‘Günde yüz binlerce yolcuyu taşıyan İstanbul metrosunda
akla zarar bir sorun nedeniyle kesintisiz ulaşım yapılamıyor. İlk etapta
Taksim-4. Levent arasında hizmete giren metro hattındaki araçlarla, daha sonra
devreye sokulan Şişhane ve Atatürk Oto Sanayi Sitesi arasında çalışan araçlar
farklı markada olduğu için sinyalizasyon sistemlerinde uyumsuzluk yaşanıyor.
Yetkililer Ocak ayında yeni hatlar açılırken ‘Sorun Temmuz 2009’da çözülecek’
diye açıklama yaptı; ancak aradan altı ay geçmesine rağmen yolcular hâlâ
aktarmalı yolculuk yapmak zorunda kalıyor’. (Serkan Ocak, Radikal
12/07/2009)
İstanbul’da yaklaşık 15 milyon kişiyiz. Hiçbir yere uygar biçimde ve
zamanında ulaşamıyoruz, çok mutsuzuz. Doğru düzgün ulaşım sistemi olan dünya
kentlerini kıskanıyoruz. Çağımızda tüm dünya metropolleri iki-üç ana sorunla
uğraşıyor: Kentiçi ulaşılabilirliğin, kentsel kamusal alanların ve çevrenin
niteliği. Dünyanın en yaşanılası şehirleri sıralamasında Zürih, Kopenhag,
Viyana, Stockholm, Paris, Berlin, Barselona, Madrid... Tüm bunlar bu üç ana
kategoride sorunlarını halletmiş görünüyor.
Bu sorunu çözmüş dünya kentlerinde en çok iki tür raylı sistem vardır:
Yüzeyden gidenler (hafif metro veya tramvay olarak da adlandırabiliriz) ve
yeraltından gidenler (buna da kısaca metro denir). Ayrıca elbette kentin
coğrafyasına göre; tünel, köprü, vapur, arabalı vapur filan da bu sistemlere
“entegre” olur...
İstanbul’da 70 kilometrelik bir raylı sistemin varlığından sözediliyor.
Politikacı söylemini bilemem ama bilimsel açıdan bu gerçek değil. Böyle bir
sistem yok, daha doğrusu bu ray çokluğu bir “sistem” değil. Şu anda İstanbul’da
10’dan fazla ayrı raylı sistem var ve bu sistemler bağlantılı-entegre değil
(şimdilerde bir de havadan gidecek “monoray” önerileri var). Tümünün denetim
merkezleri, durakları, vagon biçimleri, kullandıkları enerji, ray açıklıkları,
ücretleri, tarifeleri farklı farklı. Dolayısıyla bir sistem oluşturmazlar.
Dünyanın hiçbir metropoliten bölgesinde bu denli tuhaf bir ray boyutu çokluğu,
böyle bir savurganlık yok. Kenti bir Disneyland’a çeviren bu araçlar bulamacı
uzun aktarma süreleriyle bolca yürüyüp, merdivenler inip çıkarak, 20 dakikalık
yere ancak 1,5 saatte ulaştırır sizi ve buna, aklı olan kimse çağdaş bir
metropoliten ulaşım sistemi diyemez.
Ben İstanbul’da 13 adet birbiriyle ilgisiz ulaştırma biçimi
sayabildim, buyrunuz:
Beyoğlu nostaljik tramvayı Moda nostaljik tramvayı Tarihi
tünelimiz Taksim-Kabataş füniküleri (Taksim-Levent metrosundan bile buna
biletsiz geçilemiyor!) 4. Levent-Taksim (3 parçalı, iki aktarmalı, bakınız
girişteki paragraf) Gebze-Haydarpaşa banliyö/Sirkeci-Halkalı
banliyö Kabataş-Zeytinburnu hattı Güngören-Bağcılar
hattı Aksaray-Otogar-Havalimanı hattı Habipler-Topkapı hattı (Hele bu
son dört sistem nedir, “hafif metro” mu “ağır tramvay” mı ben anlayamadım
hâlâ?)
“Ne var bunda bre muhalif!” diyecek birileri, ta Maslak’tan havaalanına
raylar üzerinde gidebiliyorsun ya! Hemen basit bir öneri: Maslak’tan çıkın,
raylı sitemi kullanarak ve elinizde 20 kiloluk bir bagaj ile havaalanına gidin.
