AKM Sergi Salonu, kısa bir dönem kişisel çabalarla etkili olabilmişti.
FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜN
İstanbul 2010 macerası son dört ayına girdi; her ay
gazetelerde tam sayfa çıkan etkinliklere katılanlar ve bu projeleri
gerçekleştirenler için yoğun geçecek bir dönem. Projelerini gerçekleştirmek için
yaklaşık iki yıldır bürokratik engelleri yılmadan aşmaya çalışan dirençli
yaratıcı insanlar ve kamusal para ilk kez AB kriterleri koşullarında buluştu.
Kültür başkenti olmanın birkaç koşulundan en önemlisi de
buydu.
Para ve yaratıcı insan arasındaki bu etkileşimin sonuçlarını
şimdilik etkinliklerde görüyoruz. Yaratıcı insan bu paraya kavuşurken, paranın
ona ulaşmasını sağlayan bütün ara birimlerle olan ilişkisi, bürokratlar ve
teknokratların sanat projelerini öğrenmesi, öngörü ve istekleri karşılamak için
yeni yöntemlerin aranması, kamusal paranın sağladığı bağımsızlık ve farklı
kitlelerin günümüz sanatını benimsemesi gibi iyileştirmeleri de yaşayabiliriz
önümüzdeki dönemde...
Bu iyimser saptamalar, basın ve medyada İstanbul
2010 hakkında hep olumsuz haberler duymaya alışmış okuyucuya tuhaf gelecektir.
Hâlâ Türkiye’ye özgü bir modernist platformda duruyorsanız, ‘seçkinler
için yüksek ve yüce biryaratıcılık’ olarak
değerlendirir ve bunun gereklerinin yerine gelmesini istersiniz. Gösteri
Toplumu’nun dirençsiz bir bireyi olmayı yeğliyorsanız,
‘kitlenin uyuşturulması için büyük eğlence’ olarak
değerlendirir ve bu tür etkinliklerin yapılmasını istersiniz. Neo-liberal
kapitalizmin savunucuysanız, ‘saygınlık ve markalaşma aracı’
olarak görürsünüz. Olaya nereden baktığınıza bağlı... Basın ve medya
olaya bu açılardan baktı, şimdiye kadar.
Küresel kültür
sanayi bunların hepsini kapsıyor ama sanat yapıtları bu karmaşa içinde
biçim, amaç, işlev ve söylemleriyle eleştirel, ilişkisel bir estetik ve direniş
alanları oluşturuyor. Sanat yapıtı üretimine kamusal paranın içeriğe ve biçime
karışmadan girmesi bu üretime güç veriyor.
İstanbul 2010 macerası sanat
ve kültür konularının sürekli gündemde kalmasında da yaradı; gerçi bugüne değin
bu konularla ilgilenmeyen herkes ilgilenmeye başlayınca ortaya bir
‘bilgi eksikliği’ durumu da çıktı. Bu da başka bir sorunu
işaret ediyor. Yaratıcılık alanlarında iş üretmek isteyenlerin olduğu kadar bu
işleri yürütenler ve bu işler üstüne yazmak isteyenlerin eğitiminde bir
20. yy sanat ve kültür bilgisi ve belleği olmalıdır! Günümüz
kültür sanayinin ideolojik, kuramsal ve estetik temelini oluşturan bu bilgi söz
konusu sanat üretimlerinin geniş kitlelere sunulduğu kurumların içeriği,
yönetimi ve işletmesi için de gerekli.
Türkiye’deki devlet ve yerel
yönetim sanat ve kültür kurumları bu bilgi göz ardı edilerek yönetildi bugüne
kadar. En çarpıcı örnek de İstanbul 2010 Ajansı’nın kabahat
hanesine yazılmaya çalışılan AKM’dir. Bütün ilgimiz bu binanın
yenilenmesine odaklandı ve her zaman olduğu gibi zarfla ilgilenip mazrufu
unutuyoruz. Bu binanın içindeki bilgi ve yönetim neydi ki?
