Özgürlük Tutkusu Tüm Hapishanelerden Güçlüdür!



Molivos, Yunanistan’ın Midilli Adası’nın kuzeyinde şirin ve küçük bir tatil köyü. Bodrum Gümüşlük sahilini andıran küçük kumsalı, balık lokantaları ve turistik kafelerle dolu. Denizin hemen kenarında bitiveren kayalıklar ise tarihi Yunan evlerine ve bugüne kadar ayakta kalmayı başarabilmiş Molivos kalesine evsahipliği yapıyor. Akşam üzeri bu manzara eşliğinde güneşin batışını izlemeye koyulmuş Batı Avrupalı bir turiste bu sahilin, adanın diğer sahillerinden neden farklı olduğunu soracak olsanız, büyük ihtimalle sadece plajının güzelliği cevabını alacaksınız. Ama cevap bu küçük köyde yaşayanlar için aslında çok farklı.

Molivoslular için bu sahil, Türkiye’den bindikleri bir bota hayatlarını emanet etme cesaretini gösteren umut yolcularını, Yunanistan sınırları içerisinde karşıladıkları ilk nokta. Göçmenler için ise Molivos, Mitilini şehrindeki polis merkezine götürülmeden önce Yunan halkını tanıma fırsatı buldukları ilk yer. Kimileri için burası uzun gözaltılardan sonra Basmane’de son bulacak ve belki de hemen yeniden başlayacak tam ters yönde bir yolculuğun başlangıcı. Ya da en acısından/en heyecanlısından umut yolcuları için Avrupa sınırının başladığı yer.

Merkezi Varşova’da bulunan ve 2005 yılından beri faaliyet gösteren Frontex (Avrupa Birliği Sınır Güvenlik Birimi), gemi ve helikopterleriyle yürüttüğü Avrupa sınırlarının bekçiliği görevinde o kadar başarılı oldu ki, göçmenler rotalarını Afrika’dan Türkiye’ye kaydırmak zorunda kaldılar. Artık Libya’dan gemiler İtalya’ya diye İzmir’e kalkıyor. Göçmenlerin umut yolculuğu Akdeniz’den değil, Ege’den geçiyor. Midilli, Sakız ya da Sisam’a geçmeye çalışan, başka bir ifadeyle Avrupa’ya adım atmak isteyen göçmen ve sığınmacıların Türkiye’deki son durağı ise İzmir’in Basmane semti oluyor. Oysa Avrupa’da kurmayı hayal ettikleri huzurlu ve güvenli bir yaşam için canlarını kaçakçılara emanet eden sığınmacılar, Avrupa’nın onları bu sınırlardan geçirmemek için ne yöntemler geliştirdiğinden habersizler. Bunların başında şüphesiz 2003 yılında yürürlüğe giren Dublin (II) düzenlenmesi geliyor. Buna göre sadece tek bir AB üyesi devlet, bir kişinin iltica başvurusunu almaktan sorumlu olabilir. Bu da sığınmacının AB sınırlarından içeri ilk giriş yaptığı ülkedir.

1990’lı yıllardan itibaren alınan kararlar ve çıkarılan direktiflerle gelişen Dublin Sistemi çerçevesinde diğer üye devletler kaçak olarak kendi sınırlarına ulaşmayı başaran bir sığınmacıyı, AB sınırlarından içeri ilk giriş yaptığı ülkeye geri gönderebilirler. Polis tarafından yakalandıktan sonra bir süre -ki bu süre Yunanistan’da geçen ay sonunda yürürlüğe giren bir yasaya göre artık 18 aya kadar uzatılabilir- Pagani gibi insanlık dışı koşulların hüküm sürdüğü gözetim merkezlerinde tutulan sığınmacılar, sonunda ellerine “beyaz kağıt” denilen ve aslında bir ay içerisinde ülkeyi terk etmelerini kendilerine bildiren bir kağıt verilerek salıverilirler. Bundan sonrası biraz şansa kalır. Bir feribot bileti almayı başaranlar ve o feribota kimliksiz binebilenlerin bir sonraki durağı, onları Avrupa’daki ikinci ülkelerine taşıyacak yeni bir kaçakçı bulabilecekleri Atina’daki Omonia Meydanı veya Patras Limanı olacaktır.

