Ne zaman bir tepeye kurulu rüzgâr santrallarını görsem
Cervantes’in hayalci Don Kişot adlı
kahramanının yel değirmenlerine düşman zannederek saldırmasının öyküsü gelir
aklıma. Bu kez de öyle oldu. Üstelik Osmaniye Gökçedağ’da 54
rüzgâr türbininin tam ortasındaydım bu sefer. Her biri 85 metre uzunluğunda, 350
ton ağırlığında dev kulelerin üzerinde salına salına dönen kanatlar... Rüzgârın
bekçileri... Rüzgârın gücünü insanlığın en zorunlu ihtiyaçlarından birine
enerjiye çeviren, üstelik bunu mümkün olduğunca doğa ile barışık yapabilen
türbinler... 1300 metre yükseklikteydik, üstelik devasa kuleleler birden
bastıran sisin arasında bir görünüp bir kayboluyordu...
Kendisini türbana dolamış debelenip duran Türkiye’nin Büyük Millet
Meclisi’nde 2.5 yıldan beri yasalaşmayı bekleyen Yenilenebilir Enerji
Yasası’nı, kaçan fırsatları, kaçan yatırımları düşündüm. Bugüne kadar
topu topu 1154 MW’lik bir kurulu rüzgâr santralı kapasitemiz olabilmiş. Enerji
Bakanlığı’nın 2020 yılı için rüzgârda kurulu güç hedefi ise 20 bin MW. Ancak
yenilenebilir enerji yasası 2.5 yıldan beri TBMM’de yasalaşmayı bekliyor. Bu
beklemenin arkasında AKP’nin önceliklerinin arasına bir türlü girememesi kadar
nükleer lobisinin de olduğu ileri sürülüyor. Bu arada bu gecikmenin yerli ve
yabancı birçok yatırımcının da şevkini hayli kırmış olduğunu söyleyelim.
Yine yeri gelmişken Türkiye’nin rüzgâr enerjisi potansiyelinin
Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİE) tarafından yapılan bir
çalışmayla ortaya çıkarıldığını anımsatalım... Kısa adı REPA
olan rüzgâr enerji potansiyel haritasına göre kıyı Ege ve Trakya yarımadası ile
Hatay, Konya, Karaman gibi bazı illerdeki bölgeler rüzgâr enerji santralı kurmak
için uygun. EİE’nin hesabına göre, toplam 48 bin MW’lik rüzgâr enerjisi
potansiyeli değerlendirilebilirse yıllık yaklaşık 130 milyar kWh elektrik
üretilebilir.
Bu ne anlama geliyor? Türkiye’nin 2009 yılı elektrik tüketimi yaklaşık 200
milyar kWh idi. Enerjiyi en temiz ve çevreci şekilde elde etme yöntemlerinden
biri olan rüzgârın istenildiği takdirde Türkiye’nin enerji pastası içinde önemli
bir yeri olabileceğini ortaya koyuyor.
Üstelik rüzgâr enerjisi, yenilenebilir kaynaklar içinde maliyeti ve geri
dönüş süresi açısından en makul yatırım. Üstelik halihazırdaki piyasanın
enerjiye biçtiği ortalama fiyat kWh başına 14 kuruş (10 dolar cent KWH) ve
üretilen yenilenebilir enerji doğrudan sisteme giriyor. Yani yatırımcı açısından
da kârlı bir iş. Yeni yatırımcıların devreye girmesi ile bu fiyatın böyle
kalmayacağını ve biraz azalacağını da söyleyelim.
Benim asıl gelmek istediğim konu ise gerek rüzgâr gerekse güneş enerjisi
yatırımlarının Türkiye’deki üreticiye nasıl yansıyacağı. İşte asıl burada sorun
başlıyor. Zira her iki yatırımda da gerek paneller, gerek türbinler işin asıl
maliyet yükünü oluşturuyor ve bunların hemen hemen hepsi ithal ediliyor. Oysa
desteklenmesi halinde bir kısmının Türkiye’de üretilmesi mümkün. Her zaman ‘kriz
dönemlerinde yeşil ekonomi bir fırsat’ diye tekrar edilen savın gerçek
olabilmesi, yeni iş alanları ve yeni istihdam yaratabilmesi için Türkiye’deki
üreticilerin hem teknoloji geliştirmelerinin hem de ihracata yönelik üretim
yapabilmelerinin önünün açılması gerekiyor. Bunu birçok ülke yapıyor.
Örneğin bir süre önce Alman yenilenebilir enerji sektöründe çalışan kişi
sayısının beklentilerinde üzerinde gerçekleşerek 340.000 kişiye ulaştığı
açıklandı, Bu yüksek rakamın içinde proje danışmanlığı, üretim ve kurulum gibi
birçok farklı işkolu da bulunuyor. Keza Çin çoktan düğmeye bastı. Yenilenebilir
enerji alanında dünya lideri olacak üreticiler yetiştirmeye başladı.
Biz ise fırsatımız varken, elimizi kolumuzu kavuşturmuş
bekliyoruz?