Prof. Dr. Ahmet Eyüce / Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı
Mimarlık okullarının sayısı giderek artıyor. Onu bir yana bırakın, biz başından bu yana mevcut okulların bile standartlaştırılmamasını, her okulun kendi lezzetinin olması tezini savunuyoruz. Her okulun kendine özgü bir programı, yöntemi, amacı, bir yaklaşımı olsun istiyoruz. Okulların standartlaştırılmasında, birbirine benzetilmesinde bir yarar görmüyoruz. Lise çağlarımda mimarlığa özenirken, önümüzde üç önemli örnek vardı. İTÜ, Akademi, ODTÜ… O zamanlar sıradan insanlar bile bunların farklılıklarını bilirlerdi. ODTÜ, Amerikan etkisi ağır basan bir okuldu; İTÜ, Alman ekolünün izinde, teknik yönü ağır bastığı söylenen bir okuldu. Akademi ise sanat yönü öne çıkan, Fransız etkileri görülen bir kurumdu. Şimdi bir yandan bunlar standartlaştırılırken, bir yandan da bunlara yenileri ekleniyor. Bu kez giderek, İstanbul, Ankara, İzmir'in dışında başka yerlerde de birbirine hiç benzemeyen okullar açılmaya başlandı. Öğretim üyesi eksikliği nedeniyle buralarda pek çok ders açılamıyor.
Akreditasyon ve nitelik
Akreditasyon, mimarlık okullarının zorunlu olarak uyması gereken bir sınav değildir. Aksine, kurumun kendi başvurusunu gerektiren bir tercih. Ben, okulların akredite olma isteklerini, nitelikli bir okul olma istekleriyle özdeşleştiriyorum. Akreditasyonun, akredite olmanın zahmetine değer olduğunu düşünüyorum. Bu, tesislerinizin, eğitim mekanlarınızın, kütüphanenizin, eğitim kadronuzun, eğitim sürecinin programınızın yeterli olması da çağdaş olması anlamına geliyor. Akreditasyon, bir standartizasyon değildir, ancak aşılması zorunlu bir çıta olarak düşünülmelidir. Eğitimin niteliğinin belirli bir düzeye getirilmesi için o çıtayı geçmeniz gerekiyor.
AB uyum süreci ve akreditasyon
Bu uyumu gerçekleştirebilmek için akredite olmak gerekiyor. AB'ye girip girmememiz o kadar önemli değil, ama Avrupalı mimarlar rahat rahat burada büro açmaya başladılar. Biz, Türk mimarının da yurtdışında serbestçe dolaşabilmesini istiyoruz. Mezun olduğum yıllarda, yani 1973'de, ben bir mimar olarak Almanya'da çalıştım. O zamanlar, İTÜ mezunlarının birçoğu Almanya'da büro şefiydi. Hatta onların bir kısmı büro da açtı. Şimdi, bir uyum sorunu yaşamak, karşımızda bir baraj görmek istemiyoruz.
Yetkin mimarlık ve akreditasyon
Biliyorsunuz, uzun zamandır üzerinde çalıştığımız meselelerden birisi de yetkin mimarlık. Yetkinlik de biraz akreditasyon ile bağlantılı. Elbette, akredite olmayan okulları bitirenler yetkin mimar olamayacaklar diye bir durum söz konusu değil. Yetkin mimar olabilmek için bazı süreçlerden geçmek gerekecek. Henüz yasalaşmış değil, ama şu an eğitim süresinin 4 + 1 yıl olmasının üzerinde çalışılıyor. Bu 4 + 1'in 1'ine giden yol, büyük ihtimalle sınavlı bir şey olacak. Dolayısıyla akreditasyon için bir anlamda kalite kontrol diyebiliriz, yani nitelik güvencesi. Şu ana kadar da bundan yakınan hiç kimseye rastlamadım, "Biz artık kendini kanıtlamış bir kurumuz, kendimizi akredite etmeye gerek yok" diyeni duymadım. Hatta, birden fazla kuruma da akredite olabilirsiniz.
Süreci hızlandırma
Akreditasyon ile ilgili bir diğer mesele de şu. Okulların nitelikleri, mezunlarının yaptıkları işlerle ölçülüyor, doğrusu da bu. Eğer mezunlarınız başarılı değilse, siz istediğiniz kadar iyi eğitim yapın. İTÜ'nün başarısı tartışılmaz, ama örneğin biz ODTÜ'ye onuncu yılında kayıt yaptırdığımız zaman, bırakın bizi, hocalar da bile tereddüt vardı. Ama mezunları doğru düzgün işler yaptılar,başarılı oldular, ODTÜ de bundan payına düşeni olumlu bir getiri olarak aldı. Ama bu bir süreçti.