Sınırlara hayır kampları

Pagani’de tutulanlardan iltica başvurusunu yetkililere iletmeyi başaranlar için başka bir çile başlar: Sonsuz bir bekleyiş. Ne yazık ki, diğer pek çok AB ülkesi gibi Yunanistan da iltica başvurularının çok küçük bir kısmına olumlu yanıt veriyor. Yıllar süren uzun ve çileli bekleyişin ardından ret cevabı alan ve sınırdışı edilmeyi bekleyenlerin ise hiçbir iltica umudu kalmaz. Bir diğer acı gerçek ise, canlarını bir lastik bota emanet edip Frontex’e rağmen karşı kıyıya geçmeyi başaranların bir kısmının umut yolculuğunun daha başlamadan bitmesidir. Onlar ne iltica başvurusunda bulunabilirler ne de yollarına devam edebilirler. Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Geri Kabul Antlaşması gereğince, kaçak olarak Türkiye’den Yunanistan’a giriş yaptığı tespit edilenler, kendilerini Avrupa’yı göremeden Türkiye’de bulurlar. Ama en azından onların hâlâ yeni bir deneme için umudu vardır.

Evrensel iltica hakkının içini boşaltarak ortadan kaldıran, göçmenleri bir suçlu gibi kabul edip süresiz olarak özgürlüklerinden mahrum bırakan, binlerce insanın Avrupa sınırlarında ölümüne neden olan AB’nin bu sınır yönetimi ve göç politikalarına karşı bir süre önce başlamış olan uluslararası bir hareket var: “Sınırlara Hayır Hareketi”. Bu hareket ve onun etrafında şekillenen diğer yerel ağlar, AB’nin ortak göç ve iltica politikasının ilk büyük adımını atan 1999’daki Tampere Zirvesi’nden beri faaliyetteler. Sınırlara Hayır Hareketi herhangi bir örgütlü grup ya da sivil toplum kuruluşundan farklı olarak Avrupa’nın farklı ülkeleri ve şehirlerindeki yerel dayanışma ağlarına bağlanıyor. Aslında bu isimde tek ve ortak bir hareket bile yok. Her bir ağ yeri geldiğinde görev üstlenip harekete geçiyor ve AB’nin bu seçici-geçirgen göç politikalarına karşı sesini yükseltiyor. İşte bu hareketin yereldeki temsilcilerinin Avrupa’nın göçmen hapishanelerine dikkat çekmek için farklı zamanlarda, farklı ülkelerde organize ettiği “Sınırlara Hayır Kampları”nın sonuncusu geçtiğimiz hafta 25-31 Ağustos arasında Midilli’de gerçekleştirildi.

Kanada’dan Moritanya’ya, Almanya’dan Fas’a kadar dünyanın pek çok farklı noktasından aynı amaç için biraraya gelen eylemciler Midilli’nin Haramida bölgesinde toplandı; Libya’dan Ukrayna’ya, Türkiye’den Fransa’ya Avrupa’nın sınırlarında yaşananları konuştu. Kamp esas olarak Pagani Gözetim Merkezi’nde tutulan göçmenlerin maruz kaldığı uygulamaya dünyanın dikkatini çekmeye çalıştı ve bununla da kalmayıp 250 kadar göçmenin bu korkunç yerden salıverilmesini ve yaşı 18’den küçük olanların açık bir göçmen kampına aktarılmasını başardı. Kamp sırasında Mitilini şehrinin sokaklarında ve Pagani Gözetim Merkezi’nin önünde düzenlenen gösterilerde Yunanca ve İngilizce dillendirilen tek bir slogan vardı: “Özgürlük tutkusu tüm hapishanelerden güçlüdür!”

Cavidan Soykan / AÜ, SBF, İnsan Hakları Merkezi