Arles’daki antik tiyatroyu sabahları çevre şehir, kasaba ve
köylerdeki çiftlik-otellerden gelen onlarca turist dolduruyor. Sahnenin hemen
yanında kurulan çadırda bekleyen gladyatörler filmlerde görülen kıyafetlerle
onlara numaralarını gösteriyor, ‘aslına uygun’ ama sahte bir gösteri sunuyorlar.
Hatta arzu eden turiste canlı canlı oyunlar tarif ediliyor. Gladyatör işleri
bitip gün yükseldiğinde sahnedeki ses düzenine son şekli verilip kontroller
başlıyor. Konser saatine hazırlıklar yetiştiriliyor. Dünyanın her yerinden çeşit
çeşit müzik, parasını ödeyip tribünlere doluşmuş eğlenmeye teşne turistlere
sunuluyor.
Ron nehrinin kıyısında önemli bir köprübaşı Arles. Eski Yunan’dan, Roma’ya,
ilk hıristiyanlardan, Haçlı beylerine Batı tarihinden kim geçtiyse hepsinin
gözdesi olmuş. Şimdilerde sanat ve tarih soslu turizm satıyor.
Arles, Van Gogh’un da şehri. 1888’de şehirde çalışan sanatçı yüzlerce tuval
ve desen yapmış. Ancak, Arles’da tek bir Van Gogh (VG) eseri yok. Onun adını
taşıyan sokak, cadde, kafe, bina gırla. VG görmek için Amsterdam’a ya da büyük
müzelere gitmek gerekiyor. Bir de çılgınlığı fahişeye kesik kulak sunma
raddesine vardırdıktan sonra tedaviye yattığı manastır (Saint-Paul-de-Mausole)
var. Arles’ın dışında, Saint Remy yakınında. Manasıtırın yöneticileri fırsatı
değerlendirip sağdan soldan temin ettikleri iki parça eşya eskisiyle bir VG
odası çatıvermişler. Yol boyunca iki sıralı dikilmiş bitkilerle tablolar
eşleşmiş. İşte bu zeytin fidanı, hemen duvarda da ‘Zeytinlik’ tablosu (ki
zeytinleri anca o böyle nöbet geçirir gibi resmedebilirdi) filan. Arka bahçede
de parseller ayrılmış. Her tabloya bir parsel. Lavantalar, buğday başakları vb.
Manastırda şimdiki hastaların resimleri de satılıyor. Meraklısına. Arles’da
şimdi bir VG Vakfı kurulmuş. 2013’de (ki Marsilya 2013 Avrupa Kültür
Başkenti ünvanını tüm hinterlandını kapsama dahil ederek kazandı)
Arles’da bir büyük VG retrospektifi yer alacak. Nihayet.
Arles’ın eski demiryolu atölyelerinden pek yakında çok konuşulacak. Fotoğraf
meraklısı, Hoffmann hanedanının (hani şu meşhur Hoffmann Roche ilaçları) varisi
Maya Hoffmann, Arles’ın yüzbinlerce metrekarelik demiryolu atölyelerini sanat
merkezine dönüştürmek üzere. Mimarı da bir star. Bilin bakalım kim?
Frank Gehry tabii! Projesi hazır. Arles’ın komünist belediye
başkanı (bunlardan pek fazla kalmamış) da hevesli. Her şey yolunda giderse bu iş
de 2013’e yetişecek.
Arles’da her yıl fotoğraf (sadece fotoğraf değil, multimedya, film, çağdaş
her bir şey) buluşmaları yapılıyor. Demiryolu atölyelerindeki mekanik
atölyesinde 4-5 küratörün seçtiği ikişer-üçer sanatçıdan toplam bir düzine sergi
var. Kimileri pek etkileyici. Yine de çıkınca kim kimdi, kim neydi demeden
duramıyor insan. Fazla, biraz fazla, epey fazla.
Şehrin öteki ucunda Ron nehrinin dibinde, küçük kilisede İtalyan Mario
Giacomelli siyah-beyaz fotoğraf sergisi. Tam adıyla “Siyah Beyazı Bekler”. Siyah
tam siyah, beyaz da bembeyaz olunca grinin tadına doyulmuyor.
Neredeyse şehrinin, ülkesinin dışına çıkmamış bir adamın fotoğtrafları. Bir
köşede Leopardi’nin Silvia şiiri. “... sakin kubbeler, yan sokaklar, bitmeyen
şarkınla çınlar...” Bir şehirden çıkıp dünya markası olan Actes Sud yayınevi de
mükemmel bir Giacomelli kitabı basmış.
Sanatın azının etkisi daima daha güçlü mü? Bilinmez. Lakin küratörün makbul
olanı elini korkak alıştıranı olmalı. Zira onun da’okunur aklı eserinde’.
Arles’da görsel sanat, komşu Avignon’da her nevi tiyatro ve gösteri,
Aix-en-Provence’da müzik. Rol paylaşımı tamam. Üç şehir, üç büyük festival.
Bölgeye gelen turist hepsine uğramadan geçemiyor.
Ya devlet? Fransa’da sanatın büyük finansörü olmaktan çıkıyor gibi. O
gidince ne kalacak? Sanat mı? Turizm mi? Ya da ‘sakin kubbeler’ mi?