Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulunca, 5 Haziran
Dünya Çevre Günü dolayısıyla kaleme alınan bildiride, 'yağma' ve 'rant'
kararları karşısında tarihsel ve çevresel değerleri savunmanın, Oda'nın mesleki
ve toplumsal sorumluluklarının gereği olduğu ifade edilerek, bu sorumluluğu
yerine getirmek için duyarlı çevrelerle birlikte, kararlılıkla çaba
gösterileceği belirtildi.
"Sağlıklı ve Nitelikli bir Çevre için
Kararlıyız" başlıklı bildirinin tam metni ise şöyle;
"5 Haziran 1972’de Stockholm’de yayımlanan Dünya Çevre Deklarasyonu’nda
“İnsanın, hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan onurlu ve refah
içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır.” çağrısı üzerinden tam 38 yıl geçti.
Buna paralel olarak, dünyada çevre sorunlarına karşı önlem alınması yönünde pek
çok karar alındı. Hükümetlere tavsiyelerde bulunuldu. Başta Kyoto Protokolü
olmak üzere çok sayıda uluslararası sözleşme imzalandı…
Tüm bu
girişimlere rağmen, Birleşmiş Milletler “söylem” üretmenin ötesine geçemedi.
Geçen zaman içerisinde varolan çevre sorunlarına yeni sorunlar eklendi ve bu
sorunlar dünyayı artık geçmişten daha fazla tehdit etmektedir. Çevre kirliliği,
iklim değişiklikleri, küresel ısınma vb. Sorunlar, yaşadığımız evrenin can alıcı
konularını oluşturmaya devam etmektedir. Sadece “kâr” dürtüsüyle hareket eden ve
“tüketim ideolojisi”ni toplumlara dayatan bu sürecin sorumluları ise ciddi
tedbirler almaya yanaşmamakta; dünya kaynaklarını sorumsuz biçimde tüketmeye,
çevre kirliliği ve yağmasının nedeni olmaya devam etmektedirler.
Ülkemizin çevre sorunları ile tanışıklığı ise, 50–60 yıl önceye
uzanmaktadır. 1950 sonrası “göçe dayalı” ve 1980 sonrası “imar rantına göre”
yaşanan bir kentleşme anlayışına paralel olarak kentlerimiz çarpık ve sağlıksız
biçimde yapılaşmıştır. Bu süreçte pek çok kent ve çevre değeri kaybedilmiş ve
çevresel sorunlara ortam hazırlanmıştır.
Bunun sonucunda, akarsular,
göller ve denizler kirlenmiş, ormanlar yağmalanmış, tarihsel ve peyzaj değerleri
yokedilmiş ve kentlerimiz deprem, yangın, sel gibi her türlü afete açık hale
gelmiştir. Her yıl çevresel sorunlardan kaynaklanan önemli ölçüde can ve mal
kayıpları yaşanmaktadır.
Türkiye, Dünya Çevre Deklarasyonu sonrasında pek
çok uluslararası sözleşmeye imza atmış ve taahhütte bulunmuştur. Ancak, dünyada
gündeme gelen çevre politikalarından ülkemiz yönetimleri uygulamalarda hiçbir
şekilde etkilenmemiştir. Kimi yapısal ve ciddi tedbirler alınması gerekirken,
sorunlar daha büyük boyutlarla bugünlere ve yarınlara taşınmıştır. Bugün ise
AKP hükümeti, bir bütün olarak çevreyi “rant” aracı olarak görmekte ve çevrenin
yokedilmesi pahasına betonlaşması, satışı ve pazarlanması için yoğun çaba
göstermektedir. Çevre, toplumumuzun gözüönünde kimi çevrelerin çıkarlarına
kurban edilmektedir. Ve bunu gerçekleştirmek için hukuk, şehircilik ilkeleri ve
bilim hiçe sayılmaktadır. Nitekim gündemde olan “Anayasa paketi”nin, esas
itibarı ile çevre yağmasının önündeki hukuki engelleri kaldırmayı hedeflediği
açıktır.
Hükümetin çevre ile ilgili gündeminde olan kimi karar ve
uygulamaların gerçekleşmesi halinde kentlerimiz yaşanmaz hale gelecek ve ülke
kaynakları yokedilmiş olacaktır. Bu çerçevedeki girişim ve kararların ivedi
olarak durdurulması ve iptal edilmesi gerekir.
