Sakatlık Sosyal Modelinde Erişilebilirlik



Seminerin ilk yarısında söz alan Sibel Yardımcı, konuşmasını “sosyal bilimlerden sakatlığa bakmak” çerçevesinde yaptı. Sakatlık çalışmaları üzerine okumalara başladıktan sonra yepyeni bir ufuk edindiğini belirten konuşmacı, bu elli yıllık çalışma sürecinin mekanı ve bedeni yeniden düşünmek için bir fırsat olduğunu belirtti.

Öncesinde biyoloji ve tıp alanlarında incelenen, sadece bedendeki bir bozukluktan ibaretmiş gibi algılanan sakatlık kavramının, 1960’lardaki özgürlük hareketleri ve Kent Hakkı çalışmalarıyla yeni bir bakış açısı kazandığını ve bireysel model denen şeyin, sosyal modele dönüştürüldüğünü anlatan Yardımcı; sakat kişinin çevresine yük olmamak adına kendisini çalışmak zorunda hissetmesinden kaynaklı psikolojik baskının da bu yeni modelde ele alınmış olduğunu söyledi.

Sakatlığın, önceleri sosyal politikaların konusu olduğunu ve devletin bu insanların nasıl eğitileceği, çalışamadığı için nasıl para kazanacağı, onlara herhangi bir yardımın yapılıp yapılmayacağı konularında sorumlu olduğunu belirten Yardımcı, bu kavramın toplumsal bir boyut kazanmasıyla müthiş bir değişim geçirdiğini ve artık kişinin değil, toplumun sorumluluğu haline gelen modelde, sakat kişinin topluma uymak zorunda olmasının yerine toplumun yeniden düzenlenmesinin söz konusu söyledi.

Sakatlığı bugün yaşamakla, bundan 500 yıl önce yaşamanın aynı şey olmadığını belirterek konunun tarihsel boyutuna da değinen konuşmacı, örnek olarak; kır düzeninin görüldüğü bir feodal toplumda sağır veya bir kolu olmayan kişilerin de kolayca çalışabileceği alanlar varken, sanayi toplumunda ortalama bir beden yapısına sahip olmayan bir kişinin sistem tarafından dışarı atıldığını belirtti.

“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur”

1840 yılında sözlüğe giren normal kelimesinin, “ortalama insan” diye soyut bir kavram tasvir edildikten sonra ortaya çıktığını söyleyen Yardımcı, eskiden bu ortalama insanın birbirini yansıtan fizik ve ahlak parçalarından oluştuğunu, kısacası bedensel engelli insanların ahlak yapısının da sorunlu olduğuna inanıldığını söyledi. Yardımcı, 20. yüzyıla kadar ilgili kurumlara ayrışmayan; yoksul, frengili, ayyaş, suçlu, sakat gibi -toplumda anormal olarak görülen insanlara- ırk koruması amacıyla “kısırlaştırılması gereken kesim” olarak bakıldığını ve hepsinin aynı ortamlara kapatıldığını anlattı. 20. yüzyıldan sonra Amerika’daki “Bağımsız Yaşam Hareketi” ile beraber bu insanların kendi başlarına yaşamalarının teşvik edilmeye başlandığını belirten Yardımcı, daha sonra refah devleti elini bu işten çektiğini ve bundan sonra sakatlara kendi işlerini kendi halletmeleri düşüncesinin verildiğini söyledi.

Konuşmanın ikinci yarısında kent vatandaşlığı ve erişilebilirlik kavramlarından bahseden Dikmen Bezmez, şu anda belediyelerin çatısı altında sakatlık konusunda çalışmaların başladığını ve kurumsal yapılardan da İstanbul Özürlüler Müdürlükleri’nin (İSÖM) öne çıktığını belirtti. Bu kurumların hizmetlerinin, sakatları yardıma muhtaç olarak kurguladığını belirten Bezmez, örnek olarak İSÖM’ün verdiği “153 Ulaşım Hizmeti”nin de kişi ile kurum arasında bir bağımlılık yarattığını söyledi.

İş sahibi olma konusunda da, sakatlara yöneltilen “çalışabileceklerinden emin olup olmama” sorusunun büyük bir yanlışlık içerdiğini söyleyen konuşmacı, bu konuda çıkan yasalar olsa bile, sakat kişinin yargıda bu konunun peşini kovalamasının oldukça zor olduğu belirtti.

Ulaşım araçları gibi kent hizmetleri sakatlara uygun hale getirilirken, sakatlığın modelinin de düşünülmesi gerektiğini söyleyen Dikmen Bezmez, örnek olarak sağır biri ile tekerlekli sandalyedeki birinin farklı erişilebilirlikleri olduğunu belirterek konuşmasını tamamladı.
Konuşmanın bitiminde yapılan soru-cevap kısmında özellikle halkın bu konudaki farkındalıklarından ve duyarsızlıklarından bahsedildi. Üniversite sınavlarına giren engelli bir kişinin ihtiyaçlarının dikkatlice karşılanmaması ve bazı otobüs şoförlerinin engelli vatandaşları almak adına duraklarda durmaması, İSÖM gibi kurumlarda çalışan engelli vatandaşların olmaması gibi örneklerin sıkça karşılaşıldığı ülkemizde, konuşmacılar, onları anlamaya çalışmaktan öte, onların bakış açılarından bakabilmek adına sorulması gereken en önemli sorunun şu olduğunu söyledi: “Tamamen engelli vatandaşlar için tasarlanmış cadde ve sokaklarda, tekerlekli sandalyedeki biri için düzenlenmiş 2 metre yüksekliğindeki evlerde, siz yaşasaydınız nasıl hissederdiniz?”

Sakatlığa olan duyarsızlığın, ırkçılık ve ayrımcılık gibi ciddi bir mesele olarak görülmesi gerektiğini özellikle vurgulayan konuşmacılar, sakatlığın “normal” bir durum olduğunun ve bu farkındalığın çocuk yaştan itibaren herkese aşılanması gerektiğinin altını çizdi.