Ormanların Yerine Santraller



Eğer Doğu Karadeniz Bölgesi’ni görmediyseniz, hırçın derelerini ve ırmaklarını, derin vadilerini, kanyonlarını, çağlayanlarını, dorukları Ağustos ayında bile karlı dağlarını, binlerce yıldır dimdik duran kayalarını, geçit vermeyen ormanlarını, buzul ve set göllerini, yüzlerce yıllık ladin ve kayınlarını, dev eğrelti otlarını, orman güllerini, ülkemizin başka yerlerinde görülmeyen nadide çiçek ve çalılarını, yaylalarını, binbir türlü börtü böceği ve kuşlarını, ahşaptan yapılmış evlerini, dışarıdan basit bir kondu gibi görülen ama içlerindeki süslemeleri hiçbir yerde göremeyeceğiniz camilerini, siz ülkenizi yeterince tanımıyorsunuz demektir. Dolayısıyla sevginizde eksik bir yan olmalı, zira bilinmeyen, görülmeyen şeyler hak ettiği sevgiyi bulamazlar. Norveç’te, İsveç’te, İsviçre’de vb. kuzey yarı küreye yakın ülkelerde görebileceğinizi, belki de fazlasını bu bölgemizde görebilirsiniz.

Sadece doğası değil, bu el değmemiş bölgenin doğayla bütünleşmiş insanı da bir başka güzel. Asansörde verdiğiniz selamı almamak için arkasını dönen ya da cep telefonu ile oynayan apartman komşunuzdan, sokakta yürürken selam verdiğiniz fakat karşılığında bu bana niye selam veriyor diye yüzünüze boş gözlerle bakan, sistemin iyice çarpıklaştırdığı ve yozlaştırdığı, kendisine, toplumuna, doğaya yabancılaşmış insanlardan usanmışsanız ve doğal bir insan görmek isterseniz gidin Karadeniz’in dağlarına, yaylalarına. Örneğin Macahel’e gidin, Şavşat’a gidin, Ayder’e...

Sıcak bir selamınızla evlerini, ruhlarını açarlar size, ellerindekinin en güzellerini en iyi biçimde önünüze sererler. Yaylaların burcu kokulu çiçekleri gibi kokan tereyağını, balını, yoğurdunu, karalahana sarmasını, neleri var neleri yoksa sunarlar. Gerçek tereyağının kokusunu daha öncelerden biliyorsanız oralarda yeniden hatırlarsınız, bilmiyorsanız öğrenirsiniz. Yoğurtlarını bir kez yerseniz marketten bir daha zor yoğurt alırsınız. Ora insanlarının gönülleri yaşadıkları coğrafya kadar engin ve cömert. Anlatacakları çok hikâyeleri vardır. Camili köyündeki Paker ailesinin yanından ayrılırken, Dede Paker bir kapı aralayarak içinde iki divan olan ve dağ lalesi kokan bir oda gösterdi. “Bak burası bomboş, sadece misafirler içindir” dedi ve hüzün dolu gözlerini gözlerime dikti: “Lütfen gelecek yıl, doğru buraya gelin, biz misafirsiz kaldık”. Son cümlecik kalbimi deldi geçti. Misafirsiz kaldık... Kaybettiğim babama kavuşmuşçasına sarıldım, gözpınarlarım acıdı.

Ekosistem bozulacak

Macahel bölgesinde yaşayan insanların hemen hepsi Gürcü kökenli yurttaşlarımız. Macahel bölgesi UNESCO tarafından Türkiye’de ilk biyosfer rezerv alanı ilan edilen, gezmeye doyum olmayan bir cennet köşemiz. Gelgör ki tüm Doğu Karadeniz için katliam plan ve projelerinin yapıldığını basından ve bura halkından öğreniyoruz. Batı ve güneyde talan etmedik orman, koy, deniz, güzellik bırakmayan rant sistemi, anlaşılan gözünü şimdi bu bölgeye dikmiş. Derin vadilerden akan derelerin suları dağlar, tepeler delinerek tüneller yoluyla birleştirilip hidroelektrik santralleri (HES) yapılacakmış. Fırtına Vadisi için hazırlanan katliam planları yöre halkının direnmesiyle şimdilik durmuş görünüyor.

Eğimleri yer yer 80 dereceyi bulan yükseltilerin böğründen geçecek tünellerden çıkarılacak molozların başka bir yere taşınma olasılığı yok. Bunlar şu an pırıl pırıl akan derelerin içine doldurulacak, bunu bilmek için uzman olmak gerekmez. Derelerin sularını keseceklerine göre dereye gereksinim kalmayacak, kim bilir yüzsüzlüğü ileri götürüp böylece toprak kazandıklarını bile savlayabileceklerdir. Bölgede yüzyıllarca oluşan ekosistem, arazinin yüksek eğimine uygun olarak yapılanmış. Yani ağacı, otu, çalısı vs. ile birlikte toprağı sarmış bir bitki örtüsü var. Siz bu örtünün bir yerini bozduğunuz zaman, örtünün geri kalanı eğime karşı koyamayıp süreç içinde kayacaktır. Bir sarmaşığı kesmek 500 yıllık bir kayın ağacının sonu olabilir. Sözün özü, burada kurulacak HES’ler bu cenneti birkaç on yıl içinde Karadeniz’in mavi sularına gömecek.

Bu bölgemiz gelecek için büyük bir turizm potansiyeli taşıyor. Gerek ülkemizde, gerek dünyada arkeolojik eserleri, dini yapıları, sarayları, büyük kentleri vb. yerleri gezen orta sınıf, gözünü bozulmamış doğal alanlara dikmeye başladı. Şu anda yerli tur şirketleri, bölgeye tur düzenliyor. Yerli halk ahşaptan evlerini pansiyona çevirerek turist ağırlamaya başladı ama ileride çoğu ahşaptan yapılma bu pansiyonlar, gereksinimi karşılayamayacak. Yeni yapılacak konaklama alanları talana dönüşürse, bu bölgeyi gene kaybederiz. Rantı gören büyük tekeller, buralarda lüks oteller kurmaya kalkarsa HES’lerin yapacağı tahribatı aratmazlar.

Eğer buralara HES’ler yapılırsa doğal doku tahrip olacak, birkaç on yıl içinde yüzyıllık kayınlar, ladinler yok olacak, tüm bitki örtüsü toprakla birlikte dik yamaçlardan kayarak derelere, oradan da Karadeniz’e akacak. Güzelim ormanların yerinde Anadolu’nun birçok yerinde gördüğümüz kel tepeler oluşacak. Zamanla yağmurlar da kesileceğinden HES’ler korkuluklar gibi, ibret belgesi olarak gelecek kuşakların karşısına çıkacak. Bu nedenle Karadeniz Bölgesi’nin korunmasını sadece Karadenizlilere bırakmak, bu güzelim bölgenin tahrip olmasına katkıda bulunmak anlamına gelecek. Sadece bölge insanının, aydınların, doğa severlerin vs. değil, HES yapılmasında çıkarı olmayan tüm sermaye kesimlerinin de bu mücadeleye katılması gerekir, diye düşünüyorum. Zira torunlarına bırakacakları milyar dolarların doğal ve sosyal dengesi bozulmuş bir dünyada işe yarayacağı hayli kuşkuludur.