Parkımızı ve Okulumuzu Rahat Bırakın!

Adapazarı'nda şehrin merkezinde bir park var: Atatürk Parkı. Bu park Uzunçarşı ve Aynalıkavak Çarşısı ile birlikte Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun kararınca koruma altında. Şehirlerin dünden bugüne gelen kimlikleri varsa eğer, Adapazarı'nda bu kimlik/kişilik, sözkonusu üçgende şekil bulur. Yarına da -doğal olarak buradan geçmelidir.

Parkın içinde restorasyonla ayakta tutulmuş zamanın Halkevi binası ile şehrin ilk ortaokulu, ilk lisesi olup bugün ilköğretim hizmeti veren yani yine tarihi "Merkez Atatürk İlköğretim Okulu" var. Daha doğrusu vardı. Park, artık park değil çünkü. Açık hava ticaret merkezi. İçinde sucuk evi, dondurma evi, çayevi gibi adları ev, kendileri kunt yerler var. Çayları, kahveleri de beş yıldızlı otel fiyatı. Tuhaftır, bu yerlerden biri de Halkevi'nin hemen bitişiğinde ve alanca da, boyca da onu aşar, gölgeler. Bir tuhaflık daha: Belediye tarafından işletilir bu yer. Üstelik "kültür merkezi" adı konularak.

Aynı alanda böyle bir yerin daha açılışı yapılmak üzere. Temeller atıldı, çelikler yükseldi, kat çıkıldı... Akşama sabaha bilmemneburger hizmet vermeye başlar artık. Burası için bir gece yarısı ansızın ağaçlar kesildiğinde "Şehir Sakinleri Hareketi" adlı inisiyatif olay yerinde bir basın açıklaması yaptı. Koruma alanının dokunulmazlığına uzanan bu hoyrat eli protesto etti. Belediye, üzerinde, "Bursa Koruma Bölge Kurumunun 471 sayılı kararı ve izni ile inşaat devam etmektedir" yazılı bir bez asarak cevapladı. Ancak, bu standart dışı bir duyuru. Üzerinde kararın ne tarihi ne gerekçesi var. Ne de izin verildiyse izni verilen yapının nitelikleri. Çelik yapı için mi izin verildi örneğin? Atılan temelden haberdar mı Bursa? İki kat çıkıldığını biliyor mu? Bunlar Mimarlar Odası'nca Bursa Koruma Kurulu'na duyuruldu. Çok geçmedi yapı mühürlendi. Sanılır ki, şikayet Bursa Koruma Kurulu'nca esastan haklı görüldü de ondan. Hayır, işyeri sahiplerinin sundukları projeden bir metre yüksekmiş yapılan iş(!), kontrolle yükümlü Merkez Belediye bu yüzden mühürlemiş; fakat proje değiştirilip Büyükşehir Belediye Meclisi'nce onaylandıktan sonra işe devam edilecekmiş. Zaten şu anda ediliyor. Akşama sabaha açılır, demem bundan. Nasıl ki belediyenin marifeti "kültür merkezi" de bu oyunlardan geçti. Sit alanı yok oluyormuş, parkta bank konulacak tek boşluk kalmıyormuş, ne gam!

Ortaokul'un akibeti
Her Adapazarlının kişiliğinde, belleğinde mutlaka yeri olan Ortaokul'un akıbetinin de böyle olacağından korkulur. Şöyle ki 1998 Nisanı'nda okul -Belediye'nin bastırmasıyla olmalı- Milli Eğitim'den alınıp Belediye'ye verilir. Belediyenin niyeti, binayı yıkmak, alanını parka katmaktır. Park, işin görünüşteki gerekçesi tabii, gerçek ise -sonraki uygulamalarda görüldü ki yakınlara, yandaşlara rant sağlamaktır. Bereket, tapu işlemleri sırasında, bölgenin Bursa Koruma Kurulu'nca koruma altında tutulduğu, okulun da bir dönemin mekân özelliklerini taşımakla "mimari prestij"i olduğu görülüp işlemlerden vazgeçilir, okul yeniden okul olarak kullanılmak üzere Milli Eğitim'e bırakılır. Fakat bu arada okul boşaltılmış, öğrenciler bir başka okula verilmiştir. Okullarına dönecekleri sırada 17 Ağustos olur. Deprem, şehrin anlı şanlı okullarını yıkar, yıkamadıklarında ciddi hasarlar yaratır da bizim bu okulumuza dokunmaz. Bir tuhaflık daha: Belediye de, binası ağır yaralandığı için buraya -yani yıkmak istediği yere- taşınmak zorunda kalır. Bu taşınma geçicidir. Öyle sözleşilir. Gelgelelim, Belediye, kendi binasının onarımı Eylül 2002'de bittiği halde okuldan/okulumuzdan hâlâ çıkmamış bulunuyor.

