Kasım ayına ait sanayi üretim endeksi, sanayide 2010’da, kriz öncesine
dönüldüğünü gösteriyor. 2009’da yüzde 10’a yakın küçülen sanayi üretimi 2010’da
yüzde 11’e yakın büyümüş, yani kriz öncesi üretim seviyesine geri dönülmüş. Alt
sektörler itibarıyla bakıldığında büyümeye lokomotifliği dayanıklı tüketim
mallarının yaptığı anlaşılıyor. Yani başta otomotiv olmak üzere beyaz eşya,
elektronik, ev tekstili, mobilya vb. sektörler, kriz öncesi üretim seviyelerini
yakaladıkları gibi bir hayli geride bile bırakmışlar. Ara malı ve giyim, gıda
gibi dayanıksız tüketim mallarında da kriz öncesi geçilmiş. Enerji üretimi aynı
seviyede kalırken sermaye malları üretiminde kriz öncesine dönülememiş.
Sanayinin aylar itibarıyla seyri ise başka bir şeye dikkat çekiyor... Sanayi
2009’un son çeyreğinden itibaren tempo kazanırken 2010’un ikinci yarısında yavaş
yavaş tempo kaybediyor. Yani bu, çarkların gelecekte aynı hızda dönmeyebileceği
anlamına geliyor.
Sanayinin kriz öncesini yakalamasında en önemli etken sıcak para trafiği.
Sıcak para giriş çıkışı ile büyüyüp küçülen Türkiye ekonomisinin omurgası
sanayi, yine sıcak para girişi ile büyümeye başlamış, ama sıcak para trafiğinin
yavaşlaması ile hız kaybedeceğe benzer. Hele ki iç talebin, özellikle dayanıklı
tüketim mallarına talebin, kredi kartları ve tüketici kredileri ile
kışkırtılmasının sınırlarına gelindiği anımsandığında…
***
Gelelim sanayi büyümesinin kalitesine… Açıklanan dış ticaret miktar ve fiyat
endeksi göstergeleri, bu sanayi büyümesinin Türkiye’nin ithalatını hem miktar,
hem fiyat olarak hızlandırdığını, buna karşılık ihracatın miktar olarak
ithalatın gerisinde kaldığı gibi, birim ihracat fiyatlarının da ithalatınkinden
düşük seyrettiğini, dolayısıyla fiyat makası üstünden yoksullaştığını
gösteriyor.
Sanayi, Türkiye’nin dış ticaret fotoğrafının ana belirleyicisi. İthalatın
önemli kısmı sanayi için yapılıyor. İhracatsa neredeyse tamamen sanayi
ürünlerinden oluşuyor. Toplamda bakıldığında, 2010’un ilk 11 ayında ihracat 112
milyar doları bulurken ithalatın 180 milyar dolara yaklaştığını, dolayısıyla 68
milyar dolarlık bir açık verildiğini görüyoruz. Sanayinin küçüldüğü 2009’da
ithalat ve ihracat da düşmüş, dolayısıyla ikisinin arasındaki açık 39 milyar
dolara inmişti. Oysa kriz öncesinde bu rakam 70 milyar dolardı. Yeniden büyüme
yaşanan 2010’da da neredeyse 70 milyar dolarlık açığa geri dönüldü.
Daha da önemlisi, Türkiye birim ithalatı fiyatı, birim ihracat fiyatından
daha hızlı artmış görünüyor. Örneğin 2010’un 3. çeyreğinde miktar olarak ihracat
yüzde 5 artarken ithalat yüzde 15 artmış. Yani 3 katı. Fiyatlara gelince,
görülüyor ki ihracatın birim olarak fiyatı yüzde 1.5 artarken yapılan ithalatın
birim fiyatı yüzde 7’ye yakın artmış. Yani Türkiye, sanayi üretimi için hem daha
çok ithalata yönelmiş hem de bu ithalatı daha yüksek fiyatlardan yapmış. Buna
karşılık limanlardan gönderdiği mal miktarı daha düşük kalmış hem de birim
ihracatını daha ucuz fiyatlara yapmış. İşte bu sanayinin yoksullaşma pahasına
büyümesi demektir.
Türkiye sanayisi, bunu ancak işçisini ucuza çalıştırarak, devletten örtülü
açık bazı destekler alarak yapabiliyor. Sanayi işçileri, 2008 ücretleri ile
çalıştırılırken enflasyonun götürdükleri ile birlikte yüzde 11 reel gelir
kaybına uğradılar. Sanayinin yeniden büyümesini daha az işçi ile yaparak
istihdamsız büyüdüğünden hiç söz etmedik bile… Devletin bu yoksullaştırıcı
büyümeye verdiği desteklerin parasal ifadesi ise ayrı bir araştırma konusu.