Geçen hafta Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi hakkındaki
haberleri eğlenerek okumuş olabilirsiniz. Çalınan resimlerin yerine fotokopi
konması, bahçeye dalan bir kamyonun iki heykeli alıp gitmesi, kameraların
pencereleri göstermediğinin farkedilmesi, koleksiyonda toplam kaç resmin olduğu
ve tabii ki kaç tanesinin kayıp olduğu konusunda net rakamlara sahip olunamaması
filan gibi durumlar insana tabii ki gülünç geliyor. ‘Müze’nin o
en basit tanımını ‘toplumsal değeri olan nesnelerin saklandığı ve
sergilendiği yer’ olma durumunu bile, yerle bir eden gelişmeler bunlar.
Sanki Ankara Resim Heykel Müzesi, başkentte, Kültür
Bakanlığı’nın hemen yanıbaşında bir kurum değil de barbarların insafına
kalmış Bağdat Müzesi.
Aslında Ankara’daki müzenin başına gelenler hiç de eğlenceli değil. Burada
saklanan resimler 90’lardan bu yana sanat piyasasında büyük paralar etmeye
başladığı için bir kere büyük çapta bir hırsızlık şüphesi söz konusu. Sonra,
içinde sanat tarihinin temel taşlarını barındıran o koleksiyonun harap olmasının
insanın içini sızlatan bir yanı var. Bir de bizim devletin özellikle ‘görsel
sanatlar’ söz konusu olduğunda ne kadar lakayıt olduğunu yeniden hatırlamak var.
Yani aslında komik değil gayet sinir bozucu bir durum bu.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın Cuma günü yaptığı
açıklamalardan da iyice anlaşıldı ki, devletin elindeki koleksiyonlar kamu
kurumları için bir nevi dekorasyon deposu gibi kullanılmış. Müzeler, galeri bile
değil, mahalledeki çerçeveci dükkanı muammelesi görmüş. Yeni bir elçilik
açıldığında, makam odası yeniden dekore edildiğinde ‘bir kaç manzara
resmi, İstanbul görüntüsü, olmadı paşa portresi yollayıverin’ demişler;
sorumlular da yollamış. Hani bir adım ötesi, Devlet Malzeme
Ofisi... Eğer Hoca Ali Rıza’nın, İbrahim
Çallı’nın, Şeker Ahmet Paşa’nın kim olduğunun farkında
olsalar, giden gelen resmin kaydını kuydunu mutlaka tutarlardı. Bahçesindeki
hurda kamyonu bile gerekli yazışmaları yapmadan elden çıkartmayan
‘devlet geleneği’, ‘nerede, kimde, kaç tane, ne tablosu var?’
bir türlü içinden çıkamıyor. Resimlere bu kadar az değer verilmesi,
bilgisizlikten ve ilgisizlikten başka neyle izah edilebilir ki.
Sanat piyasası coşup taşarken, işin içine özel müzeler hatta uluslararası
sergiler filan da girdikten sonra artık devletin kültür politikalarının
köhneliği iyice ortaya çıkıyor. Böyle komik ya da sinir bozucu başka gelişmelere
de hazır olmak lazım. Bakan Ertuğrul Günay’ın bazı kurumların elini yüzünü
düzeltme, onları sanat ortamına katma gayretlerinden olumlu bir sonuç almınması
zor görünüyor. O reformlardan, açılımlardan birini de belli ki memleketin kültür
kurumları için gündeme getirmek lazım. Düşünün ki 2007 yılında restorasyona
giren Ankara Resim Heykel Müzesi’nin salonları gıcır gıcır yapılmış, ama deponun
saklama ve güvenlik koşulları düzelmemiş. O zaman neden dört milyon lira
harcanmış? Bu yenileme projelerini kim, nasıl hazırlamış?
Devletin sanat kurumlarını, illerdeki kültür merkezlerinden büyük kentlerdeki
resim heykel müzelerine kadar tamamını, sanatla ilgili profesyonellerin
yönetmesi gerekiyor. Kültür kurumlarının yöneticiliğine devlet içinde kariyer
yapan bürokratların atandığı bu sistemin yaşadığımız dünyada bir karşılığı yok.
Resim-heykel ya da arkeoloji farketmez, bütün
müzelerin ilgi çekici sergiler düzenleyen, başka müzelerle, sanatçılarla
dünyadaki benzerleriyle ilişki kuran canlı kurumlar halini alması gerek. Oysa bu
müzelerde elindeki koleksiyonu korumayı, hatta envanterini çıkartmayı bile
beceremeyen ya da daha vahimi umursamayan kişiler çalışıyor.
Tabii çalışanlardan bir beklentisi olmayan işvereni de hesaba katmak lazım.
Düşünün ki, Ankara Resim Heykel Müzesi için kayıp ya da çalıntı eserler hakkında
teftiş raporları var ve bunlar işleme konmamış, sorumluların cezalandırılması
düşünülmemiş bile. ‘Üç beş resim için kimsenin canını yakmayalım’
diye düşünülmüş herhalde.
Bakanlık bu son skandaldan sonra, İstanbul’daki resim heykel müzesini de
içine alacak bir projeyle memleketin müze meselesini çözmeli, herkesin
beklentisi bu. ‘Reform’ denilebilecek iddialı adımlar atılır
mı, bunu göreceğiz. Ama söz konusu personel sorununu aşmak zor değil. Bu konuda
eğitim almış, sanat dünyasını tanıyan çok sayıda genç insan var Türkiye’de.
Onların farkına varmak, yani doğru kişileri görevlendirmek birinci ve en önemli
adım olur.