TMMOB Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu, geçtiğimiz günlerde kamuoyuna duyurulan ‘sosyal konut projesi’ ile ilgili bir açıklama yaptı. “Çevre Karşıtı ve Rant Odaklı Toplu Konut Projeleri ile Barınma Sorunu Çözülemez!” başlıklı açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“İktidar tarafından ‘Cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal konut hamlesini başlatıyoruz’ denilerek 2 Ağustos 2022 tarihinde duyurulan; detayları ve başvuru şartları 14 Eylül 2022 tarihinde bir törenle açıklanan ‘250 Bin Sosyal Konut Projesi’ kapsamında 2023-2028 yılları arasında 81 ilde 500 bin konut ve 50 bin iş yerinin yapılacağı; ilk etapta 250 bin konut ve 10 bin iş yerinin 2 yılda bitirileceği iddia edilmektedir.
Düşük gelire sahip vatandaşların konuta erişiminin sağlanması; nitelikli, çevre dostu, enerji verimliliğine uygun yapılı çevre kaygısı ile başlatıldığı öne sürülen proje incelendiğinde; ülkemizdeki konut ve yapı stoku verileri ile ilgili bilimsel veri ve araştırmalara dayalı bir tespit yapılmadığı, afet risklerinin dikkate alınmadığı ve temel insan hakkı olan sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkının öncelik olarak görülmediği anlaşılmaktadır.
‘Sosyal Konut Projesi’ olarak duyurulan projenin, ‘yaklaşık 900 milyar liralık yatırım değeri taşıdığı ve özel sektör yatırımları eliyle 2 trilyon liradan fazla ekonomik hareketlilik getirmesi beklendiği’, ‘konut arzını artırmak yoluyla inşaat sektörünü canlandırmak’ amacı taşıdığı bizzat Cumhurbaşkanı tarafından açıklanmıştır.
Ekonomik krizle birlikte, toplumsal ve sosyal alanlarda yaşanan krizin yaşam koşullarını giderek ağırlaştırdığı günümüzde; barınma ve konut sorununun, geçim sıkıntısı ve yükselen kira bedeli sorunlarının kısa sürede ve çok sayıda yapı/konut üretimi baskısıyla, inşaat ve yapı sektöründe sermayenin kentsel alanlara ve emlak rantına yönlendirilmesiyle çözülmesi hedeflenmektedir.
Türkiye’de son yirmi yılda 13 milyon 486 bin 509 konut üretilmiştir. TÜİK resmi verilerine göre 2013-2021 yılları arasında 6 milyon 684 bin 808 adet konut üretilmiş; bunlardan 5 milyon 055 bin 251 tanesi satılmıştır. 1 milyon 629 bin 557 yeni inşa edilmiş daire, konut stoku fazlası olarak boş durmakta ve bu sayı her geçen gün artmaktadır.
Ülkemizdeki mevcut yapı stokunun yüzde 60’ının mimarlık ve mühendislik hizmeti almamış olmasına, 10 milyonun üzerinde yapının sağlıksız ve afetlere karşı dayanıksız olmasına karşın bu yapılarla ilgili planlı ve programlı bir çalışma yürütülmemektedir.
İstanbul’da bina stokunun yalnızca %30’u 2000 yılı sonrası inşa edilmiş olmasına, olası bir depremde yaklaşık 194 bin binanın yıkılacağının tahmin edilmesine karşın; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nca yürütülecek proje ile konut sorununun çözüleceğinin iddia edilmesi inandırıcı olmaktan çok uzaktır.
Projenin dar gelirli yurttaşların barınma sorununu çözmeye ve konuta erişimini sağlamaya yönelik değil, inşaat sektörünün, sermaye sahipleri ve gayrimenkul yatırımcıların taleplerinin karşılanmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
Plan bütünlüğü göz ardı edilerek parsel ölçeğinde alınan parçacıl yerleşim kararlarıyla; meralar, yaylalar ve kışlaklar, tarım alanları, tabiat varlıkları, koruma alanları, ormanlar, kıyılar ve milli parklar yapılaşmaya açılmakta, bu alanlar yatırımın merkezi haline getirilerek yağmalanmaktadır.
Proje açıklanmadan önce; nesnel ve teknik bir gerekçeye dayanmadan, uzman görüşü ya da somut bilgi veya belge bulunmaksızın, 29 Temmuz 2022 tarihinde ÇED Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle toplu konut projeleri çevresel etki değerlendirmesi uygulanacak projeler listesinden çıkarılmış; ön inceleme ve değerlendirme alt eşikleri yükseltilerek çevre yağmasının önü açılmıştır.
Kent merkezlerindeki eski gecekondu bölgeleri ve sanayi alanları, sermayenin yeni yatırım alanları olarak önem kazanmış, kentsel dönüşüm uygulamalarıyla emlak rantının kaynağı olmuşlardır. Bu alanlarda yaşayanlar ise; açıklanan projelerle kentin çeperlerine gitmeye zorlanarak toplumsal yaşamdan dışlanmakta, kent merkezinden uzakta temsil ve denetim yetkileri azalmakta, kent çeperlerindeki kırsal alanlarda yapılaşma baskısı artmaktadır.
Ayrıca, kamu hizmetlerinin halka en yakın yönetim kademeleri tarafından yerine getirilmesi ilkesi yok sayılarak, belediyelerin planlama yetkileri hukuken ve fiilen ellerinden alınarak Bakanlığa ve TOKİ’ye aktarılmaktadır.
