Pop Hayat, Oh Ne Rahat!



Geçtiğimiz hafta Tate Modern’de Pop Hayat; Maddesel Dünya (Pop Life; Material World) sergisi açıldı. Tate Modern bu gösterişli sergiyle günümüz sanat dünyasının en tartışmalı konularına el atmayı amaçlıyor: Piyasaya sürülüp, kapitalizm, para ve medyayla el sıkıştığında sanata ne olur? Andy Warhol’un “Karlı iş en iyi sanattır” (Good business is the best art) kışkırtıcı deklarasyondan sonra, pop sanat akımının bu en güçlü figürünün açtığı yoldan ilerlemeyi seçen bir sonraki kuşak, Warhol’un bıraktığı kültürel mirası günümüze kadar nasıl getirdiler?

1950’lerin başında soyut dışavurum’a bir karşı çıkış olarak başlayan pop sanat (pop art] akımı, başta reklam olmak üzere sanatta popüler kültür’ün özellikle ‘kiç’ olarak tanımlanan ögelerini ve tekniklerini kullanarak, elitizme altarnatif bir sanat yaratmayı amaçlıyordu. Pop Hayat sergisinde, Andy Warhol’un şöhret, para ve başarıya götürecek herşey sanatçı için mübahtır anlayışıyla açtığı yolda ilerleyen sanatçıların başında Jeff Koons, Damien Hirst, Richard Prince, Takashi Murakami gibi isimler var.

Warhol’un son işleri

Serginin büyükçe bir bölümü Warhol’un Retrospektifler başlıklı eserlerine ayrılmış. Çoğu Warhol’un 1970’lerden  ölümüne kadar (1987) olan dönem içinde ürettiği eserler. Sanatçının bir kaç yağlı boya tablosunun yanında, Campbell çorbaları, ünlü kişilerle fotoğrafları, kendi fotoğrafından yapılma duvar kağıtları ve kişisel eşyaları da sergileniyor.

Amerikalı sanatçı Jeff Koons’un 1986 yılında yaptığı metalden heykeli ‘Tavşan’ ve Murakami’nin ‘Hiropon’ adlı kocaman plastik heykeli serginin hemen girişine konmuş. Koons’un ‘Tavşan’ kadar sempatik ve çocuksu olmayan başka eserleri de var sergide. Koons’un Tate Modern’in kapalı kapılar arkasında sergilediği Made in Heaven (1989-1991) başlıklı cinsel içerikli devasa fotoğrafları bazı eleştirmenler tarafından ‘porno’ olarak nitelendirilirken, Koons fotoğraflarını ‘yaşam ve aşk ile olan bağının en görünür şekilde dışa vurumu’ diye yorumluyor.

Koons konusunda iki ayrı görüş var: bir grup eleştirmen Koons’un sanat tarihi içinde çok önemli bir yeri olduğunu iddia ederken, bir grup onu para ve güç peşinde koşan ve ‘kiç’ sanat üreten biri olarak değerlendiriyor. Koons, çağlar boyunca sanatçının her zaman ekonomik ve politik güce sahip olmak istediğini, Rönesans’tan günümüze kadar da hala bu arayışını sürdürdüğünü vurgularken, sanatçının yalnızca para kazanmak maksadıyla yaratmadığını, sanatın getirdiği güce sahip olmak için ‘sanatçı olmayı’ seçtiğini savunuyor.

Serginin açılmasından bir kaç saat sonra polisin Brooke Shields’in 10 yaşındayken annesi tarafından çektirtilmiş bir fotoğrafının sergilendiği bölümü kapatıp, sergi kataloglarını toplatması çerçevesinde sorulması gereken bir başka soru daha var: Sanat sınırları zorlamalı mıdır ve nereye kadar? Sanatçının topluma karşı bir birey olarak sorumluluğu var mıdır? Brooke Shields’in 70’lerde çekilen çıplak fotoğrafının kopyasının sergilendiği oda boş duruyor. ABD’li sanatçı Richard Prince’in 1983 yılında açtığı Spiritual America adlı sergisinde yer alan Shields fotoğrafının sanat olarak bizim karşımıza getirilmesinin sebebi ne olabilir? Sergi küratörlerine göre Prince ‘istismar’ kavramını yeniden gündeme getirmeyi amaçlamış bu fotoğrafı yeniden sergilemekle. Neyin istismar’ı; sanat’ın mı, masumiyet’in mi?