Diğer yandan, örneğin Bahçeşehir Üniversitesi, daha 7 - 8 yaşında. Ben, kurumsallaşmak ve başarılı olmak için 50 yıl beklemek istemiyorum. Bu süreyi kısaltmak için, ne yapmam gerektiğini araştırıyorum, soruyorum. Bu anlamda, akreditasyon koşullarının bir ivme kazandıracağı kanaatindeyim.
Akreditasyon ve eğitim süresi
Bunun dört yılda olamayacağını biz kendimizden biliyoruz. Benim öğrencilerime verdiğim en önemli öğüt, sağlıklarına iyi bakması çünkü mimarlığın kısa sürede öğrenilemediğidir. Mimar Sinan'ın 50'li yaşlarına kadar yaptığı bina yok. Sinan, mimarlığa başladığında zaman emekli albay idi demek hiçde yanlış değildir. Hatırlıyorum, lisans diplomamı aldığım zaman çok sevinmiştim ve üzerinde de "bu işi bütün haklarıyla yapar" yazıyordu. Ama mümkün değil. Hatta beş yıl da yeterli değil. Başka ülkelerdeki uygulamalara bakıyoruz, bizden daha kolay olanı yok. Suudi Arabistan'da bile,mimarlık eğitiminin geçmişi çok yeni olmasına karşın yetkin mimar olabilme süreci daha zor. Ben orada yedi yıl hocalık yaptım. Orada lisans, okuluna göre 5 - 6 yıldır. Ondan sonra belediyeye kaydolabilmek de oldukça zor bir iştir.
Akreditasyon ve küreselleşme
Küreselleşme, uluslararası iletişimin bir maksimizasyonu, bütün bir dünyayı birlikte görmek ve algılamaksa, bunda sonuna kadar varız. Ancak, bir dayatmaysa eğer, biz onu çok ciddi düşünürüz. Küreselleşmeden, Münih'teki mimarlık eğitimi ile İstanbul'daki mimarlık eğitiminin ortak yönlerinin miktarını anlıyorsak, burada yanılgıya düşeriz. Buradaki mimarlık uygulamasının, örneğin Brezilya'daki ile ne ilgisi olabilir? Biz öğrenciyken uluslararası bir stilden bahsedilirdi. Öyle bir mimari üslup ki, Singapur'da da, New York'ta da, İstanbul'da da, Hindistan'da da geçerli. İyi, ama uluslar arası bir iklim, topografya, bitki örtüsü, inanç sistemi, kültürel altyapı var mı? Bence küreselleşme, aynılaşma olarak algılanmamalı. Ben küreselleşmeyi, mal ve hizmetlerin daha rahat dolaşabilmesi için bir araç gibi düşünüyorum. İyi niyetli düşünüyorum, ama bununla ilgili şüphelerim de sürüyor.
MİAK
MOBBİG olarak, akreditasyon çalışmalarını emin ellere bırakmak gibi bir yaklaşımımız vardı ve bunu da başardık sanıyorum. MİAK, ki seçimleri de bizim okulda yapıldı, bu işe emek vermiş yetkin isimlerden oluşuyor. Ayrıca, bu süreci çok baskıcı, dayatmacı bir şekilde almıyoruz. Olmazsa olmazlarımız yok. İlk çalışmaları görmekten yanayız. MOBBİG, hiçbir zorunluluğu olmamasına rağmen 23 kez toplanmış şimdiye kadar. Bu, çok güzel, mimarlık camiası için bir şans.
Şimdi MİDEKON (Mimarlık Dekanları Konseyi) diye bir oluşum da var. Dekan sayısı daha az olduğu için bu daha küçük bir grup. YÖK ile ilişkilerde de onlar var. YÖK'ten randevu istedik ve ilk toplantımızı da yaptık. Akreditasyon da bu paketin içerisinde yürütülen bir çalışma ve iyi sonuçlar alacağımıza inanıyorum. Mimarlar Odası ile ilişkilerimiz çok güzel. Oda bir şekilde mesleğin sorunları ve temsili ile ilgili konularda oldukça aktif.
Akreditasyon ve 'özdeğerlendirme'
Diğerlerini bilemiyorum, ama ben şöyle bir değerlendirme yapıyorum. Benim okulum İstanbul'da ve bunu bir şans olarak değerlendiriyorum. Kendimi kıyaslayabileceğim sekiz okul daha var. Elbette onlara gidip geldikçe ya da onlar buraya geldikçe, bazı değerlendirmeler oluşuyor. Öncelikle, bu işi benzer koşullarda yapmak gerekiyor. Diğer önemli unsur ise programınızın, yani müfredatınızın çağdaş olması. Oturursunuz bilgisayarınızın başına, dünyada uygulanan bütün programlar elinizin altında. İstanbul'dayız, dolayısıyla öğretim üyesi sıkıntısı çekmem de düşünülemez. Bir diğer nokta da, eğitim mekanı. Onda da, şu an için bir sıkışıklık söz konusu değil.
