Sanayi Strateji Belgesi Üzerine: Türkiye ‘Belindia’ Yolunda



Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi’ni geçen aralık ayı içerisinde duyurdu. Belge, 2011-2014 dönemini kapsıyor ve ana hedef olarak da “AB üyeliğine doğru” gerekli rekabetçi altyapının ve politikaların geliştirilmesini belirliyor. Gerçekten de belgenin ana dayanağı olarak küresel rekabet gücünün arttırılması ilkesinin 224 sayfa ve 325 paragraftan oluşan raporun hemen her köşesinde yer aldığını söylemek mümkün. Rekabet gücünün arttırılması yönünde en önemli adımlar, kuşkusuz, “araştırma - geliştirme” (ARGE) faaliyetlerinin hızlandırılmasından geçiyor. Strateji belgesi de bu yorumu benimseyerek önce Türkiye’de ARGE faaliyetlerine ayrılan payın 2007’de milli gelirin binde 76’sına, 2008’de de binde 73’üne ancak ulaşmakta olduğunu vurguluyor. Ancak, bu miktarların AB’nin Lizbon Hedefi olarak anılan yüzde 3’lük ARGE büyüklüğünün çok gerisinde olduğu görülüyor.

Bu sorun karşısında Belge’de “rekabet kavramının tanımlanması ve geliştirilmesi” önemli bir soru olarak ele alınmakta. Nitekim, Belgenin 41. paragrafında “Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan 2009-2010 Global Rekabet Gücü Endeksine göre, Türkiye 133 ülke arasında 61. sırada yer almaktadır” tespitinden sonra şu yorumlara yer veriliyor: “Rekabet gücünü belirleyen unsurlardan göreli olarak olumlu katkı yapanlar arasında piyasa büyüklüğü, özel sektör gelişmişliği, mal piyasalarının etkinliği” yer alırken; “rekabet gücünü olumsuz etkileyen unsurlar arasında ise işgücü piyasası etkin(siz)liği, kurumsal altyapı, yükseköğretim ve mesleki eğitim ile finansal piyasaların (görece az) gelişmişliği bulunmaktadır” yorumunda bulunuluyor. Yani, kısaca özetlemek gerekirse, Türkiye’nin rekabet gücü eksikliği nihayetinde gene işgücü piyasalarının etkinsizliğine bağlanmakta.

Dolayısıyla, Türkiye’nin rekabet gücünün arttırılması hedefinin gene geleneksel “işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi ve işgücü maliyetlerinin düşürülmesi” politikaları üzerinden sürdürülmeye çalışılacağı anlaşılıyor. Oysa bu tespit, Belgenin yönetici özetinin 8. paragrafında geçen “özellikle Çin ve Hindistan’ın, özellikle küresel ekonomiye entegrasyonu ile birlikte Türkiye’nin rekabet gücünü ucuz işgücüne dayandırması mümkün görünmemektedir” gözlemiyle açıkça çelişiyor. Savunulan savlar ne şekilde söze dökülmüş olsa da Belge’nin özünde Türkiye’yi Uzakdoğu Asya’lılaştırmakta olduğu gizlenmiyor.

Nitekim, Strateji Belgesi’nin 14. paragrafında ana vizyonun “Orta ve yüksek teknolojili ürünlerde Avrasya’nın üretim üssü olmak” şeklinde vurgulandığı görülüyor. Bu vizyon karşısında Türkiye Kalkınma Bankası’ndan değerli meslektaşım Dr. Serdar Şahinkaya şu soruları sormaktan geri duramamış: “Avrasya coğrafyasının toplamda 100’e yakın ülke ve 4 milyar 250 milyon nüfus olduğu düşünülürse, Avrasya’nın orta ve yüksek teknolojili ürünlerinde üretim üssü olmak hedefi sadece AB direktiflerine bağlı bir tahayyülle nasıl gerçekleştirilebilecektir? Bu üretim üssü meselesi yoksa bazı çokuluslu şirketlerin, düşük ücretler, liberal yasalar, teşvikler ve çevre ve finansal piyasalarda denetimsizlikler gibi çeşitli özellikleri nedeniyle ülkemizi tercih etmeleri ve yatırımlarını Türkiye’ye taşımalarını özendirme kaygısına mı dayandırılmaktadır?”

“Ticaret stratejisinin” aynı zamanda bir “sanayileşme stratejisi” olduğundan hareketle, Strateji Belgesi, AB ile olan ticari ilişkilerimizin yapısal nitelikli sorunları hususunda gerçekleri tespit etmekten geri durmuyor. Belgenin, örneğin 126. paragrafında şu gözlemlere yer verilmiş: “AB’nin üçüncü ülkelerle gerçekleştirdiği ve önümüzdeki dönemlerde gerçekleştirmeyi öngördüğü tercihli düzenlemelere, Gümrük Birliği’nin tarafı olarak ülkemizi dahil etmemesi, uygulamaya koyduğu çeşitli yeni mevzuat hazırlıklarında önceden bilgilendirme gibi mekanizmaları kullanmaması ve işbirliğine gitmemesi ülkemizin bu tür düzenlemeleri yapmasını güçleştirmekte ve ülkemiz menşeli ürünlerin AB ve üçüncü ülkelerin pazarlarındaki rekabet gücünü olumsuz yönde etkilemekte; bu durum, sanayi sektörüne de doğrudan yansımaktadır.”

Ancak sorunların doğru tespiti, çözüm konusunda aynı titizliğin ve cesaretin gösterilebilmesi anlamını ne yazık ki taşımıyor. Bu gözlemlerden hareketle Dr. Serdar Şahinkaya şu yorumlarda bulunmakta: “Sanayi Strateji Belgesi’nde rekabet gücü kavramı ciddi ve doğru bir hesaplamaya dayanmadan fetişleştirilmiş durumdadır. İhracat kavramı da tıpkı AB gibi bir fanatizm haline dönüştürülmüştür. Ayrıca, rekabet gücü kavramı çoğunlukla statik nitelikli bir etkinlik olarak algılanmış; kalkınma, sermaye birikimi, yatırımlar, istihdam ve bölüşüm benzeri başlıklı tematik çerçevelerle bahsedilen konular belgede gözetilmemiş, yer verilmemiştir.”

***

Çoğunlukla çokuluslu şirketlerin başını çektiği yüksek teknolojili yatırımlar aracılığıyla rekabet gücü yüksek sanayiler yaratılırken, bu üretim merkezlerinin geniş ve durgunluk içinde yüzen geleneksel sektörlerle bir arada bulunmasının yarattığı çarpıklıklar kalkınma iktisadının artık gelenekselleşmiş öğretileri arasındadır. Yüksek teknolojili, dinamik, ancak görece küçük üretim merkezlerinin, ekonominin geri kalan geleneksel kesimleriyle çok kısıtlı girdi çıktı bağlantılarının bulunması, ulusal ekonomilerde ikili bir yapı yaratmakta ve bölgesel eşitsizliklerin ve sosyal dışlanmışlığın ana nedeni olmaktadır. Kalkınma iktisadında bu tür ikili (dual) yapılar bir yandan Belçika tarzlı dinamik ve küçük bir merkez, diğer yanda ise büyük çaplı geleneksel ve görece durgun Hindistan (İngilizcesiyle India) ekonomilerinin bileşeninden oluşan Belindia modelleriyle betimlenmektedir. Sanayi Strateji Belgesi, içini doldurmadan bir fetiş haline getirdiği rekabet gücü ve AB’ye üyelik kavramlarıyla Türkiye’nin orta uzun dönem geleceğini Belindia yapısına uyarlama tehlikesi içermektedir.