Türk-Alman Üniversitesi İktisat Bölümü Başkanı Prof. Dr. Elif Nuroğlu, Paris İklim Anlaşması'nı iklim krizi ve Yeşil Mutabakat tartışmaları bağlamında değerlendirdi
Türkiye, 2016 yılından bu yana Mecliste onaylamadığı Paris İklim Anlaşması’nı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulundaki konuşmasının ardından gündemine aldı. Meclisteki onay sürecinin beş günde tamamlanmasının ardından karar Resmi Gazete’de yayımlandı. Paris İklim Anlaşması’nın Meclis onayından geçmesi Türkiye’ye 31 Aralık-12 Kasım 2021'de Glasgow’da düzenlenen COP26 konferansına katılma hakkı sağladı.
Paris İklim Anlaşması’na taraf olan ülkeler, küresel ısınmanın sanayileşme öncesi döneme göre 2 derece ile sınırlandırılması ve mümkünse 1,5 dereceye kadar düşürülmesi için kendi hedeflerini belirliyor ve her beş yılda bir hedeflerini güncelliyor. Anlaşmaya taraf olan ülkeler, kendi belirledikleri emisyon azaltımı hedeflerine ulaşmak için çalışıyor. Bu anlaşmanın onaylanması Türkiye’nin bir yandan kendi iklim değişikliği planlarını uygularken diğer yandan da taraf ülke olarak çıkarlarını koruması ve bu büyük dönüşüm için gereken finansmanı almak için akredite olması anlamına geliyor. Zira Paris İklim Anlaşması’na taraf olmayan bir ülkeye yeşil dönüşüm finansmanının gelmesi mümkün değil.
AB Yeşil Mutabakatı
2015 yılında düzenlenen Paris Anlaşması’nı müteakiben Avrupa Birliği (AB) kendi yol haritasını belirleyerek Aralık 2019’da Avrupa Yeşil Mutabakatı'nı yayımladı. AB’nin Yeşil Mutabakatı hem AB’ye üye hem de AB ile iş birliği ve ticaret yapan ülkeler için çok ciddi ve kapsamlı bir dönüşüm içeriyor.
AB, 2030'a gelindiğinde Avrupa’nın karbon salınımını 1990 düzeyine göre yüzde 55 düşürmeyi planlıyor. Bu hedefe uygun olarak hazırladığı bir kalkınma planı niteliğinde olan "Fit for 55 (55’e Uyum)" paketini de 2021 yılı Temmuz ayında açıklayan AB’nin nihai hedefi 2050 yılında dünyanın ilk karbon-nötr kıtası olmak.
Türkiye’nin en büyük ticaret partneri olan AB, 2050 yılına kadar yeşil ve dijital dönüşüm ekseninde kendisini tamamen dönüştürürken, Avrupa ile ilişkilerine devam etmek isteyen Türkiye’nin bu ikiz dönüşüme kayıtsız kalması beklenemezdi. Nitekim öyle de oldu.
Türkiye’nin yeşil dönüşüm yolculuğu
Paris İklim Anlaşması’nın onaylanmasını bir sorunun çözülmesi olarak değil de uzun soluklu ve zor bir dönüşümün başlaması olarak yorumlamak daha isabetli olur.
Üretim, tüketim ve geri dönüşüm süreçlerinin yeni baştan tasarlandığı bugünlerde yapılacak en mühim şey, öncelikle bu dönüşümün ne olduğunu anlamak ve süreci fırsat ve tehditleriyle, artı ve eksileriyle tanımlamaktır. Her geçişte olduğu gibi bu dönüşümün de kazananları ve kaybedenleri olacaktır. Bir yandan yeşil dönüşümde yeni iş sahaları doğacak diğer yandan da bazı meslekler ortadan kaybolacak ve en büyük enerji kaynağı olarak kullanılan kömür hayatımızdan peyderpey çıkacak.
Kaybedenlerin olduğu yerde her zaman bir direnme de olacaktır. Bu nedenle farkındalık çalışmaları ve sürecin detaylarıyla kamuoyuna anlatılması toplumsal destek almak açısından çok önemli. Geçiş sürecinin adil olması ve kimsenin arkada bırakılmaması AB’de en çok üzerinde durulan konuların başında geliyor. Yeşil Mutabakat'a uyum kapsamında üretimde karbon ayak izini minimize eden ve bir süre sonra sıfırlayan politikalar güdülürken ve üretimde bunun için gerekli değişiklikler yapılırken, işini ve kazancını kaybedecek sektörlerin kayıplarıyla baş başa bırakılmaması, toplumsal huzur ve gelir dağılımı adaleti açısından oldukça önemli. Bir yandan istihdamda ortaya çıkacak kayıpların yeni iş alanlarıyla telafi edilmesi beklenirken diğer yandan iş gücünün yeniden eğitilmesi ve yeni yüzyılın gerekliliklerine uygun kabiliyetlerle donatılması da politika yapıcıların yeni görevleri arasında olmak zorunda.
