Plan Yapma Rantı

Bir yılı aşkın bir süredir şehir plancıları ve mimarlar arasında süregelen "plan yapma yetkisi" eksenindeki "kavga"; Şehir Plancıları Odası ve Mimarlar Odası arasında mahkeme konusu olmasının ardından, kısa bir süre önce alınan yargı kararı ile son bulacağa benziyor. Bir şehir plancısı olarak beni bu yazıyı yazmaya iten ise, bu konu ile ilgili okuduğum her yorumda, gözlerimin farklı bir bakış açısı araması ve ne yazık ki bunu bulamamış olmam.

Öncelikle, benim de tam anlamıyla mesleğe, içeriğine, önemine hâkim olmadan şehir ve bölge planlama bölümüne girdiğimi (sevgili ağabeyimin büyük katkısı vardır, saygılarımı sunarım) sanırım itiraf etmem gerekir. Ama daha da önemlisi; bir yandan eğitim alırken, diğer yandan çevremdekilere, benim de yavaş yavaş anladığım mesleki olguları anlatmaktan dilimde tüy bitmişken, planlamanın nasıl olup da bu kadar kısa zamanda, böyle tartışmaların baş aktörü olduğudur. Ne yazık ki asıl sorun budur; şehir plancılarını ve mimarları "mesleki militan" haline getiren.

Tarih içinde değişik zamanlarda ateşleyici veya düzenleyici yetkilerle donatılmış olan planlama kavramı, özellikle 1980 sonrası bu yetkileri de içine alarak tamamen sermayenin bir aracı haline gelmiş, bunun sayesinde de bugüne kadar sahip olamadığı bir popülariteye ulaşmıştır. Planlama mesleğinin -ne yazık ki- herkesin iştahını kabartan bir meslek haline gelmesini, sadece yaşanan yetki tartışmalarına bakarak değil, ÖSS tercihlerinden bile anlamak mümkündür.

Sermaye ve kentsel dönüşüm
Tam da bu dönem içinde sermayenin kendini yeniden üretme sürecini mevcut kent mekânları üzerinden kurması, olaya çok farklı ve tehlikeli boyutlar kazandırmıştır. Bu durum; son yıllarda mevcut kent mekânlarında hayata geçirilmeye çalışılan/geçirilen projelere bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır. Alışveriş merkezleri, Galata-port, Haydarpaşa vb projeler, daha da önemlisi köhnemiş alanlara ve gecekondu alanlarına uygulanmak istenen kentsel dönüşüm projeleri, sermayenin kente saldırısının en önemli göstergeleridir.

İşte böyle bir süreç içinde kavga nedeni olmuştur, planlama mesleği. Bir önceki süreçte, açıkça rantı dağıtma görevini kabul etmiş olan planlama (ki eşit dağıttığı da söylenemez), rantın ta kendisi olmuştur ne yazık ki. Her şeye hükmeden sermayenin kente saldırı aracı olmak, şehir plancısı ya da mimar, kimsenin hayal bile edemeyeceği bir mesleki rantı beraberinde getirmektedir. Bundan daha normal ne olabilir ki?

Ve bu nedenden ötürü; tartışılması gereken yetkiler değil, yöntemdir. Henüz mesleğe yeni atılmış bir şehir plancısı olarak, yaklaşık bir senedir devam eden tartışmada göremediğim tek şey, planlamanın yöntemine ilişkin vurgulardır. Planlama işinin sadece kendilerine ait olduğunu iddia eden meslek neferleri bir yana, iyi niyetli olabilenlerin getirdiği çözüm ise içler acısıdır: "Şehir plancıları ve mimarlar olarak, kenti beraber planlamalıyız!"

"Anadolu'ya yakışır imece"
Kent planlanmasının en önemli kısmı, uğraşı; kenti kullananlar, kentte yaşayanlardır. Bir arada, beraberce oluşturdukları, ortak bir kültür ortaya koydukları mekânların planlanmasında yetkinin inatla bunu görmezden gelenlerin herhangi birine verilmesi hiçbir şey fark ettirmeyecektir. Bu iki bilim dalında eğitim görmüş olmak veya kent planlama faaliyetini beraber yapmaya niyetlenmek (ekonomi, sosyoloji, coğrafya vb bilim dallarında yeterince eğitim almadıklarını bir kenara bırakıyorum), sorunun en önemli bölümünü arkada bırakmaktır.

Bu tartışma içinde, karşılıklı yapılan en büyük eleştiri kenti anlamak ise, işte bu an başlamaktadır; "kenti anlamamak". Yazıyı sonlandırmadan önce, bu tartışma boyunca büyük emek (!) harcayan Oktay Ekinci'nin bir yazısında görüp heyecanlandığım bir kavramdan bahsetmek gerek sanırım. "Anadolu'ya yakışır imece" demiş sayın Ekinci 31.01.2007 tarihli yazısında. Dedim ya, gözüme ilişti ve heyecanlandım diye. Yanıldığımı; imece derken, şehir plancıları ve mimarların birlikteliğinden bahsettiğini görünce anladım.

Evet, planlamada "imece" esastır. Ama halkın içinde olmadığı bir yapıya imece denilemez ne yazık ki.