18. yüzyıl başından beri dünya ticaretinin, ekonomisinin
ve siyasetinin düğüm noktası bir kent Londra. Thames
Nehri’nin ikiye böldüğü, yaklaşık 2 bin yıl önce Romalılar tarafından
kurulan ilklerin şehri, bugünün diğer bütün büyük kentlerinden en az 100 yıl
daha önce metropol halini aldı. Erken gelişmenin etkileri, bugün hâlâ hiçbir
kente benzemeyen mimarisine de yansıyor.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Mimarlık yüksek
lisans programının atölye yöneticileri ve öğrencilerinin Londra’ya
yaptığı keşif gezisi sırasında, mimar ve fotoğraf sanatçısı Cemal
Emden’in objektifine takılan görüntülerden oluşan ‘VitrA ile
Mimari Keşif: Londra/Metropol ve Mimarlık’ sergisi, kentin tam da bu
farklı yönünü yansıtıyor. Santralistanbul’daki sergide, değişen ve değişmeyen
yüzüyle Londra’nın yüzyıllar süren metropolleşme evriminin son halini
‘Mülkiyet’, ‘Altyapı’, ‘Kurumlar’ ve
‘Şahsiyetler’ başlıkları üzerinden izliyoruz. 15 Kasım’a kadar
sürecek serginin detaylarını, küratörü Prof. Dr. İhsan
Bilgin’le konuştuk.
Küçük bir kentin bile birçok yüzü var. Dünyanın ilk modern büyük
şehri Londra’nın bu sergide hangi yüzünü öne çıkarmaya çalıştınız?
Dört başlıkta topladık sergiyi. Birincisi ‘Mülkiyet’ başlığı, gayrimenkul
mülkiyeti kasttetik burada. İkinci başlık ‘Kurumlar’, yani şehri kuran
kurumlardan söz ediyoruz. Üçüncüsü ‘Şehrin Altyapısı’. Dördüncü başlığı ise
‘Şahsiyetler’ olarak belirledik. Tüm başlıklarda vurguladığımız bir nokta var.
Batı şehirlerini biz yekpare bir şeymiş gibi, sanki tüm bu kentler aynı anda,
hep beraber gelişmişler gibi algılayabiliyoruz. Halbuki Londra bunların içinde
çok özel bir yere sahip. Biz de bu yüzünü öne çıkarmak istedik.
Londra’yı diğer modern büyük şehirlerden ayıran hangi özellikleri
fotoğraflara yansıdı?
Farkın tek fotoğrafı yok elbette ama sergideki tüm fotoğrafları görünce bu
fark ortaya çıkıyor. Londra, modern anlamda metropolün kurulmasına en az 50-100
yıl önceden başlamış. Hem Batı Avrupa şehirlerinden hem de Kuzey Amerika
şehirlerinden 100 yıl önce sistematik olarak ürettiği şeyler var. Bu sadece
tarih bilgisi açısından önemli değil. Bugünkü Londra’nın makroformu, dokusu,
DNA’sı diyebileceğimiz şeylerin birçoğu, çok erken yapılmaya başlamış olmanın
özelliklerini taşıyor. Sadece 300 yıl önceki özelliklerini ortaya koymadık.
Öyküsüne buradan başlamış bir şehrin bugüne yansıyan sonuçlarını da öne
çıkardık. Londra ‘unique’ şehir olarak adlandırılır; biricik şehir anlamında...
Bütün şehirler Londra’yı izlemiş. En azından o modelleri kendi şehirlerine mal
etmişler. Fakat buna rağmen ortaya çıkan sonuçta, ilginçtir ki hiçbiri Londra’ya
benzememiş. Birçok açıdan özgünlükleri kuşkusuz var ama hepsi daha çok
birbirlerine benzemişler. Sergi, Londra’daki bu binalar üzerine genellemelerden
oluşmuyor elbette. Dönem binalarını, yapı tipleri çoğaltılan sıradan binaları,
kutsal binaları, anıtları, yapıların hepsini ayrı ayrı konu ettik. Tek tek
binalar üzerinden gezdik, gördük. Bir yandan şehrin bütünlüğünü de göz önünde
bulundurduk. Sergide bina bina gidildi diyebilirim aslında.
İlk ne zaman gittiniz Londra’ya? Yıllar içinde hangi değişimleri,
dönüşümleri gözlemlediniz Londra’da?
İlk gidişim 1974’tü, 20 yaşındaydım. Henüz üzerine araştırmalar yapmadan önce
birkaç defa gitmiştim. 1991’de araştırma amacıyla gittim. Üzerine çok şey
okumuştum. Öğrenmeye başladıktan sonra gittiğimde gördüklerim bana hiç yabancı
gelmemişti. Mesela bu benzemezlik meselesi... Binaların birbirine benzememesi
anlamında değil de, şehrin makro formunu kastediyorum. Batı Londra’da her yapı
birbirini çok tekrar eder. Bu negatif bir şey gibi görünse de, kenti çok cazip
kılar bence. En azından cazip bir yer olduğunu şuradan bir teste tabi
tutabiliriz; gayrimenkul fiyatları bakımından Londra, bugün dünyanın en pahalı
yerlerinden biri.