Yeşil Mutabakat'a uyum kapsamında yapılacak düzenlemelerin yerel etkileri farklı olacak. Bölgeler ekonomik faaliyetleri nispetinde bu dönüşümden az veya çok ama muhakkak etkilenecektir. Bu nedenle yerel yönetimlere de çok fazla iş düşüyor. Türkiye henüz evsel atıkları ayrıştırarak toplayabilen bir ülke değil. Bu nedenle Türkiye 2053 yılında karbon-nötr bir ülke olabilmek için döngüsel ekonomi felsefesini iyice içselleştirmeli ve atıkların bir gramını bile ziyan etmeden geri dönüştürmeyi başarmalıdır.
Türkiye-AB entegrasyonunun avantajları
İhracatının ana destinasyonu AB olan Türkiye’nin Gümrük Birliği ile başlayan entegrasyon süreci, yeşil dönüşümde büyük bir avantaj sağlayabilir. AB, 2019'da Avrupa Yeşil Mutabakatı'nı ilan ettiği günden beri bu dönüşümü yeni büyüme stratejisi olarak lanse etti. Nitekim yaşlanan nüfus ve doğuya kayan ekonomik aktivitelerin sonucunda AB’nin kaybettiği avantajları dünyanın gidişatına yön verecek yeni hamlelerle geri kazanmak istemesi çok doğal.
Avrupa bu noktada hem dijital dönüşümü hem de yeşil dönüşümü bir atlama taşı olarak görüyor ve kaçınılmaz olarak dönüşen dünyada bu iki alanda açılacak yeni pazarlarda lider olmak istiyor. AB diğer yandan da ekonomik ve ticari ilişki içinde bulunduğu ülkeleri kendisi ile birlikte dönüştürmek istiyor. Eğer herhangi bir ticaret partneri temiz teknolojiler kullanarak üretim yapmıyorsa, o ülkenin mallarını AB sınırlarından geçirirken ortaya çıkan karbon emisyon miktarı oranında vergi ödenmesini zorunlu hale getiriyor. Bu düzenlemenin adı "sınırda karbon" düzenlemesi olarak açıklandı. AB, yeşil dönüşümde havuç ve sopa taktiğini kullanıyor. Dönüşmeyenler sopa, yani vergi ile muhatap olacak. Dönüşebilenler AB ile olan ticaretlerine vergi ödemeden devam ederek ödüllendirilecek. Bu esnada da karbon salınımı yüksek olan ithalatçılardan alınan vergiler AB için gelir yaratacak.
Türkiye’de pek çok firma AB ile entegre şekilde çalıştığı için bu dönüşüme hızla ayak uydurmak zorunda. Diğer yandan bunların bir kısmı zaten AB firması olduğu için hızlı bir şekilde AB’den know-how/bilgi transferi ile karbon ayak izini düşürme konusunda destek almaları da muhtemel. Ancak üretim zincirinde pek çok firma ve sektörün olduğu düşünülürse sadece birkaç sektörün kendi kendine karbon ayak izini azaltması mümkün değil. Bu nedenle ilk etapta sadece sınırda karbon düzenlemesine muhatap olacak elektrik üretimi, demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre sektörlerinin dönüştürülmesinden ziyade topyekun bir dönüşüm seferberliği ilan edilmesi hem daha mantıklı hem de daha karlı olabilir. İlerleyen zamanda AB’nin sınırda karbon düzenlemesine otomotiv, tekstil, seramik, kara ve deniz ulaştırmacılığını da dahil etmesi bekleniyor.
Fırsatlar ve zorluklar
Temmuz 2021'de Ticaret Bakanlığı, Yeşil Mutabakat Eylem Planı’nı yayımladı. Türkiye’de Yeşil Mutabakat konusunda ilk aksiyon alan bakanlığın Ticaret Bakanlığı olması esasen hiç şaşırtıcı değil. Çünkü Yeşil Mutabakat kapsamında yapılacak düzenlemelerden ilk ve doğrudan etkilenecek kesim, AB’ye ihracat yapan sektörler olacak. Türkiye bu nedenle küresel rekabetçiliğini kaybetmemek ve yeni dünyanın pazarlarında yer alabilmek için yeşil mutabakatın gerekliliklerini sağlamak zorunda.
