Aşırı yağmurların felakete dönüştüğü yerleşimlerimiz bu
kez ya “kıyı”da ya da kıyıya yakın konumdalar... Sel felaketini
yaşayan yapılarımız arasında ise bu kez “planlı ve ruhsatlı”
olanlar da oldukça fazlalar... Yani, yağmur suyunu denize bile akıtamayan,
dahası resmen “izin” verilmiş “yasal” yapıların da sular altında kaldığı bir
sözde “kentleşme”nin ağır faturasını ödüyoruz.
O kadar ki aynı yerleşmelerimizin hemen tümünde “pis su”lar, yani “lağım”lar
ve her türlü kirlilik, akıl almaz bir beceri ve kararlılıkla yıllardır “deniz”e
veriliyor. Pisliğini denize gönderen toplumun, aynı hünerini yağmur suyu için de
gösteremeyip, “temiz su altında boğulması”na ne denirse, yaşadığımız dramın adı
da o olmalı...
Ya “planlı, projeli ve ruhsatlı” yapılarımızın bile “yağmur mağduru”
olmalarına ne demeli? Bu satırlar yazılmadan önce, yöneticilerinin ve
ortaklarının tümü “mimar ve mühendis” olan, planlı, projeli ve her şeyi yasal,
ama çevresi “göl”e dönmüş sular altındaki bir sitede “damda yardım
bekleyen”lerle konuştum.
“Siz neden bu haldesiniz” sorusunun yanıtı “çünkü sitemiz meğer dere
yatağındaymış” olduğu sürece, sorgulanması gereken aynı planların ve ruhsatların
nasıl “yasal” olabildiği değil midir?
İmar ve yapılaşmayla ilgili olarak özellikle son yıllarda yürürlüğe giren tüm
yasaların eksiksiz “hepsi”, sadece ve sadece imar rantını yükseltmeyi amaçlayan
ve buna yönelik “keyfi ve kayırmacı yetkilendirme”leri içeren düzenlemeler.
Buna karşılık, kentleşmenin yağmuru, seli, depremi gözetecek şekilde, bilime
ve toplum yararına uygun planlı bir disiplin içinde gerçekleşmesini
sağlayabilecek “imar ve şehircilik yasa tasarısı” 4 yıldır TBMM’ye bile
sunulmadığı gibi, bakanlıkta “hazır” olmasına rağmen ortadan yok oldu; hatta veb
sitesinde yayımlanırken kaldırılıp gündemden çekildi...
Benzer şekilde, 1980’lere kadar imar hukukumuzda “temel” madde olan ancak
1990’lardan sonra “vazgeçilen” en yaşamsal kurallar arasındaki “Önce altyapı,
sonra üstyapı” ilkesinin de yeniden egemen kılınmasını öngören tasarılar,
yıllardır TBMM gündemine gelemiyor!
İşte böylesine bir büyük aymazlığın başlıca nedeni olan “imar kazançlarına
sevdalı rant ekonomisi siyaseti”ne son verilmeden, yağmurunu denize bile
akıtamayan; su baskınlarında ise planlı yapılarının dahi boğulduğu bir ülke
olmaktan kurtulamayacağız...