Gitmeden önce epey bir ders çalışmanız gerekecek aktarmaları filan öğrenebilmek
için, (4 aktarma yapacaksınız) daha önce ise biraz ağırlık ve düz koşu
çalışmanızı ve uçak saatinizden 3-4 saat kadar önce yola çıkmanızı
öneririm. Her neyse, İstanbul’da bunlara ek olarak tartışılmaya değer üç
ulaşım sistemimiz daha var:
Metrobüs
Ayrı bir yazı konusunu hak edecek kadar büyük bir şaşkınlık ve hatta
ihanet... İki hatlı olarak ayrılan, yaklaşık 8 metre, mevcut karayolundan
çalınarak her türlü standardın altına düşürüldü. Bırakın trafik tıkanıklığını,
insanlar ölüyor. Aynı hatta tramvay-hafif metro, neyse o çalıştırılsaydı, iki
hat için yalnızca 4 metre gerekecekti.
7 tepeye 7 tünel: Karayolu tünelleri
Bu konuda söylenebilecek şey çok basit: Biliyoruz ki, önemli olan insanların
ulaşmasıdır, otomobillerin değil. Neden otomobil tüneli de, bunca zahmet ve
masrafa karşın toplu taşıma tüneli değil? Neden bu sistem sürekli, birbirine
bağlı ve entegre değil? Neden en azından, “ileride metro sistemine
bağlanabilecek güzergahlar” oluşturamadınız? Bütçe uyduğu zaman ray ve
elektrifikasyon ile bir raylı sistem öngörülemez miydi?
Üçüncü köprü ve üzerinden geçeceği iddia edilen esrarengiz ‘raylı
sistem’(?)
İstanbul’u tümden yoketmekten başka hiçbir işe yaramayacak olan, tüm
uyarılara karşın zorla dayatılan üçüncü Boğaz köprüsü üzerinde, “iki yönlü-iki
hatlı raylı sistem” olacakmış. İşte bu, tam zeka yoksunlarının düştükleri acıklı
durumu gösteriyor. Tam bir komedi. “Vakta ki” üçüncü köprü yapılsın. Hangi raylı
sistem ta Sarıyerlere uzanacak? Metro? Haydi böyle müthiş bir raylı sistem
hazırlandı diyelim. Peki Boğaz geçişi neden iki hatlı? Köprünün (Tanrı
İstanbul’u korusun ama, yapılırsa) 1500 metre kadar bir uzunluğu olacak.
Giriş-çıkış derken 2 kilometre. Bir tren 2 kilometreyi en çok 1 dakikada geçer.
Tek hat ve makas sistemi ile tüm güvenlik paylarını da koyarak bu süreyi 2
dakikaya çıkaralım. Hangi becerikli işletmeci “iki dakikada bir”den daha sık
tren işletebilecek bu ülkede? Tek hat neye yetmez? Bu basit zeka problemini, bir
ilköğretim öğrencisi bile çözer. 1500 metrelik bir köprüye bir hat daha
eklemenin maliyetini kavrayamıyorlar mı? İnanılmaz bir şaşkınlık. Daha doğrusu
tüm diğer ray döşeme olayları gibi bir kandırmaca.
‘Değiştiririz, uyumlandırırız efendim, önce bir yapalım
hele’
Türkiye’de televizyon yayıncılığının ve sanayinin bize kısa zamanda iki
televizyon aygıtı satmayı becermesi gibi bir durum ortaya çıkıyor. Bilindiği
gibi TV yayınlarının başlangıcından itibaren, 1970-1984 arası müthiş bir hızla
siyah-beyaz TV üretip hepimize sattıktan sonra, aslında o tarihte çoktan dünyada
başlamış olan renkli yayına ancak 1984 sonrası geçerek, “bir sinekten iki kez
yağ çıkarmışlardı”. Siz önce Kore vagonu ile Fransız vagonunu bir uyumlandırın
da!
Bu arada son bir söz, İstanbul’u seven, bir şeyleri korumaya çalışan tüm
vatandaşlara bir hatırlatma: Çok yakın bir gelecekte, Marmaray’ın çalışmaya
başlamasıyla, tıpkı Haydarpaşa gibi, Sirkeci’deki demiryollarına ait tüm alanlar
da “açığa çıkacak” ve satışları sözkonusu olabilecek. Bu konularda hazırlıklı
olmak ve belki şimdiden o alanlar için “alternatif-kamu yararına kullanım
önerileri” geliştirmek gerekir.