlaşmaya kurban ederken, hangisi için “burada şu şair yaşamıştı;
yıkmayalım” demek aklımızdan geçti? Bosna-Hersek’teki koruma çalışmalarını
anlatan Amra Hadzımuhamedovıc, Orjana Lenası, Tarık Jzavın, Mırzah Foco, Mırela
Mulalıc Handan ve diğer görevlileri içtenlikle kutladık...
İsa Bey Tekkesi
Saraybosna’daki en önemli Osmanlı yapılarından olan “İsa Bey
Tekkesi”nin yeniden yaratılması çabası ise tanımlanamaz bir
duyarlılık...
Bosna Sancak Beyi İshak Bey’in oğlu İsa Bey’in yaptırdığı, nehir kıyısındaki
külliye, kentin aydınlarının toplanma ve düşünce üretme merkeziymiş; 2. Dünya
Savaşı’nda yıkılmış. Derken aynı yerden geçirilen bir yolun altında kalmış;
şimdi Saraybosnalı arkeologlar ve mimarlar, eski çizimlerini gururla
gösterdikleri yapıyı, yolu da gözeterek yeniden kente kazandırmanın çabası
içindeler... Projeyi anlattıklarında “teşekkür” ettik ama sonra düşündüm; onlar
teşekkür almak için değil, zor bir restitüsyona (yeniden canlandırma) kolları
sıvadıklarını belirtmek için anlatmışlardı, çünkü “kendi mirasları”ydı…
Ülkemdeki yok olmuş tarihi binaların yeniden canlandırılması bir yana, ayakta
kalanlarını bile “maili inhidam” (yıkılacak durumda) raporlarına dayandırarak
yıkıldıklarını düşününce, kızaran yüzümü gizlemek için nehir boyunda yürüyerek
uzaklaştım...
Osmanlı tabyası
O gün benzer duyguları yaşadığımız bir başka “koruma projesi” de kente hâkim
bir tepedeki “Osmanlı Tabyası”ydı... İki belediye mimarı ile bir arkeolog
çalışmaları anlattı... Genç arkeolog Adnan Muhtaroviç, dostumuz
arkeolog Prof. Dr. Fahri Işık’ın Akdeniz Üniversitesi’nden öğrencisiymiş. Meğer
yıllar önce Patara kazılarını ziyaretimizde de oradaymış ve tanışmışız. Adnan,
Antalya’daki Fahri Hoca’sına selam gönderdi; biz de onu can kulağıyla dinledik.
Osmanlı’dan önce aynı yerde bir “ortaçağ kalesi”nin bulunduğu söylenen, ancak
kazılarda kale kalıntısına rastlanmayan tabyanın restorasyonu bittiğinde
kültürel amaçlı işlevlerle kente hizmet edeceğini öğrendik.
...Ve ‘Parlamento’da
Saraybosna’daki resmi görüşmelerin birini de Bosna-Hersek Parlamentosu’nda
yapmayalım mı? Bizim TBMM’nin karşılığı olan ulusal meclis-lerinde ülkenin
tarihi ve doğal mirasını korumak için özel bir “Milli Anıtlar Kurulu” var.
Komitenin “milletvekili sözcüleri” dediler ki: “Mirasımızı korumak için genel
kuralların konmasını ve gerekirse yeni yasaların çıkarılmasını sağlıyoruz.”
Bizim TBMM ise kentlerin korunması yerine rant projelerine açılması için
“torba yasa”lar çıkarıyor! “Kentsel Dönüşüm Yasaları” ile bin yıllık Sulukule’yi
yok ettiler; sıra geldi Tarlabaşı’na, Fener’e, Balat’a ve diğerlerine...
Parlamentosundaki, “her partiden” milletvekillerinden oluşan koruma
komitesini dinledikçe düşündüm; bizim siyasiler de dinleselerdi, acaba yüzleri
kızarır mıydı?
Saraybosna’nın doyumsuz tarihi çarşısından, gece geç saatlere kadar cıvıl
cıvıl arastasından, insanın yedikçe yiyesi gelen köftesinden ve Mostar
izlenimlerimizden söz etmek gelecek yazımıza kaldı.