Ulaşıma çözüm
olmayan, sadece “rant” ve çevre yağması niteliğindeki 3. köprü kararı iptal
edilmelidir. Bu girişimin gerçekleşmesi halinde 15 milyonu aşkın nüfusun
yaşadığı İstanbul’un bir felakete sürükleneceği, hükümetin talimatıyla
hazırlanan bilimsel raporlarla net biçimde ortaya konmuştur. Bu gerçeklere
rağmen 3. köprü kararında ısrar edilmesi manidardır.
Orman Yasası’nın 2b
maddesi ile ilgili düzenlemelerin sürekli gündemde tutulması, yeni orman
işgallerini özendirmektedir. Çarpık kentleşme ve imar aflarıyla gerçekleşen
orman tahribatı bugün de devam etmektedir. Tapu Yasası’nda yapılan değişiklikle
“orman vasfını kaybettiği” gerekçesiyle parsel olarak tescil edilmeye çalışılan
bu alanlar, Anayasa Mahkemesi kararı beklenmeden işgalcilere satılarak, oldu
bitti yaratılmak istenmektedir. Bu alanların daha sonra “dönüşüm alanı” ilan
edilerek, TOKİ eliyle daha yoğun bir yapılaşmaya açılması yönünde çalışmalar
olduğu bilinmektedir.
TOKİ’nin başını çektiği kimi uygulamalarla, tarihî
kent merkezlerinde “yenileme” adı altında tarihsel değerler ve sosyal doku
yokedilmektedir. Yıllardır ihmal edilen bu alanlarda zaman içerisinde önemli
kayıplar yaşanmıştır. Yapılması gereken, yokolmaya yüz tutmuş, son derece
değerli olan kültür varlıklarının ayağa kaldırılması, tarihî mahallelerin
canlandırılması ve endüstri mirasının korunmasıdır. Bu bağlamda, koruma ilkeleri
ile bağdaşmayan ve yaşayanını yoksayan uygulamaların durdurulması gerekir.
Kentlerimizin donatı alanları, çöküntü alanları ve çeperlerinde gündeme
getirilen “dönüşüm” kararları bir plana bağlı olmadığı gibi, yeni kent ve çevre
sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Yerel yönetimleri ve toplum katılımını
dışlayan TOKİ’nin aldığı kararlar kentlerimize dayatılmaktadır. Daha fazla
“dönüşüm mağduru” kent ve insan yaratılmasından kaçınılmalıdır.
Dünya
mirası bakımından ülkemizdeki “doğal sitler” ve “ören yerleri” önemli bir yere
sahiptir. Bu alanlar “turizm ve ticaret” adı altında yeni yapılaşmalara
açılmakta ve böylece kültür varlıkları tahrip edilmektedir. Çevre ve Orman
Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın acil olarak önlem alması ve bu
değerlere sahip çıkması yönünde çaba göstermesi gerekir. Türkiye’nin bütün
varlık ve kaynaklarına yönelik talan, satış ve pazarlama bizleri
kaygılandırmaktadır. HES’ler aracılığı ile akarsular, vadiler, göller, kıyılar,
madenler, tarım alanları, ekolojik alanlar, orman alanları vb. bütün yaşam
kaynakları üzerine “yağma” niteliğinde “rant” kararları gündemdedir. Bu
kararların uygulamaya geçmesi halinde, zaten afetlerle debelenen ülkemiz, daha
büyük ölçekte çevre felaketlerine sürüklenecektir.
Sonuç olarak, ne
yazık ki, yaşadığımız bu dönemde çevre adına hem dünya hem de ülkemiz için
olumlu bir şey söylememiz mümkün olamıyor. Bu koşullarda esenlikli bir dünya ve
ülkemizin geleceği için, öncelikle temel insan haklarından olan “sağlıklı ve
nitelikli bir çevrede yaşama hakkı”nın sağlanması ve “çevre yağması”nın
durdurulması gerektiği konusunda tüm toplum kesimlerinin ortaklaşması
gerekiyor.
Bu kapsamda mesleğimiz olan mimarlık önemli katkı ve olanaklar
sunmaktadır. “Yağma” ve “rant” kararları karşısında tarihsel ve çevresel
değerleri savunmak, mesleki ve toplumsal sorumluluklarımız gereğidir. Bu
sorumluluğu yerine getirmek için duyarlı çevrelerle birlikte ve kararlılıkla
çaba göstereceğimizi, Dünya Çevre Günü dolayısıyla bir kez daha
yineliyoruz…