"Saltanat" Yıkılırsa Kerpiç de Depreme Dayanır



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Elazığ  depreminden sonra verdiği demeçte ölüm ve yaralanmaların nedeni, geleneksel mimari tarz ve inşaat malzemesi olarak kullanılan  kerpiçtir, dedi. Fatura ağır olmuştur dedi. Faturanın ağır olduğu doğru, ama ölüm ve yaralanmaların nedeni kerpiçtir ve geleneksel mimaridir, demek  yanlış. Yıkıntıların görüntüsüne  yüzeysel bakarak temeldeki nedenleri saklamaya çalışıyor. Mimar-Mühendis Odaları 1966 Varto depreminden itibaren, günümüze kadar her önemli depremden sonra kesintisiz olarak deprem olgusuna karşı uyarmaya- önlemleri, çözümleri anlatmaya çalıştı. Üniversiteler de benzer bir işlev gördü. Yönetenler duymuyor, duymazdan geliyor. Bazı temel sorunları tekrar değinelim.

Depreme dayanıklı yapı

Dünyanın önemli üç deprem bölgesinden birinde bulunan Türkiye'de her depremde oluşan ölümlerin yaralanmaların ve bina yıkımlarının faturasının ağır olmasının temel nedenlerden bir tanesi; depreme dayanıklı yapı üretmemektir. Geleneksel malzeme ve tekniklerle de, kerpiçle de depreme dayanıklı yapı üretebilirsiniz.  Depremin kayıplarını aza indirgeyebilirsiniz. Bilimi ve tekniği yaşamla buluşturmak koşuluyla. Bilimin ve tekniğin gereklerini depreme dayanıklı yapı üretiminin  süreçleri içinde uygulamak koşuluyla.

Mimarların- mühendislerin,  insanı temel veri olarak değerlendiren toplumsal bir hizmete yönelik eğitim ve istihdam politikaları çerçevesinde görev yapmalarını sağlamak koşuluyla. Yurttaşların sağlıklı bir çevrede yaşamasını sağlamak koşuluyla. Elazığ köylerinde inşa edilen kerpiç yapılarda bilim de teknik de mimarlık-mühendislik de yok. Çevrenin perişan halini de hep birlikte izledik.

Kerpiç,  doğru kullanıldığında, aksine;  ısı yalıtımı bakımından, yerinde üretilebilmesi ve yurttaşların üretim sürecine katılması bakımından tercih edilebilir bir malzemedir. Tekniğine uygun sıva yapılması  halinde de zamana da dayanıklı bir malzeme olabilir. Yüz yıldan fazla  ömürlü çok sayıda cami mescit gibi dini yapılar ve sivil mimari örnekleri Anadolu'nun değişik yerlerinde mevcuttur.

Zemin

Yapının taşıyıcı sistemini kurallara uygun yapmak, yeni yapı malzemeleri kullanmak da depreme dayanıklılık için yeterli değildir. Bunun en çarpıcı örneğini 1999 ağustos depremi sonrasında Yalova'da gördük. Dört beş katlı betonarme konut blokları yıkılmamış ancak olduğu gibi devrilmişlerdi. Zeminde, ilk deprem hareketinde, sıvılaşma olayı gerçekleşmiş ve toprak zemin bir su tabakasından farksız hale gelmişti. Zemin de depreme dayanıklı yapı üretiminde temel bir faktör. Son depremde yıkıntıların bulunduğu yamaçlara çıplak gözle bile bakıldığında bir zemin sorunu olduğu görülüyor.

Yer seçimi

Yapılaşmada yer seçimi de bir başka temel sorun. Yalova örneği üzerinden anlatalım. Farklı istikametlerde devrilmiş çok sayıda yapı bloklarının oluşturduğu egzotik görüntü Yalova'nın Hacı Mehmet Ovasındaydı. Türkiye'nin en ünlü ve lezzetli elmalarını veren bahçelerin olduğu ova. Belediye meclisi kararıyla İmara açıldı. Bu bir skandaldı, bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Türkiye'de bir yerleşme sorunu var. Yer seçimi kararlarının tümüyle gözden geçirilmesi gereken bir ülke Türkiye. Yalnız depremle gelmiyor ölümler yaralanmalar ve yıkımlar. Örneğimizde anlatmaya çalıştığımız üzere insan eliyle gerçekleştirilmiş ve afet düzeyinde uygulamalar var. Elazığ depreminin yıkıntılarına bakarken böyle bir Türkiye'yi görmek gerekir.

Başbakan emir vermiş. TOKİ  yıkılan evleri yeniden inşa edecekmiş. Siyasi irade tüm ilgililerin katıldığı kararlar üzerinden hükmünü sürdürmüyorsa o rejimin adı, geleneksel bir deyişle, saltanat olur. Başbakan'ın Elazığ depremi nutkunu dinledikten sonra Padişahım Çok Yaşa demek geldi içimden. Hükümet edenlerin değişmez tavrıdır bu. Doğal afetlerden sonra oy kaygısının ağır bastığı bir tavır. Afetzedelere, mağdurlara yardım elinin uzatılması politikası.

Sorunu yüzeysel olarak çözüp afetin parsasını-parasını toplama politikası. Marmara depreminden sonra toplandığı söylenen kırk milyar TL den fazla para varken elbet Elazığ köylerini de TOKİ'lemek, oralarda bir miktar bina yapmak mümkün. Telef olan üçbin kadar küçükbaş büyükbaş hayvanın tazmin edileceği müjdesi de verildi ilgililer tarafından.  Hayvanlar da temin edilebilir ve hak sahiplerine verilebilir. Ancak bu yaklaşım sorun çözmüyor. İnsanları ve hayvanları ilerde olacak depremlere karşı teçhiz etmiyor onları bir kez daha korumasız bırakıyor. Bugüne kadar olduğu gibi.

Yoksul köylülerin kaderidir bu. Ölümü  bekleyecek. Çaresiz. Zira kendi topraklarında ekonomik bir güç yaratamıyor. Kırsal kesim yani tarım ve hayvancılık devlet tarafından da yok ediliyor. Devlet desteği en aza indiriliyor. Metropollere göçecek kentli olacak köylüler sorun da çözülecek diyorlar. Kırsal kesime yönelik hizmetler de en aza indirildi. Devletin altyapı yatırım kuruluşları da yok edildi. Devlet Su İşleri (DSİ), Karayolları, Köy Hizmetleri gibi kuruluşların kapasiteleri alabildiğine küçültüldü.  Yoksulluk işsizlik açlık yüzlerinden okunuyor köylülerin. Küresel ekonomi yapısı içinde çözülecek sorunları insanlarımızın. Öyle diyorlar. Sermayeye havale tüm sorunlar. Öyle söyleniyor da Elazığ depreminin yaralarını yine halktan toplanan paralarla devlet sarıyor.

Deprem bölgesinde sorunu çözmeye aday hiç bir sermayedarı görmedik. Yurttaş değil parası olan müşteri gerek sermaye sınıfına.  Müşteri olma umuduyla gitti gurbet ellere, Almanya'ya Keko'nun babası.  Karısını çocuğunu depremde yitirmiş olmanın acısını okuduk yüzüne kameralar çevriliyken. TOKİ'nin inşa edeceği evlerde yaşayacak kalpler unutacak mı yitirilmiş canları? Bu ülkenin bilinci aklı vicdanı bu güne kadar olduğu gibi, gelecek depreme kadar çekilecek mi sahneden?