Dünyanın önde gelen insani yardım kuruluşlarından
Oxfam, geçtiğimiz günlerde Doğu Afrika’da yaşanan insanlık
dramıyla ilgili bir rapor yayınladı. Oxfam, yoksulluğa ve adaletsizliğe karşı 97
ülkede çalışmalar yürüten uluslararası bir örgüt. Örgütün ismi ilk kez 1942’de
Britanya’da açlığa karşı mücadele etmek için kurulan Oxford
Komitesi’nden (Oxford Committee for Famine Relief) geliyor. Yani Oxfam
bir çevre kuruluşu değil, yeşil ideolojiyi savunmuyor, bu alanda özel bir
iddiası da yok. Kıtlıkla ve açlıkla mücadele örgütün en önemli uzmanlık alanı.
İşte bu Oxfam’ın Somali ve çevresinde yaşanan kuraklık ve açlıkla ilgili
yayınladığı raporun tamamı iklim değişikliğine odaklanmış. Oxfam, bir yandan
felakete uğrayan ülkelere insani yardım yaparken, bir yandan da zengin ülkeleri
karbondioksit emisyonlarını hızla azaltmazlarsa kuraklık, sel ve bunlara bağlı
insani felaketlerin hızla artacağı konusunda uyarıyor.
Toplu ölümler
Oxfam’ın raporuna göre başta Somali,
Etiyopya ve Kenya olmak üzere Doğu Afrika’da
yaklaşık 12 milyon insanın açlığa bağlı toplu ölüm tehlikesine sürüklenmesine
neden olan kuraklık, geçen yıl ve bu yıl üst üste yağmur yağmaması nedeniyle
krize dönüştü. Bölgede sıcaklık ve yağış gibi meteorolojik kayıtlar Batı
ülkelerinde olduğu kadar uzun yıllardır tutulmuyor. Ancak bölge ülkelerinde
toprağa bağlı olarak yaşayan insanların hafızası da bir süre sonra bilimsel
kayıtlarla bütünleşiyor. Örneğin Etiyopya’da yaşayan
Borana etnik grubuna göre geçmiş yıllarda ortalama 6-8 yılda
bir yaşanan kuraklıklar son yıllarda 1-2 yılda bir görülmeye başlanmış.
Kenya’nın Gıda Güvenliği Kurumu’nun göçer
gruplardan topladığı bilgilere göre ise geçmişte 10 yılda bir görülen
kuraklıkların sıklığı 5 yılda bire düşmüş durumda.
Son 50 yıl içinde ortalama sıcaklıklar Kenya’da 1, Etiyopya’da ise 1,3 derece
artmış. Yağışlardaki değişim ise daha vahim. Bölgede iki yağışlı sezon var.
Mart-Haziran ayları arasında görülen ve “uzun yağmurlar” denen dönemde yağış
miktarı ciddi biçimde düşerken, Ekim-Aralık arasındaki kısa yağmurların şiddeti
artmış. Yağış dengesindeki bu bozulma, kuraklığın ve sellerin nasıl olup da bir
arada yaşanabildiğini gösteriyor. Sert yağışlar toprak tarafından tutulmadan sel
olup akıp giriyor. Uzun yağmurlar hem azalmış durumda, hem de artan sıcaklar
nedeniyle çabucak buharlaşıyor ve kuraklık şiddetleniyor.
Toplam yüzölçümü Türkiye’ye yakın olan Somali’de yaşayan nüfus, 9,5 milyon
civarı. Bu nüfusun yarısı şu anda açlıkla boğuşuyor. Geçen aydan bu yana on
binlerce çocuk öldü. Yüz binler Kenya sınırını geçmeye çalışıyor. Ülkenin
kuraklığın en yoğun olduğu güney kesimlerinde yaşayan ve hayvancılıkla geçinen
göçer kabileler, sürülerini ve geçim kaynaklarını kaybediyor. Tarımsal üretim de
hızla düşüyor. Kuşkusuz 1990’dan bu yana devam eden siyasi belirsizlik, yaşanan
iç savaş ve dış müdahalelerin artırdığı kaos ortamı, kıtlığın ve insani
trajedinin derinleşmesine neden oluyor. Ama Oxfam’ın raporunda da söylendiği
gibi, bu bölgedeki ülkeler ne kadar iyi yönetilirse yönetilsin, zengin ülkeler
karbondioksit emisyonlarını hızla düşürüp küresel ısınmayı kontrol altına
almadıkları ve bu ülkelerin iklim değişikliğinin sonuçlarıyla başa çıkmalarını
sağlayacak ciddi adaptasyon programları uygulanmadığı sürece kriz derinleşecek.