Deprem Adapazarı'ndan çok şey aldı da -bilir misiniz depremin bir de hediyesi oldu Adapazarı'na: Depremle küçülmesine rağmen bir oldubitti ile Büyükşehir statüsü kazandı. Belediye sayısı arttı. Onarılan belediye binasına Küçük Belediye geçti. Okul binasında geçici kalan belediye de Büyükşehir Belediyesi olarak oturmasını sürdürdü. İyi de belediyenin okuldaki emanetçiliği, adı büyüdü diye kalıcılığa dönüşür mü? Böyle şey olur mu?..

Şehir Sakinleri Hareketi, 20 Haziran günü Büyükşehir Belediyesi önünde bir basın açıklaması daha yaptı: Atatürk Parkı'nın yeniden parka kavuşturulmasını, okulun da öğrencilerine verilmesini istedi Büyükşehir'den. Ertesi gün yerel gazetelerde hem bu haber vardı hem de mukabili. Mukabil haber, "Yeni Sakarya"da şöyle verildi: "Büyükşehir'in bina atağı"...

Uzanlar'ın Pamukova'daki el konulan çiftliklerini teslim almak için üç bakan geldi Adapazarı'na. Biri de Milli Eğitim Bakanı. Fırsat bu fırsat -habere göre Büyükşehir Başkanı, "binada depremden beri geçici tahsisle oturduklarını ifade etmiş" Bakan'a ve kendilerinden "kalıcı tahsis" istemiş. Ayrıca demiş ki: "Kalıcı tahsisini yaptıktan sonra hasarlı binada tadilat yapmaya başlayacağız."

Sorumluluk Bakan'da
Altı yıldır oturulan bir kamu binasının depremde tadilat gerektirecek kadar hasar görmüşlüğüne inanılır mı? Ayrıca, koruma altındaki binalarda onarım (tamir) olabilir, o da "eskime/yıpranma" şartına bağlıdır. Ama tadilat, öyle değil. Tadilat dendi mi, "yerinde bulabilene aşkolsun!"a kadar gider iş. Neyse...
Kalıcı tahsis istenince Bay Bakan ne yapmış dersiniz? Yalansa gazetenin yalancısıyım, İlköğretim Okulları Genel Müdürü Servet Özdemir'i "cepten" -evet aynen böyle- cepten arayarak talimatını vermiş: "Emlakın ve arsanın bir an önce Büyükşehir'e devrini yapın. Bu konudaki tüm sorumluluğu bizzat ben üstleniyorum." Sakinleri şaşırtan, kalıcı tahsis talebini, Büyükşehir'in tam da Şehir Sakinleri'nin basın açıklaması yaptıkları güne denk getirmesi değil sadece. Bakan Bey'in talimatı da bir o kadar şaşırtıcı. Diyor ki: "Sorumluluğu bizzat ben üstleniyorum." Sorumluluk üstlenmeyi gerektirecek eğrice bir durum mu var acaba? Dahası, bir hukuk devletinde, kişilerin, bakan da olsalar kahramanlık yapmaları gerekir mi?
Dar zamandaki şu sıkı trafik de gösteriyor ki Büyükşehir Belediyesi, kendine ait olmayan bir yerde oturuyor. Orası da okuldur. Üstelik, 32 okulu halen prefabriklerde eğitim veren bir şehrin okulu. Öyleyse gereken yapılmalı, okul, öğrencilerine verilmeli. Şehir Sakinleri'nin bu talebinin arkasında, Bakanlık'a da ulaştırılmış -unutulmasın, on bine yakın da imza var. Bir çift söz de imzalara ve basın açıklamalarına karşı çıkanlara: Bu eylemler Belediye'yi kızdırıp kışkırtıyor, kalıcı tahsis işini kolaylaştırıyor, hızlandırıyormuş.
İmza, açıklama, yürüyüş, miting... bir dildir. Bunların olduğu yerde şikayet vardır, talep vardır. Bu, dinlenir. Bunun üzerine gidilmez. Gitmek, "On bin kişi de olsanız, siz de kim oluyorsunuz?" demek olur ki böylesi babalanmaların demokrasilerde yeri yoktur. Bu mantık, güç sahiplerini haklı bulan, dolayısıyla bütün direnişleri hor gören, saçma ve yanlış bulan bir mantıktır. İnsan boş bulunursa, "Boşuna direniyorlar, Irak direndikçe ABD daha da bastırıyor" diyebilir bu mantıkla.