Seçimler yaklaşıyor. Partiler hummalı çalışmalarına çoktan başladı. Başkanlar il il geziyor, mitingler düzenliyor, televizyonlarda, gazetelerde boy gösteriyor. Partililer de ev ev, kahve kahve dolaşıp vatandaşı kendi partisinin en iyisi olduğuna, Türkiye için en iyi geleceği kendilerinin hazırladığına ikna etmeye çalışıyor.
Siyasi partilerin 150-200 sayfayı bulan seçim beyannamelerinde ekonomiden sağlığa, eğitimden dış politikaya kadar pek çok konuda ayrıntılı görüşlerine yer verilmiş. Dikkat çeken konu, çevre-doğa sorunlarına daha önceki dönemlere göre çok daha fazla ağırlık verilmiş olması. Değişmeyen şeyse partilerin genel anlamda konuya yaklaşımlarının yüzeysel çevrecilikten öteye geçememesi, sorunları insan odaklı çözmeye yoğunlaşması ve doğaya insanları beslemesi, zenginleştirmesi gereken ‘kaynak’ olarak bakmaktan öteye gidememesi.
2010 yılında Bolivya’da düzenlenen İklim Değişikliği ve Toprak Ana Hakları Konferansı’nda hazırlanan evrensel beyannamede kabul edilen doğa hakkının anayasal güvence altına alınması, tüm varlıkların var olma, yaşamsal döngülerini insan tarafından bozulmadan devam ettirme gibi haklarının parti programlarına girmesine belli ki daha çok yol var.
Tehdit oluşturan 16 konu
Doğa Derneği tarafından hazırlanan, doğadaki canlı türlerinin nesillerini sürdürebilmeleri için özel önem taşıyan coğrafyaları tanımlayan ‘Önemli Doğa Alanları’ envanterine göre Türkiye’deki 305 önemli doğa alanının yüzde 91’i bir ya da daha fazla tehditle karşı karşıya. Bu unsurlar incelendiğinde doğaya en çok su politikaları ve bu çerçevede yapılan hidroelektrik santralların (HES), büyük barajların, tarım alanlarını genişletme, sulama ve kurutma çalışmalarının zarar verdiği belirlendi.
Bu konular ve kentsel yeşil alanlar, küresel ısınma, geri kazanım, evcil hayvanlar gibi şehirlerde yaşayan insanların gündeminde olan çevre sorunları, partilerin seçim beyannamelerine göre değerlendirildi. Değerlendirme sonunda kentsel yeşil alan, içme suyu kalitesi, iklim değişikliği ve sanayi atıkları gibi şehirdeki nüfusun önemsediği konuların öne çıkarıldığı; kırsalda yaşanan ve doğanın esas sorunu olan barajlar, hidroelektrik santrallar, kuruyan göller, doğa ve tarım uyuşmazlığı, biyogüvenlik ve korunan alanlar gibi çok temel sorunlarınsa yeterince önemsenmediği görüldü.
AKP: Doğayı kaynak olarak görüyor
Seçim beyannamesinde çevre sorunlarına en çok yer veren parti. Ancak geçtiğimiz dönemdeki çevre politikaları doğayı bir kaynak olarak görmekten öteye gidemeyip Türkiye’nin son yıllarda gördüğü en büyük doğa tahribatlarına sebep olmuştu. Hepsi özel sektöre satılmış derelerin, nehirlerin üzerine yapılması planlanan 2 bine yakın HES, barajlar, plansız madencilik, nükleer enerji konusunda ısrar, İstanbul’a yapılması planlanan 3. köprü, Kanal İstanbul gibi projeler bu dönemde de seçilmesi durumunda devam ettireceği politikalar olarak görünüyor. AKP programında hep yatırım öncelikleri var. Sorunların detayıyla ilgileniyor ancak ana sorunla ilgilenmiyor. Program bütüncül olarak yazılmadığından, tarım bölümünde ilerici yaklaşımlar görünürken, enerji bölümünde olmadık fikirler göze çarpıyor.
Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu: HES’e kesin dille karşı çıkıyorlar
Diğer partilere göre çok daha kısa ve öz bir programa sahip olan blok, doğanın bir kaynak olarak görülmesinden çok, yaşam hakkını en çok savunan beyannemeye sahip. Programlarında havanın, suyun, ormanların, balıkların, yabanıl yaşamın ve yenilenebilir olmayan kaynakların korunması gibi çevre haklarının gözetilmesi vaat ediliyor. Hasankeyf, Munzur, Allianoi gibi tarih ve kültür miraslarını korumayı dile getiren, nükleer enerjiye ve HES’lere kesin bir dille karşı çıkan tek parti. Eğer daha detaylı bir parti programı hazırlasaydı partilerin çevre karnesinden çok daha fazla puan alırdı.
CHP: Nükleer enerjide net bir tavrı yok
“İnsanın ekolojik dengenin sahibi değil, parçası olduğu yaklaşımını benimseyeceğiz” diyerek bir doğa koruma vizyonu oluşturmuş ancak her söylemi bu fikri beslemiyor. Program, mevcut hükümetin eleştiri aldığı yönlere yoğunlaşılarak oluşturulmuş ve kent odaklı hazırlanmış. Su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi için uzun vadeli planlar öngörmesi, ekolojik dengeyi gözeterek yaban yaşamı, bitki ve hayvan türlerinin yaşama ortamlarının korunması gibi söylemleri olumlu. Ancak nükleer enerji konusunda net bir tavır koymaması, “Gelecek kuşakları da düşünen bir duyarlılıkla yaklaşacağız, referandum yapacağız” gibi politik yaklaşımlar sergilemesi dikkat çekiyor. Parti İstanbul’da yapılacak 3. köprü projesine karşı ancak yerine yüzer viyadük ve mevcut köprülerin yeniden inşası gibi çözümler öneriyor. Bu da çözümün Anadolu’da aranması gerektiğini, İstanbul’un daha ne kadar büyüyebileceğini düşünmeyi ihmal ettiğini gösteriyor.
MHP: Birbiriyle çelişen söylemleri var
MHP yenilenebilir enerji kaynaklarıyla su potansiyelinin değerlendirilmesi ve alternatif enerji kaynaklarından yararlanılmasını öngören yatırımları teşvik edeceğini ifade ediyor. Bunun yanı sıra nükleer enerjiyi öncelikli hedefleri arasına alması, HES’leri artıracağını söylemesi, petrol, doğalgaz ve kıymetli madenlerin üretimine hız vereceğini ifade etmesi, seçilmesi durumunda doğa talanında AKP dönemini aratmayacağını gösteriyor. Çevre konusundaki söylemleri genel politik ifadeler içeriyor, diğer başlıklar altındaki söylemleriyle çelişebiliyor. Bir yandan “Çevre sorunlarını kalkınma–çevre koruma ikilemi yerine, akılcı bir koruma, kullanma ve geliştirmeyi öngören sürdürülebilir kalkınma modeliyle aşarak, gelecek nesillere temiz, doğal ve kültürel değerleri korunmuş yaşanabilir bir çevre sağlanacak” derken diğer yandan da nükleeri, HES’leri, maden üretimini artırmayı hedeflemesi kulağa garip geliyor.
Değerlendirme
Sonuçta görünen şu ki, hangi parti kazanırsa kazansın, çevre ve doğa, gelecek dönemde de kaybedecek. Bir sorun ancak kökte yatan nedenlere el atıldığında çözülebilir. Doğanın sorunlarına bütüncül yaklaşılmadığı takdirde temel sorunları çözmek ve doğayla uyum içinde yaşamak mümkün görünmüyor.
Haber: Radikal Gazetesi / 11 Mayıs