Küresel ısınma son yıllarda her sene yüzünü başka bir felaketle gösteriyor.
21. yüzyılın iklim felaketleri 2003’te Avrupa’da en az 30 bin kişinin ölümüne
neden olan sıcak dalgalarıyla başladı. 2004’te Filipinler’de en az bin kişinin
öldüğü tayfunlar, 2005’te ABD New Orleans’ı silip süpüren ve iki bine yakın
kişinin ölümüne neden olan Katrina kasırgası, 2006’da Çin’de 500 bin kişiyi
evsiz bırakan tayfunlar, 2007’nin yaz aylarında İngiltere’yi vuran seller,
2008’de Myanmar’da 140 bin kişinin öldüğü Nargis tropikal siklonu, 2009’da
Avustralya’da zirveye ulaşan kuraklık, 2010’da Pakistan’da 20 milyon kişiyi
etkileyen seller, Rusya’da bir ay süren orman yangınları ve bu yılın başında
Avustralya’da bir eyaleti sular altında bırakan seller ilk akla gelen iklim
felaketleri arasında.
Afrika’nın Sahel kuşağını ve Doğu Afrika Boynuzu’nu etkileyen kuraklıklar da
yeni değil. Daha geçen yıl, Nijer’de yaşanan kuraklığın bu yılki Somali krizi
kadar ses getirmemesi, belki ölü sayısının daha düşük, belki de açlığın sürekli
olması nedeniyleydi. Somali’de hepimizin içini parçalayan bu ağır insanlık
dramının asıl nedeninin iklim değişikliği olduğunu, yani bizim de içinde
bulunduğumuz fosil yakıta bağlı bu ekonomik sistemin, yaşam biçiminin ve
kalkınma anlayışının olduğunu kabul etmek kolay olmayabilir. Ama sorumluyu doğru
saptamak ve meselenin talihsiz Afrikalılara acımakla, Ramazan hayırseverliğiyle,
kısaca sadaka vermekle bitmeyeceğini anlamak gerek.
Zenginler fakirlere borçlu
Kopenhag Zirvesi’nde “iklim borcu” kavramı
dillendiriliyordu. Bu, küresel ısınmaya sebep olan endüstrileşmiş ülkelerin,
iklim değişikliğinin ortaya çıkmasına tarihte ve şimdi hiç katkıları olmayan ama
iklim felaketlerinden en çok zarar gören yoksul Asya ve Afrika ülkelerine
tarihsel olarak borçlu oldukları anlamına geliyor. Kopenhag’da kuraklık ve
sellerle boğuşan yoksul ülkelerin iklim değişikliğine adaptasyon sağlamaları
için kullanılmak üzere (mesela Somali gibi ülkelerde kuraklığa dayanıklı
ürünlerin yetiştirilmesi, su kuyuları açılması, altyapı sağlanması gibi yoğun
sermaye gerektiren yatırımlar için) zengin ülkelerin yılda 100 milyar dolar
vermeleri karara bağlanmıştı. Geçen sene Meksika’da güya bu
karar teyid edildi. Ama ortada ne para ne de bu paranın nasıl ve kim tarafından
harcanacağına dair bir anlaşma var.
ABD, Somali’ye 100 milyon küsur dolarlık bir yardım yapmaya karar verdiğini
övünerek açıklıyor. Bütün bir Avrupa Birliği’nin de 100 milyon avro yardımdan
ötesini gözü kesmiyor. Somali’nin kuraklıktan kırılmasına neden olan ülkelerin
arasında, artık fosil yakıta dayalı hızlı ekonomik büyüme politikaları ve hızla
artan karbon emisyonları nedeniyle Türkiye de var. Ama ne Batı ülkeleri ne de
Türkiye ve Brezilya gibi hızlı büyüyen ülkeler, Somali gibi ülkelere borçlu
olduklarını kabul etmiyorlar. ABD iklim heyetinin başkanı Todd Stern,
Kopenhag’da iklim borcu kavramını “kategorik olarak reddettiğini” boşuna
söylememişti.
Dünyanın iyi yaşayan azınlığı, açlıktan kırılan, mülteci durumuna düşen,
sellerle boğuşan, topraklarını kaybeden çoğunluğuna borcunu ödemek zorunda. Bunu
bugüne kadar hep aldığını artık geri vermek diye de tanımlayabilirsiniz. Oysa
biz hâlâ televizyon programlarında göstere göstere sadaka verip üstüne bir de
vicdanımızı rahatlatmak peşindeyiz.