Maltepe semtindeki Maltepe
Camisi’nin alt tarafı, GMK Bulvarı’nda kalan ender
yeşil alanlardan biriydi. Zaman içerisinde rantın kurbanı oldu. İnsan boyunu
aşan reklam panolarının, kocaman kocaman büfelerin konuşlandığı bu alanda
yeşili, ağacı görmek, toprağın kokusunu duymak olanaksız şimdi. Daha önceki
yıllarda buradan geçerken biraz soluk alıp, ağaçların gölgesinde otururduk.
Anakent Belediyesi tarafından yaptırılan şelalesiyle halka açık olan bu güzel
alan, sadece büfe işletmeciliği ve çay bahçesi gibi ticari kuruluşların egemen
olduğu paralı bir alana dönüşmüştür.
Çevre ve mimariye duyarsız bu anlayış daha da gelişmekte, Ankara’nın birçok
yeşil alanının önüne sürekli, büyük reklam panoları dikilmektedir. Artık, Ankara
caddeleri hükümevi avlusu, yayalar, volta atan hükümlüler gibi. Petrol
ürünlerini dünyada en pahalı kullanan ülkeyiz. Asfalta yatırım yapmanın mantığı
anlaşılmaz. Çağdaş belediyecilik anlayışında, yayalar odak noktasına alınmışken,
Anakent Belediyesi’ni anlayamıyorum. Rant için, şehrin kültürünü, hafızasını
oluşturan alanları yok etmektedir.
Yeni meydanlar yapmak yerine, sayıları az olan meydanları her geçen gün yok
ederek, “Ne kadar beton, o kadar geliştik” anlayışıyla, Ankara caddelerinin
köprülü kavşaklarla çevrelendiği, hız tuzaklarına dönüştürüldüğü, caddelerin
yayalar için sürekli açık tehdit haline getirildiği bu belediyecilik anlayışı,
diğer bir deyişle, doğayı ve çevreyi sadece bir kazanç aracı olarak gören bu
bakış, insanı kötü şehirleşmenin kıskacına hapsetmektedir. Bir şehrin
yaşanabilir olmasının en büyük ölçütü, insanın, o şehrin caddeleri, sokakları,
binaları ve yeşil alanlarında, güven ve huzur içinde yaşadığını hissetmesidir.
Yaşadığımız ülkenin demokratikleşmesi, birbirine güç ve üstünlük algısı
içerisinde değil, eşitlikçi, hak ve özgürlükleri temel kabul ederek, sürekli
tehdit algısı, sürekli canlının kendini korumaya alması değil, nesneleşmek
yerine, insan ve birey olduğunu hatırlatan bir algı içinde yaşamasını özgürce
şekillendirmelidir. Belediyelerin görevi, bireyi yalnızlaştıran ve
yabancılaştıran, sıradan bir tüketiciye indirgeyen şehir yaşamları yerine,
bireyin yeşillikle ve doğayla buluşmasını sağlayan, kültürel açılımlar yaratan,
asfaltı olabildiğince az kentler yaratmaktır. Bu bağlamda, hukuk devleti ve
sosyal devlet kavramlarının özü de budur. İçimize çekecek temiz havamız, içecek
temiz suyumuz kalmadığında, toplanacağımız büyük meydanlar, özgürce adım atacak
caddelerimiz, sokaklarımız kalmadığında, sözde daha iyi şehirleşme adına yapılan
köprülü kavşaklara bakıp bakıp kandırıldık diyemeyiz.