Geçen günlerde UNESCO'nun 33. Genel Konferansı, Paris'te yaklaşık üç haftalık yoğun bir çalışmanın ardından tamamlandı. Japon Koichiro Matsuura'nın, dört yıllık bir dönem için genel direktörlüğe, neredeyse tam bir uzlaşı ile yeniden getirilmesi; ''Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Geliştirilmesi ve Korunmasına İlişkin Sözleşme'' ile ''Sporda Dopingin Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme''nin, ''Biyoetik ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi''nin kabulü, 60. yılını kutlamakta olan bu hükümetler arası, entelektüel örgütün genel konferansına damgasını vurdu denebilir.
Dünya üzerinde herhangi bir yerdeki kültürel bir varlığın önemini ortaya koymak için medya, söz konusu varlığın UNESCO Dünya Mirası listesinde olduğuna işaret ederek vurgu yapmayı, konunun önem düzeyini arttırıcı bir aygıt olarak kullanır ve insanlar da bu vurguya neredeyse sihirli bir tepkiyle katılırlar. Bir başka deyimle kamuoyu için UNESCO, sihirli bir sözcüktür. Ama bu sözcüğün pek de ne olduğu merak edilmez. Sözgelimi yukarıda UNESCO'nun 33. Genel Konferansı'nda kabul edildiği söylenen sözleşmeler ve bildirgeye medya, hiç yer vermez, içeriğini merak etmez ve bu örgütün ilgi alanı hakkında sansasyonel bir olay söz konusu olana kadar UNESCO Dünya Mirası listesini de unutur.
Oysa bu liste, bir prestij listesidir ve bu listeye girmek için çok ciddi çabalar gerekir. Yerine getirilmesi öngörülen şartların toplumca benimsenmesi bir kültürel miras bilincinin oluşması anlamını taşır ve bu yanı ile belki de söz konusu toplum için, bu listeye girmekten çok daha önemli olduğu söylenebilir. Henüz çok yaygın olarak bilinmese de Dünya Mirası listesine ek olarak, ''Biyosfer Rezervleri Listesi''; ''Somut Olmayan Kültürel Miras Başyapıtları Listesi'' ; ''Dünya Belleği Listesi'' olarak isimlendirilen prestij listeleriyle UNESCO, 191 üye ülkenin insanlarını yönlendirme ve insanlığı, varoluşundan günümüze dek ürettiği kültür değerleri ve yaşadığı doğa ile daha barışık hale getirmek üzere yeni yasal (normatif) aygıtlar oluşturmaktadır.
Türkiye, yaklaşık otuz yıllık bir serüvenden sonra bu yıl, ''Borçka Camili Ormanları''nı ülkemizin ilk Biyosfer Rezervi olarak kaydettirilmesini başarmıştır. Bu başarısı ile Türkiye, tüm biyolojik gen depoları ve bunların yönetimi açısından bir koruma, kollama misyonunu, tüm insanlık adına üstlenmiş bulunmaktadır. ''Meddahlık ve Meddah Geleneği'' ile ''Mevlevi Müziği'', Türkiye'nin Somut Olmayan Kültürel Miras Başyapıtları Listesi'nde son birkaç yıl içerisinde yer almasını sağladığı iki önemli kültürel değerimizdir. Somut Olmayan Kültürel Miras kavramı, tüm insanlığın, göreli olarak göz ardı etmekte olduğu bir kültür boyutunu dikkatlere sunmaktadır ve aynı ismi taşıyan bir sözleşme ile üye ülkeler, bu kaygı doğrultusunda duyarlı olmaya çağrılmaktadır.
Aslında Türkiye, tüm dünya ülkelerine bakarak, bu yeni kavramı, son birkaç yıl içerisinde, yasal mevzuatı içerisine alma başarısını gösteren öncü ülkeler arasındadır. Şimdi beklenen, bu sözleşmenin bir an önce Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce onaylanmasıdır. ''Kandilli Rasathanesi El yazmaları'', ''Boğazköy Tabletleri'' ve ''Süleymaniye Kütüphanesi İbni Sina Elyazmaları'' ülkemizin Dünya Belleği listesine sokma başarısı gösterdiği, kayda değer ve listeye girmekle Türkiye adına dünya ölçeğinde tescil edildi anlamını taşıyan, diğer kültürel varlıklarımızdır.
Yukarıda değinilen tüm bu başarılarda, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu'nun önemli katkıları olduğunu söylemek, abartı olarak algılanmamalıdır. Milli Komisyon, tamamen onursal bir görev anlayışı içerisinde, uzmanlık alanlarındaki paha biçilmez katkılarıyla hazırladıkları ve böylece prestij listelerinde yer alma başarısını sergiledikleri çalışmaları için, ihtisas komitelerinde yer alan uzmanlarımıza, aydınlarımıza, bilim insanlarımıza teşekkür borçludur. Anayasası, 16 Kasım 1945'te imzalanan ve 4 Ekim 1946'da, içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu 20 ülkenin meclislerinde kabul edilerek fiilen kurulan UNESCO'nun, öncelikli alanlarıyla aydınları buluşturan öncü bir platform olma ayrıcalığı hâlâ devam etmektedir. Birleşmiş Milletler'in içinde bulunduğumuz binyıl için öngördüğü hedeflerin gerçekleştirilmesini de içeren UNESCO önceliklerini, olası esinlenmeler için vurgulamanın yararı yadsınmamalıdır. Bu önceliklerin böylece vurgu alması, bir finans örgütü olmayan UNESCO ilgi alanına ilişkin tayfı (spektrum) da ortaya koyması açısından yararlıdır.
Yeni bir dört yıl için genel direktörlüğe getirilen Matsuura'ya göre UNESCO'da eğitim, ''önceliklerin önceliğidir'' . Bu yaklaşım içerisinde eğitim sektörünün temel önceliği, ''okur-yazarlığa özel önem veren, herkes için temel eğitim''dir. Doğa bilimlerinin temel önceliği ise ''su ve suyla ilintili ekosistemler''dir. İnsan ve sosyal bilimler, ''biyoetiğe özel vurgu yapan bilim ve teknoloji etiği'' temel önceliği ile dikkat çekmektedir. Kültür sektörü, kültürler arası ve dinler arası diyalog gibi önemli bir felsefi yaklaşımın ötesinde, ''kültürel çeşitliliğin geliştirilmesi ve bu bağlamda somut ve somut olmayan mirasa özel vurgu'' gibi bir temel öncelik içermektedir. İletişim sektörünün temel önceliği, ''ifade özgürlüğünü içerecek şekilde insanların bilgiye erişimini güçlendirmek'' olarak özetlenebilir.
Tüm sektörlerinin diğer öncelikleri de dikkate alındığında, olağanüstü geniş ilgi alanıyla UNESCO, Birleşmiş Milletler sisteminin hiç kuşkusuz felsefi mutfağını oluşturmaktadır ve Türkiye, böylesi bir yapılanmanın oluşmasına, 60 yıl önce önayak olan ilk 20 ülke arasında yer almakla gurur duymalıdır.
Prof. Dr. Arsın AYDINURAZ UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanı