Prof. Dr. E. Füsun Alioğlu / YTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölüm Başkanı

Sadece bir takım konuların güdümünde bu konuların ele alındığını söylemek haksızlık olur. Akademisyenler yaptıkları işin doğru olup olmadığını, yönetimler de yönetmelikler değiştikçe neler olduğunu hep sorgulamışlardır. Diğer üniversitelerin de böyle yaptıklarını biliyorum. Çünkü, aslında benzer sorunlarla uğraşıyoruz, dinamikler sizi yönlendiriyor. Peki bu dinamikler nelerdir? Bu konunun ortakları vardır. Öğrenciler, eğitimin omurgasını oluşturan akademisyenler, idari sistemler, yönetmelikler, meslek odaları… Üniversite deyince bunun farklı başlıkları var. Bunlardan birisi eğitimse eğer, diğeri de araştırma. Bu da bir akademisyenin asıl varoluş alanını oluşturur. Akademik hayata adım attığım ilk yıldan bu yana bu sorgulamanın hep yapıldığına tanık oldum. YÖK'ten öncesi sorgulandı, YÖK sonra yine sorgulandı. Öğrenciyi hep bir yönlendirici olmuştur. YÖK'ün yönetmeliklerine bakın, bunlar aslında öğrencilerin taleplerinden de kaynaklanır. Bu, çok da konuşulmayan bir şeydir. Sanki öğrenci çok önemsenmiyormuş gibidir, ama önemsendiğini düşünüyorum. Örneğin ilk çift lisans eğitim yönetmeliğinin gelmesi -bir öğrencinin bir anabilim dalında okurken başka bir anabilim dalına da öğretime devam edebilmesi- öğrenci taleplerinin değerlendirilmesidir aslında. Akreditasyon da bu anlamda ele alınabilir. Yurtdışına giden öğrencilerimizin transkriptlerde yaşadıkları sorunlar akreditasyon tartışmalarının temel çıkış noktalarından biridir. Dolayısıyla bu sorunları günlük yaşamdan, hayatın akışından, eğitimi oluşturan diğer öğelerden ayırarak sorgulamak doğru değil diye düşünüyorum. Geldiğimiz noktadaki dinamizm de bunu gösteriyor. Ulusal ve uluslar arası çeşitli toplantılarda eğitimde akreditasyonun önemli olduğu tartışmasız bir biçimde ifade edilmektedir. Özdeğerlendirme Akreditasyonun öncesinde öz değerlendirme denilen başka bir konu var. Bu, eğitimin öğrenci, öğretim üyesi, idari kadro, sekretarya vb tüm bileşenler bazında tartışılmasıdır. Bölümler saptadıkları stratejilere ne kadar uyabilmişler, hedeflerini ne ölçüde yakalayabilmişler, bunun bileşenlere yansımaları nasıl olmuş gibi başlıkların değerlendirmesidir. Farklı ölçeklerde akreditasyon Akreditasyonun ise iki başlığı var: Ulusal ve uluslar arası akreditasyon. Sanırım Türkiye'deki mimarlık bölümlerinin sayısı 40'ı aştı. Acaba birbirimize denk eğitim veriyor muyuz, mezunlarımız hangi profildeler ve nasıl bir yaşam sürdürüyorlar, bunların niteliksel ve niceliksel özellikleri nelerdir gibi başlıkları değerlendirmemiz gerekiyor. Akreditasyon, tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Çağımız bir mobilite çağı olarak değerlendiriliyor. Eğitimde bunu konuştuğumuz zaman, öğrenci merkezli olması, mobiliteyi içermesi ve esnek olması öne çıkıyor. Bu, global bir yaklaşım olmasına rağmen, yerel özellikleri de ortaya çıkaran bir yaklaşım. Ne kadar idealist bir pencereden baksak da, bir taraftan da ülkemizin koşullarını da göz ardı edemiyoruz. Ortada bir gerçeklik var ve kendinizi o gerçeklikten soyutlarsanız doğru sonuçlara gidemiyorsunuz. Mimarlık eğitiminde ilk olarak üç okuldan bahsedebiliriz, sonra 1960'lı yıllarda ODTÜ eklenmiştir bu üçlüye. Bunlar mimarlık eğitiminin dört temel okulu. Zamanla pek çok mimarlık okulu açıldı. Bunlar nasıl yararlı hale getirilebilir, getirilebilirler mi diye eleştirel bakmakta fayda var tabi. Bu, MOBBİG'de de en çok tartışılan konulardan birisi. Mimarlık eğitimi ve İstanbul İstanbul gibi bir kentte mimarlık eğitimi veriyor olmanın gerçekten büyük avantajları var. Biz, YTÜ, Mimarlık Bölümü'nde, bunu öğrencimize yansıtmaya çalışıyoruz. Özellikle mimarlık öğrencileri için, bu kadar çok sorunun bir arada olduğu, bu kadar yoğun tarihsel bir katmanlaşmanın olduğu bir kent, çok benzersiz bir laboratuar kuşkusuz. Yerellik çok önemli burada. Ama yerellik sadece İstanbul değil. Anadolu'da mimarlık eğitimi verilen diğer kentleri düşünün, bunların hepsinin kendi iç zenginliklerinin olabileceğini, yaratılabileceğini düşünebiliriz. MOBBİG'deki tartışmalarda bunu şöyle tartışdık. Her ne kadar AB içerisindeki ya da ABD'deki okullarla sürekli iletişim halinde olsak da, eğitimin yeniden yapılandırılması noktasında, dikkat edilecek nokta şu: Bazı okullar bir kademede, bazıları ise diğerinde başarılı olabilirler, kendilerini yetkinleştirebilirler. Elbette fiziki koşulları oluşmamış bir yerdeki mimarlık bölümünün şansı olacağını söylemek de hata olur; ama sistemin içerisinde var olan bölümler belli alanlarda kendilerini güçlendirebilirler. Yerellik MİAK'ın yönetmeliğinde esnek bir yapılanmaya açık olduğu açıkça dile getiriliyor. Ayrıca gerçekleştirilen bütün toplantılarda yerel kimliğin önemi hep vurgulandı. Bu, UIA'nın bildirgelerinde de var. Ama ülkemizde şöyle de bir şey var, yönetmelikler çıkar ve biz de yazıldığı şekliyle onu uygularız. Oysa, bunun içini biz doldurabiliriz ve her okulun da bunu yapma hakkı vardır diye düşünüyorum. Bu noktada bize görev düşüyor. Eğer siz esnek bakabilirseniz hükümlere, o hükümleri yorumlarsınız, doğruya farklı bir kulvardan gidebilirsiniz. MOBBİG toplantılarında bu hep vurgulandı. Özellikle, yerelliğin eğitime yansımasını çok önemsedik. Bu konuşulur ama uygulamaya yansıyacak mı diyebilirsiniz. Yansımalıdır. Olanaklar ve düşler / Bize Özgü Koşullar Bu da tartışılan başlıklardan birisi. Özellikle devlet üniversitelerinin maddi olanakları çok kısıtlı. Örneğin bizim fiziki mekan sıkıntılarımız var. Öğrenci sayımız çok fazla, Yıldız Teknik üniversitesi Mimarlık Bölümü, Türkiye'nin en fazla öğrenci alan bölümüydü. ÖSS kontenjanımız 150 idi. Bunu ısrarlarla 120'ye indirdik. Bölüm olarak, bu yeniden yapılanmada fiziki ortamın rehabilitasyonunu da önemsiyoruz. Öte taraftan bir diğer konu da, bazı devlet üniversiteleri kadro bakımından oldukça zengin. Tam da bu kadrolar noktasında söylenecek başka bir şey var. Bazı Anadolu üniversitelerindeki ve bazı vakıf üniversitelerindeki mimarlık bölümleri kadro bakımından çok zayıflar. Sözleşmeli öğretim görevlileriyle bu açığı kapatmaya çalışıyorlar. Bu çok sorunlu bir nokta, bu kadar çok mimarlık bölümü açmaya gerek var mı? Elbette bu ülkenin mimara ihtiyacı var. Geçenlerde Mimarlar Odası'ndan arkadaşlar bizde yeterli sayıda mimar olmadığını söylüyorlardı ki bu da doğru olabilir. Ama gerekli koşulları taşımayan yerlerde de mimarlık bölümleri açılmalı mı? Çünkü mimarlık eğitiminin kendi özel koşulları vardır. Bazı okulların daha uzun, bazılarının ise daha kısa bir deneyimi var. İTÜ Mimarlık Bölüm Başkanı Nur Hanım geçen yıl Hanya'da yapılan toplantıları aktarmıştı. Bu yıl biz de izledik ve Nur Hanım'ın söylediği şeyleri tespit ettik. Aslında Avrupa ülkelerinde de aynı tartışmalar sürüyor, sıkıntılar aynı. Sanırım içinde yaşadığımız çağ, bize aynı sıkıntıları dayatıyor. Başka bir deyişle Türkiye'de olmak durumu değiştirmiyor. Bu noktada da çözüm önerileri benzer şekillerde geliyor. Bizde mimarlık eğitimi 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra bugünkü anlamda bir kimliğe kavuşmuştur, ister istemez bunun tartışılması kaçınılmazdır. Endüstri öncesi toplumlardaki mimar kavramı, doğuda ve batıda farklıdır. Tarihsel olarak, batıda da tartışmaların başlaması, mimar - mühendis ayrımının yapılması, sanayi devrimi sonrasındadır. Bunları biliyoruz, tartışıyoruz. Ama temel bir şey var ki, mimarlık eğitiminin omurgasını projeler yani tasarım oluşturuyor ve diğer bilim dallarının o tasarıma bilgi aktarması söz konusu. En son bizim önümüze gelen AB uyum yasaları çerçevesindeki mesleki yeterlilikleri oluşturan direktifler içerisinde 11 kriter var, ve 'sizin dersleriniz bunu içeriyor mu' diye soruyorlar. Bunları incelediğiniz zaman, aslında büyük bir bölümünü içerdiğini görüyoruz. Bazı noktalarda, örneğin sosyal bilimlere ilişkin bilgi aktarımının bazı bölümlerimizde olduğunu görüyoruz. Ama meslek odasıyla MOBBİG'in uzlaştığı, ekleyebileceğimiz bize özgü başka kriterler oldu. Bir deprem kuşağı üzerinde olmamız, korunması gerekli kültür varlıklarımızın zengin bir çeşitlilik göstermesi ve geniş bir alana yayılması gibi konuları özel olarak eklemek istedik. Dolayısıyla tekrar akreditasyon açısından bakacak olursak, bir takım eksik noktalar var, onlar tamamlanabilir. Aslında siz kendinizi doğru yargıladığınız zaman, akreditasyon için gerekli olanları da yapmış oluyorsunuz. Ve bu yapılıyor. Örneğin "Biz şu dersi açtık ama eksikleri var ya da gerekli değil, gelin bir toplantı yapalım ve bunu kaldıralım" dediğimiz çok oluyor. Biz bunu kendi kendimize yapıyoruz ama bazı uluslar arası kriterleri de içselleştirmeniz gerekiyor. Mobilite Mobilite, çok çağdaş bir şey. Gerek ulusal, gerekse uluslar arası mobilite çok önemli. Eskiden üniversiteler çok katı tanımlanırdı ama şimdi öyle değil. Örneğin yaz okullarında bizde açılmayan bazı dersler için öğrencilerimiz İTÜ'ye gidiyorlar, başka okullardan bize geliyorlar. Bu akreditasyona şöyle yansıyor: Zaman zaman, öğrencilerimizin bazı isteklerini kabul etmeyebiliyoruz, çünkü söze ya da yazıya dökülmese de ders bazında akredite olmadığımızı düşünüyoruz. Orada kendi kendimize özdenetimimizi yapıyoruz. Yurtdışı mobilite ise karşılıklı birbirini tanımayı getiriyor. Örneğin bir okul, Erasmus projesi kapsamında sizinle bir ortaklık yapmak istiyor. Bu tanınmayı da beraberinde getirdiği için, mobilite, akreditasyonu kolaylaştırıcı, daha doğru tarifleyici diye düşünüyorum. Esneklik İletişim teknolojilerindeki hızlı gelişim ve esneklik önemli burada. Artık öngördüğünüz ve öngöremediğiniz gelişmeleri de kapsayacak bir esneklikte yapmanız gerekiyor programlarınızı. Çünkü, her yenilik -sizin de akredite olmanızı gerektirecek- kendi koşullarını da beraberinde getiriyor. Aslında yaşam sizi belirli bir noktaya doğru zorluyor. Eğitim, kendi gerçekliğini bastırıyor ve siz de kurum olarak ona uyabilecek esneklikte olmak durumundasınız. Şeffaflık, karşılaştırılabilirlik ve dönüştürülebilirlik, sürdürülebilirlik MİAK'ın yönetmeliğinde değinilen konulardan birisi bu. Görev ve etkinlikleri arasında, "programların değerlendirilmesi, işlevsellikleri üzerine politikalar, ölçütler ve yöntemler belirler ve gözden geçirmeler yapar" diyor. Gözden geçirme de bir sürekliliğe karşılık gelir. Örneğin NAAB'ın bununla ilgili bir süresi var, akreditasyon bir süreye karşılık geliyor ve o sürenin sonrasında yeni bir değerlendirme yapılıyor. Dolayısıyla akreditasyon bir kurumun sadece mevcut sistemini içermiyor. Kurumun fiziki koşullarını, ders programlarını, hoca profilini, öğrencinin mezun olduktan sonra da profilini de içeriyor. Burada denklik kavramı da çok önemli, bakın eşitlik demiyorum ama denklik. Farklı bir kulvarınız olabilir, ama denk olabilirsiniz. MİAK Aslında uzun zamandır akademisyenler akreditasyon konusunda çalışıyorlar, son zamanlarda meslek odasında da bu yönde çalışmalar yoğunlaştı. Mimarlık eğitimi forumlarında bunlar ele alındı. Sonuçta Mimarlar Odası çatısı altında ama bağımsız olan bir kurulun oluşturulmasına karar verildi ve buna da MİAK denildi. Kurulun yedi üyeden oluşması öngörülüyor, bunun beşini MOBİG öneriyor. Ancak MOBİG'in önerdiği isimler bölüm başkanları arasından olamıyor. Mimarlar Odası da iki kişiyi öneriyor. Üyelerin seçilmesi açısından mimarlık eğitiminin kurul için öncelikli konular arasında olacağını söyleyebiliriz. Yönetmelikte de şeffaf, adil bir değerlendirme süreci olacağının altı özellikle çiziliyor. Ancak böyle bir kurul oluşturuldu diye, herkesin sıraya gireceği ve akredite olacağı gibi bir yanılsamaya da girilmemeli. Böyle bir şey söz konusu değil, bu gönüllülük esasına dayanan bir süreç. Bazen tabi bazı üst kurumlar bunu zorunlu da kılabilir. UIA'nın akreditasyon tanımında da böyle bir şey var. Bunun üzerinde de çok konuşuldu. Ancak kurulun adil olmayı hedefleyen bir yönetmeliği var ve yapısı da öyle olacak. Örneğin, bu yedi kişilik komite yapmayacak akreditasyonu. Danışma kurulları var ve belki her sorun için ayrı izleme komiteleri oluşturulacak. Yönetmeliklerini ve burada yer alan kişileri biz de onaylıyoruz, doğru temsil edileceğine inanıyoruz. Öyle de olmalı. Özünde adil, objektif olmalı, öncelikle ortaya ulusal anlamda bir değerlendirme çıkmalı ve bu değerlendirme de yapıcı olmalı. Çünkü, buradaki amaç, A okulunun B okuluna denk olabilmesi için eksikliklerin saptanması ve bunun bir tavsiye olarak geri dönmesi.