Önümüzdeki yıllarda, bu özdeğerlendirme daha farklı bir boyut kazanacak. Mezunlarımız uygulama yapmaya başlayınca, bu özdeğerlendirme başka bir renk alacak. O zaman, mezunlarımdan kaç kişi yarışma kazanmış, ihale almış diye bakıyor olacağım. Mezunlar profili, çok önemli ve ciddi bir iş. Ben bunu Ege Üniversitesi Mimarlık ve Mühendislik Yüksekokulu'nda asistan olduğum zaman bölüm başkanımız Doğan Tuna'dan görmüştüm. O zamanki koşullara rağmen çok ciddi bir mezunlar profili vardı. Esas özdeğerlendirme işte o zaman başlayacak.
Aslında özdeğerlendirmenin içinde öğrenci de olmalı. Bütün okullarda, öğrencilerin hocalarını değerlendirdiği anketler yapılır. Aslında bence bunu mezun olduktan iki sene sonra yaptırmak gerek. Benim, hocalarıma öğrenci olduğum dönemdeki bakışımla bugünkü değerlendirmelerim birbirinden çok farklı. Zaman geçtikçe, aldığım eğitimin ne kadar iyi olduğunu daha iyi görüyorum.
Akademik kadrolar ve değişim
Vakıf üniversitelerinin en önemli hoca kaynağı, devlet üniversitelerinden emekli olmuş hocalar. Şunu da söyleyeyim, vakıf üniversiteleri özel üniversite değildir. Vakıflar tarafından kurulmuş, yüzde yüz YÖK denetiminde okullardır. Vakıf okulları kar amacı güdemezler, öğrencilerinden aldıkları paraları yine onlara harcamak zorundadırlar. Burada benim dikkatimi çeken konulardan birisi, belli bir yaş grubundaki hocalar. Bizim dinamizm, zindelik için alttan ateşleyecek bir genç grubuna ihtiyacımız var. Bunlardan birisi, fakültelerimizdeki araştırma görevlileridir. Şu an bizde 14 araştırma görevlisi var, bizim için güzel bir sayı. Bunların 11'i doktora yapıyor. Onlar bizim gelecekteki hocalarımız. Bir önemli grup daha var, onlar da doktorasını tamamlamış yardımcı doçent, doçent grubu. Bu, benim esas ateşleyici olarak nitelediğim grup.
Mobilite
2006 yılında, İskoçya'da düzenlenen Avrupa Dekanları toplantısına katıldık. Orada Avrupa'nın ne durumda olduğunu sayılarla görme ve kendi durumumuzu bununla karşılaştırma olanağı bulduk. Bunun dışında, Amerika'ya gidip, oradaki mimarlık okullarını gezdik. Şimdi yeni bir program uygulamasına başlıyoruz. Öğrenciler, bazı yılları burada, bazı yılları da dışarıda okuma olanağına kavuşacak ve her iki kurumdan da diploma alabilecek. Öğretim üyelerimizin de aynı şekilde dışarıya çıkma olanakları var. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, Türkiye'de mimarlık eğitimi almış birisi, rahatlıkla Avrupa'da da mimarlık yapabilir. O kadar karamsar değilim ama toplantı şunu gösterdi: Amerika ve Avrupa arasında çok fark var. Dünya genelindeki bilimsel üretimin yüzde 78'i ABD'de yapılıyor.
Yaz okulları önemli. Bu yaz, bir grubu röleve / restorasyon stajı için Floransa'ya göndereceğiz. Amerika'dan ve İngiltere'den beklediğimiz gruplar var. Şu an Erasmus programı çerçevesinde Polonyalı öğrencilerimiz var, ikinci sömestr İsrail'den öğrenciler gelecek.
Mobiliteyi önemsiyoruz, öğrencilerimizin Türkiye dışında muhakkak birkaç ülke görmelerini istiyoruz. Hatta sadece Batıyı değil, Doğuyu da görmelerini öneriyoruz. Bu anlamda örneğin Makedonya'ya bir gezi düzenledik, oradaki okulu tanıdık ve kendimizi onlara tanıttık. Önümüzdeki yıl misafir öğretim üyesi olarak Makedon bir hoca gelecek. Onunla, eski Osmanlı sınırları içerisindeki mimarlık deneyimlerini paylaşacağız.
Hangi model?
Hepsini göreceğiz, tanıyacağız, kesinlikle dünyaya gözlerimizi kapatmayacağız. Ve buradan kendi modelimizi oluşturacağız. Zaten şu an uygulanan bazı modeller var, bunları daha önce konuştuk. Amerikan modeli çok etkileyici, çok kıvrak, çok işlek, çok yaygın, liselerimizde bile A'lı B'li notlar veriliyor. Ancak yine de yerine oturmayan bazı parçalar var.