O kadar da haklarını yemeyelim, sağolsunlar 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı'na "Doğal ve kültürel varlıklar ile çevrenin gelecek nesilleri de dikkate alan bir anlayış içinde korunması esastır" şeklinde bir ilkeyi eklemeyi uygun görmüşler. Sonra da satır satır uygulamaya geçmişler.
Bugün şu tespiti gerçekten ortaya koyabiliriz: piyasanın genişletilmesinden bir piyasa toplumu inşasına geçişte hiçbir dönemde bu denli iradeli davranılmamıştı. Artık sermaye nereden, nasıl gelirse gelsin mubahtı. Evet, tam anlamıyla bir yeniden "düzenleme" içerisindeyiz! Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında, noter tastikli yasalar günbegün yürürlüğe giriyor ve bir sistemin altyapısı iyiden iyiye temellendiriliyor.
Bu süreçte kent ve çevre konularının giderek yoğun bir gündemi işgal etmesi rastlantı değil elbet. Başbakan'ın kendi memleketinde konuşma yaparken "ne yapacağız bu çevrecileri" demesi önemli bir meşruiyet zemini aslında. "Piyasası" kurulmuş, resmi fon başvuruları yapılmış, ilkokulun çevre kolundan terk bir sivil toplumculuk neyimize yetmiyor ki. Al işte yine onlar memleket sevdalısı, yine bize hüsranlar. Aşağıda da ufaktan memleket manzaraları...
Bu dere, HES'li dere
Çevre tartışmalarının gündemi içerisinde zaman zaman ön plana çıkan, bununla beraber Türkiye'de çok sayıda insanı ilgilendiren konulardan biri hidroelektrik santrallar. Hükümetin gündeminde olan ülke genelinde irili ufaklı ıooo'e yakın HES'in yapımı konusu var. Enerjisa'dan Global'e, Koç Holding'den Ak-kök'e kadar birçok grup, hidroelektrik santralı kurmak için yatırım projelerine başladı. Limak Gru-bu'nun ortak olduğu Elda Elektrik, Çolakoğlu Holding, Ay Diner İnşaat, Aksa, Çalık, Zorlu, Çeçenler Grubu'na ait İçtaş ve Nurol İnşaat gibi firmaların başını çektiği sektörde, MNG, Yenigün, Makyol, Taş Yapı, Varlıbaşlar İnşaat, Karaca İnşaat, Ekşioğlu İnşaat da, son dönemlerde sektöre ilgi duymaya başladı.
Sürecin gelişmesi ise yasal düzenlemeler ile başlatılıyor. 2001 yılı itibariyle 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu kabul ediliyor. Yani "rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre jaaliyet gösterebilecek, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir elektrik enerjisi piyasasının oluşturulması ve bu piyasada bağımsız bir düzenleme ve denetimin sağlanması" amaçlanıyor. Özelleştirme ile serbest piyasalaştırma süreci oluşturulan elektrik sektöründe HES'ler de "rasyonel yatırım" aracı haline getiriliyor. Nitekim santrallar Özelleştirme İdaresi tarafından, "yatırımcılara davet" başlığıyla ihaleye sunuluyor.
HES'lerin büyük bir bölümü ise Karadeniz derelerini hedef almış durumda. İnsanı, hukuku, çevreyi, kültürel yaşamı, bilimi hiçe sayarak Karadeniz sahilini asfalt dolgu alanlarına çeviren bir zihniyetin benzeri yine "yap-işlet-devret" mantığı ile karşımızda. Öyle santral denilince aklınıza büyük barajlar gelmesin, bunlar Enerji Bakam'nın da belirttiği yeni KO-Bİ'ler olarak yapılanan yeni bir yatırım alanı. Ancak çevreye olan etkileri ise hiç de küçük sayılmaz. Zaten o da düşünülerek ÇED Yönetmeliği" nde yapılan değişikliklerle artık 50 megavatın altındaki HES projeleri için, güvenilirlikleri iyiden iyiye sorgulanan ÇED raporunun dahi gerekmemesi karara bağlanmış.
Öncelikle belirtelim; tüm bu yüzlerce küçük HES projesi hiçbir üst ölçekli planlama çalışmasına dayanmıyor. Yerseçimi, bölgenin taşıma kapasitesi, arz-talep dengesi büyük ölçüde muallak. Ve bu durum tabii ki, Karadeniz gibi ekololjik hassasiyeti yüksek bir bölgede, yaşayanlar tarafından tepkilerle karşılanıyor. Birkaç önemli örneğe birlikte bakalım...
Bundan yaklaşık yedi yıl önce meşhur Trabzon-Uzungöl'de (Tabiat Koruma Alanı olarak tescillen-miş bölgede) 55 bin ağaç kesilmesini, doğal su akışının değiştirilmesini öngören proje yöre halkının karşı koyması ile rafa kaldırıldı. Dünyanın en önemli 200 ekolojik bölgesinden biri olan Rize'nin Fırtına Vadisi'nde Mesut Yılmaz hükümeti sırasında gündeme gelen hidroelektrik santral, verilen yoğun mücadele ile önce püskürtüldü sonra bir şekilde yeniden hortladı. Hidroelektrik santraldan kurtulan doğa harikası, endemik bitki türleri ve deniz çalılarının yaşadığı Fırtına Vadisi sahil yoluna malzeme sağlamak için önce taşocağı oldu, sonra yeniden hidroelektrik santralı gündeme geldi. Rize'nin İkizdere Vadisi'nde yapılması planlanan n adet hidroelektrik santralına karşı çıkan yöre halkı, HES'lerin yapımını protesto etti. Yine Rize'nin Fındıklı Çağlayan Vadileri ve Çayeli Çataldere mevkiinde yapılması planlanan HES'lere karşı tepkiler yoğunlaşıyor. Artvin'deki Çoruh Vadisi projeleri ve Karadeniz'in diğer illerindeki projelerin büyük bir çoğunluğu tartışma konusu.