Serginin geri kalan bölümlerinde Amerikalı grafiti sanatçısı Keith Haring’in 1980’lerde New York’ta açtığı Pop Shop’un bir modeli, Martin Kippenberger’in baskıları, Polonyalı Piotr Uklanski’nin gelmiş geçmiş bütün Nazi karakterlerini oynamış Hollywood aktörlerinin fotoğraflarından oluşan eseri ve Maurizio Cattelan‘ın yerde yatan ölü atı dışında ‘şok etmeyi amaçlayan’ başka eserler de var. Ayrıca ‘Genç İngiliz Sanatçılar’ grubundan Gavin Turk, Tracey Emin ve geçen yıl Sotheby’s deki açık arttırmada 100 milyon sterlinin üzerinde satış yapan Damien Hirst’ün altın ve altın tozu kullandığı eserlerin bazıları da sergileniyor.

Bir marka: Murakami

Sergideki son bölüm, kendi başına bir ‘marka’ haline gelmiş Japon sanatçı Takashi Murakami’ye ayrılmış. Kapıdan içeri girince cıvıl cıvıl, rengarenk bir Japon çizgi filminin içine girmiş gibi oluyor insan. Sergilenen (Converse ve Louis Vuitton için yaptığı ayakkabılar da dahil olmak üzere) herşeyi satın almak geliyor insanın içinden. Murakami, Japonya’da bir çeşit sanat endüstrisi kurmuş durumda. Japon animasyonlarından yola çıkarak yarattığı eserleri dışında, sakızların içinden çıkan plastik figürlere kadar herşeyi satıyor kendi markası altında.

Çağdaş sanat dünyasında neler olup bitiyor? Warhol’un takipçisi bu kuşak, Warhol’un kültürle ticaretin içiçe geçtiği bir sanat yaklaşımını destekleyen bakış açısına yeni bir yorum getirebildiler mi? Yoksa medyanın gücünü kullanarak kendi sanatlarını popüler kılmak adına ‘şöhret’ mekanizmasını mı desteklemeyi mi seçtiler? Ne yaptılarsa bir şekilde işe yaradığı kesin, zira günümüz sanat dünyasında kimileri tarafından sanatla ticaretin bir araya gelişi, modern sanatla özdeşleştirilen  değerlere ihanet gibi algılanıyor gibi görünse de,  ‘sanatın ticaretini yaptıkları’ iddia edilen bu sanatçıların eserleri hala en yüksek fiyatlara alıcı buluyor: Takashi Murakami: Mayıs 2008’de New York’ta Sotheby’s tarafından yapılan açık arttırmada  ‘My Lonesome Cowboy’ adlı plastik heykeli 15.2 milyon dolara satıldı. Damien Hirst: Eylül 2008’de Londra’da Sotheby’s tarafından yapılan yapılan açık arttırmada eserlerini toplam 172 milyon dolara sattı. Jeff Koons: Kasım 2007’de New York’ta Sotheby’s tarafından ‘Hanging Heart’ adlı heykeli 23.6  milyon dolara satıldı.

‘Pop Hayat’, Murakami’nin bastırdığı broşürde ‘sanatı ne kadar araştırırsak sanat nedir sorusunun cevabını  bulmakta o kadar zorlanırız’ yorumunu yeniden düşündürmesi ve  bir sürü ‘kötü sanat’ı bir araya toplamış gibi görünse de, ‘çok para kazanan sanatçı, en iyi sanatı üreten sanatıçı mıdır’ gibi temel bir soruyu yeniden gündeme getirme çabası açısından başarılı bir sergi.