Kent çeperlerindeki son yeşil alanlarda kentleşme ve yapılaşma baskısı artmakta; olası bir afette kullanılması planlanan toplanma alanları yatırımcı ve sermaye sahiplerine tahsis edilerek, bu alanlarda toplu konut yapılmasında bir sakınca görülmemektedir.
Özelleştirme kapsamına alınan kamu taşınmazları ve hazine arazileri elden çıkarılarak kamuya ait kaynaklar özel sermayeye teslim edilmektedir.
Satışa sunulacak konutların ‘yatay mimari esasıyla, zemin artı 3, zemin artı 4 veya zemin artı 5 olarak inşa edileceği’, arsa alanlar içinse ‘mimari ve mühendislik desteği verileceği, belirlenen projeye uygun şekilde ve belirlenen sürede kendi evlerini yapabilecekleri’ açıklanmıştır.
Mevcut koşullar ve olanaklar çerçevesinde yürütülen özgün tasarım ve planlama süreçleri, mesleki yetki, uzmanlık, bilgi, beceri ve yetkinlikler yok sayılmakta; mimarlık ve şehircilik bilimine müdahale edilerek, bu mesleklerde yer almayan kavramlar siyasi bir araç olarak kullanılmaktadır.
Proje eliyle, mimari tasarımın katkıları ve kullanıcıya dayalı çözüm önerileri yerine, mekânların kurgusuna dair çelişkili kısıtlılıklar getirilmekte; tariflenen mekânsal ölçülerin, hangi bilimsel verilere ve araştırmalara dayanarak belirlendiği anlaşılamamaktadır.
TOKİ tarafından yirmi yılda düşük gelirli yurttaşların konut ihtiyacının giderilmesine ve konuta erişime yönelik 1 milyon 170 bin konut üretildiği belirtilmektedir. Ancak TÜİK verilerine göre ev sahipliği oranı her geçen yıl düşmekte, kiracı oranı ise yükselmektedir. 2006 yılında nüfusun %60,9’u ev sahibi iken 2021 yılında bu oran %57,5 olmuş; %23,5 olan kiracı oranı ise %26,8‘e yükselmiştir.
Proje ile ekonomik sıkıntı içinde yaşayan yurttaşlar yeniden borçlandırmaktadır. Nüfusun %13,8’i en az üç yıldır sürekli olarak yoksul; %27,2’si maddi yoksunluk çekmekte yani yurttaşların %41’i kira, konut kredisi veya faizli borç ödeyebilecek gelire erişememektedir. Konut alımı dışındaki sebeplerle borçlu olanların oranı ise %63,7’dir.
Aylık hane halkı geliri 16 bin liranın altında olanların başvurabileceği, ödemelerin asgari ücretle çalışanların ödeyebileceği bir tutar olacağı iddia edilen projede; başvuru ücreti ve peşinat ödemelerinin yanı sıra yirmi yıl boyunca ödenecek taksitlerde yılda iki kez memur maaş artış oranı dikkate alınarak artış yapılacaktır. Bu da yurttaşların kalan borç bakiyesinin ve aylık taksitlerinin sürekli değişeceği ve 2 bin 280 liradan başladığı iddia edilen taksitlerin; mevcut durumda konut kredisi veya borç ödeyemeyecek durumdaki düşük gelirli yurttaşlarca ödenemez rakamlara ulaşacağını göstermektedir.
Son olarak ise; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum tarafından ‘orta gelir grubu için sosyal konut projesi hazırlandığı, Ekim ayında açıklanacak projenin kampanyasına; Emlak Konut, Gayrimenkul Yatırımcıları Derneği, Türkiye Müteahhitler Birliği ve Anadolu'daki müteahhitlerin destek vereceği’ duyurulmuştur.
İnşaat sektörünün, gayrimenkul yatırımcıları ve müteahhitlerin taleplerinin karşılanmasına yönelik toplu konut projelerinin kapsamı genişletilmekte; kentlerimiz sermaye sahipleri ve yatırımcıların rant alanı haline getirilmektedir.
Yapılı çevrenin sağlıklı ve kamu yararını gözeten politikalar çerçevesinde üretilmesi, korunması ve kullanılması; kamu yönetiminin, merkezî ve yerel yönetimlerin, meslek mensuplarının, meslek kuruluşlarının ve ilgili tüm kesimlerin ülke adına ortak sorumluluğudur.
Devlet tüm yurttaşlara eşit, sağlıklı, güvenlikli yaşama koşullarında nitelikli yaşam çevreleri sağlamakla yükümlüdür. Sosyal devlet anlayışıyla geliştirilecek tüm proje ve uygulamaların bilimsel ilkeler ve gerçekler çerçevesinde, kamu ve toplum yararı gözetilerek oluşturulması; bilim insanlarının, yerel yönetimlerin, meslek odalarının, akademik kuruluşların ve tüm ilgili kesimlerin koordinasyonunun ve işbirliğinin sağlanması gözetilmelidir.
Mimarlar Odası olarak; kentsel ve kırsal alanda bütüncül planlama ilkelerini reddeden; kentlerimizi her türlü afete karşı güvencesiz bırakan; büyük yıkımlara ve önlenemez kayıplara sebep olan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikalarının yaşananlardan ders alınarak terk edilmesi gerektiğini değerli kamuoyumuzla paylaşıyoruz.”