Prost’un Türkiye’ye ilk gelişi 1904’teydi değil
mi?
Cânâ
Bilsel: Evet, Prost ilk defa 1904
yılında, yeni mezun bir mimarken, Villa Medici programı kapsamında Türkiye’ye
geliyor.
Villa Medici, Roma’daki Güzel Sanatlar Akademisinin özel bir
programı ve buraya seçilecek öğrenciler yarışma sonucunda belirleniyor. Programa
kabul edilen Prost, Tony Garnier gibi
isimlerle arkeolojik kentlerin rekonstrüksiyonu üzerine çalışıyor.
Programa, incelemek istediği kent
olarak İstanbul’u öneriyor ve kabul ediliyor. Türkiye’ye bu ilk gelişi
Abdülhamit dönemine denk geliyor. Yanılmıyorsam Osman Hamdi Bey aracılığıyla
alınan özel bir izinle geliyor İstanbul’a. Hem Ayasofya üzerine çalışıyor hem de
Ayasofya’nın çevresindeki arkeolojik kalıntılar üzerinden bir restitüsyon
çalışması yapıyor. Yani, Prost’un ilk
İstanbul’a gelişi Osmanlı döneminde.
Peki
Prost’un çalışma alanı olarak İstanbul’u seçmesinin nedenini biliyor
muyuz?
CB:
Daha önce İstanbul üzerine çalışılmamış olması çok önemli. Hep
Roma, Sicilya’daki Yunan
kolonileri, daha sonraki Roma dönemi
ve Delphi çalışılıyor öğrenciler tarafından. Bana kalırsa Prost özgün bir
çalışma yapmak için Doğu Roma’nın başkenti olan
Konstantinopolis’i, İstanbul’u
çalışmak istiyor. Herhalde bir yandan da merak ediyor. O antik dünyanın içerisi
çok bilinmedik bir alan olduğu için bu konuyu seçtiğini düşünüyorum. Ama ondan
sonra tabii giderek keşfediyor. Keşfettikçe ilginç buluyor ve giderek işin içine
giriyor.
Ayasofya üzerine yaptığı ilk çalışma
sonrasında, 1911 yılında Cemil
Topuzlu tarafından İstanbul üzerine şehircilik çalışmaları yapmak için davet
edildiğini de kendisi yazıyor bazı notlarında. Sonuçta o tarihte gelemiyor.
İpek
Akpınar: Tabii şunu çok iyi
deşifre etmek lazım. Neden bu adam çağrıldı? Çağrıldığı dönemin
bağlamına, yani Cumhuriyetin
bağlamına bakmak gerekiyor. Türk modernleşmesine bir daha bakmak ve biraz da
Cumhuriyet politikalarına bakmak…
Yeni bir başkent kuruluyor. Bu başkent Alman ve
Avusturyalı mimarlar ve plancılar üzerinden kuruluyor. Cumhuriyet
felsefesini, ruhunu, kalesini Ankara’da mekânsallaştırıyor. Biraz da
denge arayışı olabilir mi diye düşünüyorum. Merkezde Almanya ile
işbirliği, ama müthiş bir Pera
kültürü olan, müthiş bir Fransız
birikimi olan İstanbul’da, Almanya
karşısındaki Fransa dengesini,
Fransa’ya karşı oynamak. Çok farklı ülkelerle çok boyutlu işbirlikleri kurmak
anlamında bir taktik seçim olarak görüyorum Alman bir plancıdan Fransız bir
plancıya geçişi.
Bir de tabii o Fransız herhangi bir Fransız değil.
Tekrar tekrar altını çizmek lazım. Fransız kolonileri ve Müslüman kompleksine
hakim biri. Askeri devlet gücü ile yan yana çok iyi çalışmasını bilen biri.
Gwendolyn Wright’ın tezini tekrar anımsamakta fayda var her ne kadar çok aşırı
baskın bir tezse de…
Öte yandan Fransa’nın kalbinin, modernitenin, kültürün kalbinin, başkentinin baş mimarı. O anlamda yüzünü batıya
dönen biri. Burada Ziya Gökalp’in o kontekstini tekrar hatırlamakta fayda var:
“Temel bir tek medeniyet vardır, o da
Batı medeniyetidir. Batı medeniyetinin de merkez kalbi Paristir.”
Yani Paris’in baş mimarının çağrılması bu anlamda
çok sembolik. Tabii bunun üzerine çok sayıda metaforik okuma yapılabilir. Gerek
benim gerekse Cânâ’nın okumalarında zaten o tür atıflar çok var. Katalogda da
bunu derinlemesine irdeliyoruz.
Bütün o yabancılar arasından Prost seçiliyor.
Tabii çok uzun süre İstanbul’da kalmış. Mesela Menderes hükümeti onun işine son
verirken şehir meclisinde sorulan soru şu, “Bir yabancı bizim kentimizi nasıl bilebilir?” Ama
o herhangi bir yabancı değil. Sokaktan geçen adam değil. Batı medeniyetinin
başkentinden gelen, yüzünü Batıya
dönmüş bir ülkenin baş mimarı. Artı,
İstanbul’da çok uzun süre kalıyor. En olgun döneminde, 15 yıl kalıyor.
“Prost
İstanbul’u iyi okudu”
İA:
Her ne kadar bizim Alman kökenli şehir plancısı hocalarımız tam zıttını
söyleseler de, kenti iyi okuduğunu
düşünüyorum. Ve statik bir nüfus popülasyonu öngörüsü yapılan bir kent için de o
kentin 8 bin yıllık katmanlarını tekrar ortaya çıkaran, imparatorluklar başkenti, Grekoromen bir başkent, Osmanlı başkenti, bütün bunların tekrardan yoğrularak ele alındığı
bir plan yaptı. Bunun üstüne bir de tabii modern bir kent, hijyenik bir kent, gencini,
kadınını kamusal alana ve mekâna çıkartmayı hedefleyen bir kent kurguladı. Yani
aslında Cumhuriyetin o hukuki,
idari, kültürel reformlarını
mekânsallaştıran bir plan olarak okuyorum Prost planını. Bu anlamda Prost bizim
için kritik önemde.
Jansen’in Ankara planı için çok önemli okumalar
yapıyoruz. Özellikle ODTÜ’deki değerli hocalarımız, meslektaşlarımız olağanüstü okumalar yaptılar. Bu
okumaların çok benzerini Prost’un İstanbul planı üzerinden de yapmak mümkün.
Burada çok ciddi bir eşdeğerlik var diye düşünüyorum.