Ben bu binanın
sergi katında rahmetli Nilgün Özayten’in müdürlüğü sırasında
birçok uluslararası sergi gerçekleştirdim, 80’ler ve 90’larda. O olmasaydı
yapamazdık zaten. Onun Kültür Bakanlığı’nın bina üstündeki tuhaf tasarrufları,
yönetimdeki geri kalmışlık ile nasıl boğuştuğuna çok kez tanık olduk. Bizler de
bu sergi salonunda sergilerimizi yapabilmek için büyük mücadeleler ve ödünler
verdik! Sergi bittiğinde, bir daha burada sergi açmayalım, derdik! Sonunda
binanın yönetimi giderek yozlaştı ve 90’ların ortasından sonra bu sergi alanını
niteliksiz etkinliklere ve amatörlerin ticari çıkarlarına terk ettik. Kültür
Bakanlığı 1995 öncesi ve sonrası sergi listelerini bir karşılaştırıp, bu salonun
nasıl küme düştüğünü saptayabilir.
AKM içeriği ve yönetimi günümüze özgü
kültür sanayi açısından 1980’lerde değişmesi gereken bir sistemi temsil ediyor.
Bu açıdan bakıldığında, gerçekte binanın yenilenmesine karşı çıkılırken, binanın
içeriğini oluşturan bilgisizliğin ve köhne modernizmin değişmesi istenmiyor.
Bina yenilendiğinde, mekânların işlevleri de yenilenecek; dolayısıyla bu
işlevler yeni bir içerik ve yönetim gerektirecek. Tabanlıoğlu,
babasına ve toplumun isteklerine karşı büyük bir saygı göstererek binayı
olabildiğince az yenilese bile, ister istemez bir değişim
gerçekleşecek.
Burada değişimin ve yerine gelecek sistemin ne olacağı
konusunda iyimser olmak ise zor; çünkü düzen değişikliği, başka bir bozuk
düzene, yani ‘özelleştirme’ye dönüşüveriyor. Sonuçta
devlet yönetemediği bir kurumdan kurtulmak istiyor ve kurumdan
yararlanan kitleyi bir işletmecinin insafına bırakıyor! İstanbul’da sanat
üreticisinin kullanacağı çok mekân var, ama bunlar ihale ile bir işletmeciye
verilmiş ve kiralık! Her türlü etkinliğe kiralık; yani birisinin uluslararası
sanat etkinliğinden sonra başka birisi gelip şirket tanıtımı
yapabilir...
Zaman içinde sona ve dona kalan modernist kale
AKM’nin birçok rakibi ve ardılı oluştu; Post-modern bir kırılmanın
işaretleri olarak.. Bunlar AKM’ye gidenlerin gitmedikleri çevre ilçelerdeki
kültür ve sanat merkezleri... Bir ucu Tuzla, öteki ucu
Küçükçekmece, bu birbirinden donanımlı konser salonlu ve
bulundukları ilçelerin zanaat, toplumsal etkileşim ve kültür gereksinimini
karşılayan ve hayatında AKM’ye hiç gitmemiş insanlara hizmet veren kültür
merkezleri; aynı zamanda belediyelerin imaj ve siyasal çıkarlarına da yarıyor.
Neo-klasik sütunlu giriş, cam dış yüzey, mermer ve granit zemin ve sütunlar, bol
koridorlu iç mekânlardan oluşan melez mimarileri karikatür gibi, kuşkusuz...
Yönetim ve içerikleri de sözünü ettiğim sorunları barındırıyor; dolayısıyla dış
Post-modern ama iç AKM’nin temsil ettiği köhne
Modern!
Kamusal sergi ve etkinlik mekânı, yani
sanat üreticisinin ve tüketicisinin gereksinimlerine ve çıkarlarına
hizmet eden kurumlar denildiğinde elimizde bunlar var; ancak
bunlar artık yeterli değil! Sanat üreticisini ve tüketicisini
‘kırk satır mı istersin, kırk katır mı’ sorusuna mahkûm etmeye de hiç kimsenin
hakkı yok!
İstanbul 2010 proje süreçlerinde hiçbir şey olmuyorsa en
azından taşlar yerinden oynuyor, sorunlar iyice açığa çıkıyor ve insanlar
kamusal paranın nasıl kullanılması gerektiği konusunda bilinçleniyorlar. Umut
edelim ki sanat üretimini güçlendiren, kitlelere sanat aracılığıyla zihinsel
değişim aşılayan yeni bir kültür sanayinin temelleri atılmış
olsun.