Peyzaj Mimarları Odası: Tarihimizi unutmadık

Referanduma bir aydan az bir süre kaldı ve bizler belleklerimizi zorlamalı, bu gün demokratik, eşit ve özgür Anayasa değişikliği yapıyoruz diyenlere, belleklerimizde silinenleri tekrar hatırlayarak cevap vermeliyiz.  Çünkü, geleceğimizi yeniden inşa edebilmemiz için geride bıraktığımız olayları, daha bir temellerine inerek, bir kez daha ince bir elekten geçirerek yeniden tahlil etmemizin, geleceğimizi birlikte çizmemizde büyük yararları vardır.
1980 ihtilalini yapanlar "Türkiye‘de kurulacak özgürlükçü demokrasiye başlamak maksadıyla" demişlerdi...Bu gün toplumun temel hak ve özgürlüklerinin düzenleyicisi Anayasa‘nın değişikliğini gündeme getirenlere,  Cumhuriyet tarihine bakmamız ve 12 Eylül düzeninin ürünü olan  30 yılda ki edinimlerimize bakmamız ....sosyal, ekonomik ve toplumsal anlamda geldiğimiz süreci bir kez daha gözden geçirerek karar vermemiz gerekmez mi?

Gerekir çünkü AKP Hükümeti  AB‘ye üyelik sürecinde;

• Türkiye‘nin demokratikleşeceği izlenimi ile yeni liberal politikalar olan bu sürecini  yaşama geçirmekte
• Meclisteki sayısal üstünlüğü ile AB dayatması tüm yasaları değiştirmiş olmasına rağmen, kamu yararı ve ülkemiz topraklarının korunması adına gerçekleştirmekte olduğunuz hukuk mücadelemizde yapmak istedikleri ciddi tıkanmıştır. Bu sebeple hukukun, toplumsal gücünü kırmaktan başka çaresi kalmamıştır. Anayasa değişikliğinde getirilen temel durum yürütmenin yani iktidarın gücünü yargının önünde tutmak tutkusudur. Diktatörlüğünü ilan etme tutkusundan başka bir şey değildir.

Nedir, bugün bizlere oylatılmak istenen;

1. Siyasi partilerle ilişkin dava ve başvurularda iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatı ile yürütülecek yargılamalara TBMM tarafından bakılması.
% 10 barajla oluşmuş bir parlamentonun ülkemiz hukuk sistemini baştan aşağı değiştirmeye kendisini nasıl yeterli gördüğünü sorgulamadan, mecliste çoğunluğu olan istediğini yapacaktır" ,

2. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Cumhurbaşkanı tarafından onaylanacak üyelerin katılımı oluşturulacaktır.
Cumhurbaşkanı önerilen isimler içerisinden atamayı yapacaktır... Yargı üzerindeki siyasi baskı artacak, yargı bağımsızlığını yitirecektir.

3. Anayasa Mahkemesi yapısı değiştirilerek Cumhurbaşkanı tarafından onaylanacak kişiler  yer alacak...
Yani yürütme üzerindeki yargı denetimi ortadan kalkacaktır... bu ülkenin hukuki teminatı olan Cumhuriyet rejiminin güvencesi olan en üst kurum iktidarın anayasasını savunan bir kurum haline getirilecektir

Son yıllarda özellikle meslek alanlarımız olan doğal, kültürel ve sosyal yaşam alanlarımızda AKP’nin yarattığı tahribata karşın mesleğimizin bilimsel ve teknik gücünü halkın yararına sunmak üzere kamu kurumu niteliği ile diğer meslek odalarının da olduğu gibi gerçekleştirdiği onurlu mücadele ile başa çıkamayanların, yasama ile tüm emellerini hayata geçirenlerin karşısında kalan tek engel olan bağımsız yargıya müdahale için hazırladıkları anayasayı halkoyuna sunmaktadır. TMMOB Peyzaj Mimarları Odası Yönetim Kurulu olarak  Anayasa değişikliği oylamasında bilimsel ve toplumsal aklın  bizim gibi HAYIR diyeceğini bilmekteyiz.

••         İnsanın paranın gücü karşısında köleleşmesini, en temel toplumsal ve insani hakların ortadan kalkmasını,  insanlar arası eşitsizliklerin derinleşmesini dikte edecek olan Anayasaya REFERANDUMDA HAYIR diyeceğiz...

••         Türkiye Cumhuriyeti‘nin tasfiye edilme girişimlerine hizmet eden, böylesi  bir anayasa ile Türkiye‘nin kağıt üzerinde dahi egemen bir ülke olması söz konusu değildir. Türkiye hukuken uluslar arası tekellerin yağma ve talanına açık hale getirilecek olan Anayasaya REFERANDUMDA HAYIR  diyeceğiz. 

••         AKP‘nin kutsadığı piyasa güçlerinin ve emperyalist devletlerin karşısında "bağımsızlık" şiarı ciddi bir engeldir. Bağımsızlığımızı elimizden alacak olan Anayasaya REFERANDUMDA HAYIR diyeceğiz.

Anayasa referandumuna tarihsel belleklerimiz yanıt verecektir dedik. Peki, nedir belleklerimizde tekrar canlandırmamız gereken tarihsel süreç;

Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye‘de, keskin, sınırları belli bir sınıf ayırımının olmadığı birçokça insan tarafından öne sürülmüştür. 1930‘lu yıllarda bu kanı adeta resmi görüş haline gelmiş, Cumhuriyet Halk Fırkasının "Sınıfsız, imtiyazsız bir kitleyiz" sloganı beyinlere işlenmişti. Bu durumun nisbi gerçekliği de vardı. Ancak sermaye hareketleri ve kapitülasyonların ayrıcalığından semirilen gruplar ile birlikte Anadolu‘da büyük toprak sahiplerinin ellerinde tutukları sermaye birikiminin baskısını ilk kez İzmir Kongresinde, devletçilik-halkçılık şiarı ile çıkan Cumhuriyetin aydınlık  yüzünün şemsiyesi altında sermaye hareketleri yerleşmeye başlar.

İkinci Dünya Savaşında, Başbakan olan Şükrü Saraçoğlu‘nun yürürlüğe koyduğu, serbestiyi temel alan ekonomik kararlar,  önemli boyutta bir savaş zenginleri grubunu ortaya çıkarır ve 1945 yılına gelindiğinde sermaye sahipleri ile toprak zenginleri ilk sınıfsal çıkışlarını yaparlar.
1950-60 dönemi Türkiye sermaye sınıfının erginleşmesini sağlar. Uygulanan Serbest Piyasa ekonomisi, kamu sektörünün artan desteği ve nihayet yurt dışındaki sermaye grupları ile bütünleşme girişimleri ülkede büyük özel şirketlerin, mali kurumların oluşumunu sağlar.
Ancak aynı dönemde  işçilerde sendikalarını kurarlar ve adım adım bir sınıf olma özelliğine başlarlar.  Sermaye hareketlerine karşılık emeğin gücünün, ülke kalkınmasında en önemli erg olduğu vurgusu böylece beraberinde gelir.27 Mayıs 1960‘ta yazılan yeni anayasa hem sermaye, hem de işçi sınıfı açısından yeni olanakları gündeme getirdi.

Sonraki yıllarda yapılan Beş yıllık Kalkınma Planları bir yerde kamu sektörünü düzenleyip, geliştirirken, diğer yandan özel ve yabancı sermayeye çeşitli teşvikleri gündeme getirir. Grev ve Toplu Sözleşme yasası ile sendikalar güçlenir, grevler bir toplumsal direniş görünümü kazanmaya başlar ve işçi sınıfı mücadelesini adım adım yükseltir. Ve artık  toplumsal farkındalığını artmış olması, hak ve özgürlüklerin, insanca yaşamın taleplerinin artıyor olması  liberal ekonominin tahammül sınırlarının zorlandığı anlardır ve...1970‘li yıllarda sermayenin kar amaçlı hırsı karşısında yükselen bir değer olan emekçi halkın gücü  daha bir belirgin hale gelince sermayedarlar kılıçları çekerler.

Dönemin hükümeti, Metal Eşya Sanayicileri Sendikası (MESS) aracılığı ile kendi saldırı planlarını yaşama geçirirler. MESS ve o‘nun başındaki Turgut Özal, dış sermayenin de desteğini alarak acımasız bir sınıf savaşını başlatır.
Bir yandan da dış güçlerin (baş aktör ABD olmak üzere )çeşitli provokasyonları, kentte köyde karanlık olayların körüklenmesi başlar, bu tarihsel bir gerçektir....(bir anektotu hatırlatmakta yarar görüyoruz....12 Eylül İhtilali  sırasında dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze‘nin askeri müdahaleyi haber alırken Jimmy Carter‘a "bizim çocuklar işi bitirdi" demiştir ve bu anekdot, 12 Eylül‘ün hazırlayıcılarının kim olduğunun belgesidir.)

Toplumsal alanda provakatif olaylar devam emin iktidarları sermaye odakları ile bütünleşerek ülke ekonomisi çeşitli krizlere düşürüldü. Özel kesim üretimini kıstı, ithalat yapılamadı mal kıtlıkları yayıldıkça yayıldı. Nihayet Tahtakale döviz karaborsasına dayanan yapay bir kambiyo merkezi yaratılarak devlet kendi para politikasını bile uygulayamaz hale getirildi. Çökertilen ekonominin sonuçları gibi gösterilen kıyım,  emekçiye karşı acımasızca yürütüldü.
Sonuçta TÜSİAD (medyanın deyimiyle patronların kulübü) 1979 Mayısında ana noktaları Özal tarafından hazırlanan, yeni liberal doğrultudaki bir ekonomik programın ilkelerini, tüm gazetelere verilen tam sayfa ilanlarla duyurdu.