Türkiye’nin AB ile olan Gümrük Birliği anlaşmasını yeşil dönüşümün gerekliliklerini de göz önünde bulundurarak zaman kaybetmeden güncellemesi gerekiyor. Yeşil Mutabakat konusu zaten gündemde olan Gümrük Birliği Anlaşması’nı güncelleme isteğini daha da acil duruma getirdi. Çünkü Türkiye’nin karbon-nötr olması, Avrupa’nın bir kıta olarak karbon-nötr olması için de önemli bir şart.
Yapılan hesaplamalara göre Türkiye mevcut üretim sistemlerinde hiçbir değişiklik yapmazsa karbon salınımı için ton başına 50 Avro ödemek zorunda kalacak. Çelik sektöründe bu vergi yüzde beş civarında bir ek maliyet anlamına geliyor.
Üretimde kullanılan enerjinin temiz kaynaklardan elde edilmesi karbon salımını önemli ölçüde azaltacak bir önlem çünkü en büyük girdinizin karbon salınımı yüksek olduğu sürece karbon-nötr üretim yapmanız mümkün olmaz. Yeşil Mutabakat'a uyum sürecinde ve küresel rekabetçiliğin korunmasında birinci derecede odaklanılması gereken mevzu temiz kaynaklardan ucuza enerji üretilmesi ve bu enerjinin sektörlere aktarılması olacak. Türkiye son yıllarda yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini artırdı ancak bu enerjinin büyük kısmı evlerde kullanılıyor. Sektörlerde de temiz enerji kullanılması için ciddi altyapı yatırımları gerekiyor.
Yeşil dönüşüm için yatırım zamanı
Dünya’da yeşil dönüşüm için hedef belirleyen ve bu konuda aksiyona geçen ülkelerin bu konuda yüksek miktarlarda yatırım yaptığı görülüyor. Yeşil dönüşüm için gerekli altyapının kurulması, üretim süreçlerinin karbon-nötr üretime hazırlanması ve geçişi konusunda Türkiye’nin en büyük sorunu finansman. Paris Anlaşması’nın Meclis onayından geçmesi bu açıdan Türkiye’nin önünü açıyor.
Türkiye’nin AB ile olan entegrasyonu ve AB’nin güçlü bir tedarikçisi olması, Yeşil Mutabakat'a uyumu açısından bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin Sanayi ve Ticaret bakanlıklarının AB ile bu konuda iş birliği yapması ve Dijital Avrupa ve Horizon projelerinden, Dünya Bankası, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), Almanya ve Fransa ulusal kalkınma ajanslarından finansman anlamında faydalanması özel bir önem taşıyor. Ayrıca, Türkiye’nin AB’ye olan coğrafi yakınlığı da Türkiye’den ihraç edilen ürünlerin nakliye esnasında daha az karbon salınımı yaratacağı için Türkiye’yi avantajlı bir ihracatçı ülke yapabilir.
AB’nin 2026 yılından itibaren uygulayacağı sınırda karbon düzenlemesi sonucunda Türkiye’nin çok fazla vergi ödememesi için kendi Emisyon Ticaret Sistemi’ni (ETS) kurması veya AB’nin ETS’sine entegre olması gerekiyor. Ayrıca karbon salınımını AB ile aynı standartlarda ve ülke içinde fiyatlandırmak ve tüm yakıt türlerinin karbon ayak izini hesaplamak zorunda. Avrupa'da ve Türkiye'de üretilen bir ürünün karbon fiyatlandırmasının her iki tarafta da eşit olması AB’ye ödenecek verginin ülke içinde kalmasını sağlayacaktır.
Yeşil dönüşüm için birlik şart
Yeşil dönüşümü başarmak ve karbon-nötr bir ülke olabilmek için önümüzde çok uzun bir zaman yok. Ancak hemen aksiyon aldığımız ve doğru adımları doğru zamanda attığımız takdirde yeterli olabilecek bir zaman var. Kısa, orta ve uzun vadeli planlama ile bu geçişi detaylandırmak, geçiş döneminden olumsuz etkilenecek sektörler için çalışma yapmak ve gerçekten kimseyi arkada bırakmamak için adil bir geçiş tasarlanması şart. Bu bağlamda Paris Anlaşması’nın onaylanması ve 2053 yılı hedefinin konması, Türkiye’nin yeşil dönüşüme odaklanmasını sağlamlaştıran adımlar oldu. Bundan sonrasında ise sadece Ticaret Bakanlığı değil, Türkiye’nin tüm bakanlıkları ve yerel yönetimlerinin Yeşil Mutabakat'a uyum stratejileri geliştirmesi ve elini taşın altına bir an önce koyması gerekiyor. Zira yeşil dönüşüm ancak birlik olunursa başarılabilecek bir hedef.