Ardından 24 Ocak‘ı, 12 Eylül darbesi izledi. 24 Ocak kararları ve onu izleyen 12 Eylül 1980 tarihleri ülke ekonomisinin yeni liberal öğreti doğrultusunda yeniden yapılanma sürecinin başlangıç noktalarıdır. Türkiye‘nin küreselleşmiş kapitalizmle eklenmesinin ilk adımıdır
Yerli sermaye sınıfı küreselleşen uluslar arası sermaye ile bütünleşerek sınıfsal mücadelesini son 30 yıldır sürdürüyor.

Türkiye‘nin sosyal mücadeleler tarihinin bu sayfaları hiçbir zaman unutulamamalı. Kapitalizmin isteği, sınıf mücadelesini tümüyle belleklerimizden silmemizdir. Oysa bu gün, emeği ile bu ülkede yaşayanlar olarak bizlerin,  gelecekteki utkusu bu tarihlerin gerçekçi bir tahliline dayanmalıdır..

24 Ocak 1980 kararlarını  ve bu kararların yaşama geçirilmesini amaçlayan 12 Eylül darbesiyle bütünüyle ortadan kalkan cumhuriyetin kazanımları olan kamucu/toplumcu anlayış yerine liberal demokrasi adı altındaki piyasacı anlayışının yerleştirilmesi çalışmaları, Turgut Özal‘ın öncülüğünde 1990‘lı yıllara ulaşan liberal demokrat anlayış, tarafından sürdürülmüş, 2000‘li yıllarda ise ekonomik kriz ardından fiilen hükümeti yöneten Kemal Derviş‘le 2002 seçimlerine kadar getirilmiştir. Kasım 2002 seçimlerinde liberalizmin  bayrağı AKP iktidarına geçmiş ve iktidarda bulunduğu ve piyasacılık bayrağını taşıdığı sekiz yıllık süre içerisinde kendinden öncekilere göre çok daha başarılı olmuş, bayrağı daha ilerilere taşımıştır.

Bugün, serbestleştirme ve özelleştirmeler sonucu kamu işletmelerinin yerli-yabancı sermayenin talanına sunulmuş, kamusal hizmetlerin piyasaya açılarak ticarileştirilmiş, Bu politikalar aynı zamanda mühendislik hizmetlerini de etkilemiş, mühendisliğin doğal varlıklarımız, sanayi, tarım, kent ve toplum yaşamına yönelik, bilimsel teknik temellerdeki kamusal, toplumsal hizmet niteliği ortadan kaldırılmış, etnik çatışmalar 30 yıl önce olduğu gibi aynı senaryolarla körüklenmiş, devletin kamu personel rejimi değiştirilerek dönüşümün denetimi yok edilmiş, sosyal hak ve güvencelerimiz elimizden alınmış, devletin devlet olma özelliğinin birincil koşulu olan sağlık ve eğitimimiz özelleştirilmiş, en son 657 Devlet Memurları kanunda değişiklik yapamaya çalışarak sanki özlük hakkı iyileştirmesi yapıyormuş gibi gözüküp kamu yönetimimizin içi tahribatı ölçülendirilemeyecek kadar boşaltılmış, Siyasi iktidarlar için üniversiteler düzenin gerici politikalarına teslim olunması gereken kurumların başında gelirken, sanayinin ihtiyaç duyduğu kalifiye eleman yetiştirilmesi temel hedef olarak belirlenmiş, istihdam paketi altında istihdam büroları kurularak işçi simsarlığının önü tekrara açılmış, işsizlik %23’lere dayanmış, enerji yatırımları diyerek , ülke kalkınması diyerek sularımız satılmış, can damarlarımız olan enerji ve iletişim alanlarımız özelleştirilmiş ve en son "suyun insan için temel haktır" maddesine Amerika ve İngiltere‘nin yanında çekince koyarak ülke insanımızın kaderi eğer parası varsa suya erişmesini, sağlığa ve eğitime erişmesini karara bağlamıştır.
Halkının temel yaşam hakları elinden alınmış bir ülkenin tarihsel süreci, gerçekten hepimiz tarafından bir kez daha tahlil edilmelidir.

Tüm bu yukarıda saydıklarımızı da AB, kapitalizmin diğer kurumlarından farklı olarak yeni liberal politikaları toplumda "demokrasi" beklentisi de yaratarak Türkiye‘ye dayattığı gerçeğini hiç aklımızdan çıkarmadan
Anayasaya HAYIR derken, ülkemizin hak ettiği toplumcu bir Anayasa‘ya kavuşması için tüm meslek odalarında olduğu gibi mesleki ve toplumsal sorumluluklarımızı bilerek, önder ve öncü olmaya devam edecek, tüm çabalarımızla bilgilerimizi tüm kamuoyu ile paylaşmaya devam edeceğiz.
BİR BAŞKA TÜRKİYE MÜMKÜN...