Her bir mikro HES'in Türkiye genelinde üretilen toplam enerjinin ancak binde 3-5'ini karşılayacağı düşünülünce orman ekosisteminden, canlı yaşamına; yaşanacak heyelan risklerinden, tarıma dayalı yöre ekonomisine olacak olumsuz etkisine kadar düşünüyor haliyle insan. Düşünmekle kalmıyor, davalar kazanıyor, üniversite raporları hazırlıyor, halkın katılımı ile mitingler düzenliyor. Ama en azından bu sefer önümüzde Karadeniz Sahil Yolu gibi bir örnek de var. Ordu halkının direnişiyle hem yolun, hem de sahillerin korunmasının mümkün olabileceğinin örneği var.
Altına hücum
Santrallara karşın lobisi daha yüksek bir alan madencilik. Bergama'nın yıllarca süren direnişinin ardından Kaz Dağları ile gündeme gelen siyanürcüler, hemen sonrasında Artvin'de yeniden ortaya çıktı. Süreç yine benzer biçimde işledi. 2004'te çıkarılan 5177 sayılı Yasa ile madenciliğin önündeki tüm engellerin kaldırılması hedeflenerek, maden arama faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) kapsamı dışında bırakılmasının kapısı aralandı. Geçtiğimiz 4 Kasım'da Belediye Başkanlığı, Baro Başkanlığı, Artvin'deki tüm siyasi partiler, tüm STK'lar, tüm oda birlikleri, tüm muhtarlar, üniversite ile birlikte "Madene Hayır Mitingi" düzenlendi.
Yaklaşık 15 yıldır sürdürülen bir mücadelenin ürünleri bunlar. Artvin halkı, Cominco Madencilik'ten İn-met Madenciliğe şekil değiştiren şirketin Artvin-Cerratepe'de önce bakır, sonra altın çıkarmasına karşı biyoçeşitlilik ve doğal kaynaklar açısından ekolojik bölgelerini savunuyorlar. Muazzam devlet teşvikleri ile yapılacak yatırımın ekonomik olarak bırakın kente, ülke ekonomisine kâr beyanı üzerinden yüzde ı'in altında katla yapacak olmasına, kentin gelecek vizyonununun doğa turizmi üzerinden şekillendiril-mesine kadar ortaya birçok argüman koyuyorlar.
Hâkim söylem mi; yine aynı, bu sefer daha sert. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler "Türkiye'nin altın merkezi olmasını istemeyen bazı çapulcu kesimler var, onlara pabuç bırakmayacağız'^ durumu ilerletiyor (n Temmuz 2006'da Kış-ladağ Madeni'nin açılış konuşması. Daha sonra Danıştay 6.Dairesi "Kışladağ Altın Madeni" için yürütmeyi durdurma kararı verdi). Ama artık birilerinin anlaması gerekiyor ki, Kaz Dağlan (mitolojideki adıyla İda) dünyanın en önemli 200 ekolojik bölgesinden biri ve ne madenciliğe, ne endüstriyel turizme, ne kentleşmeye uygun. Önün, sadece öyle var olması gerekiyor.
Kazdağı ve Bergama, Gümüşhane, Tunceli, Uşak, Eskişehir, Artvin'deki arama ve işletme faaliyetleri ve bunlara karşı mücadeleler uzun yıllar boyunca bir şekilde sürdürülüyor. Bu süreçte siyanür-cü şirketler ağ tipi örgütlenmesini sürdürüyor. Sürekli isim değiştirip, yeni küçük şirketler halinde gündeme geliyorlar. Eurogold (Normandy), Cominco, Tuprag, Anglo Tur ve iktidara olan yakınlığını belirtmekten çekinmeyen ve davetiyecilikten en önemli "altın"cı filoya dönüşen Koza Madenci-likfl). Kimi zaman medya pompası, kimi zaman mühür sökülmesi, kimi zaman ise jandarma gücü, toplantı baskınları ile yollarına devam ediyorlar.
Nükleer, termik, mobil...
Mücadeleler her yerde, her alanda sürüyor. Gündemden kısa bir özet geçersek: Manisa'nın Turgutlu ilçesinde faaliyet gösteren Çaldağı Nikel Madeni'nin ÇED olumlu raporunun iptalini isteyen çevreciler 121 kişisel ve 4 meslek örgütünün dava dilekçelerini adliyeye sundu. Samsun'da "Samsun Çevre Birlikteliği" adıyla bir araya gelen bütün demokratik sivil toplum örgütleri, Mobil Santrala karşı uzun erimli bir mücadele yürütmeyi sürdürüyor. Yürütülen toplumsal muhalefet ve mahkeme kararı ile 2003 yılında üretimi durdurulan Mobil Santrallar 2007 yılında yeniden üretime başlatıldı. Yatağan'da birinci santralın hukuki mücadelesi sürdürülürken şimdi gündeme ikinci bir santral yapımı getirildi. Hasankeyf, Allianoi, Munzur Vadisi, Zap Vadisi gibi "katli vacip" görülen alanlarımız ülke gündemine taşınabildi. Yasalaştırma süreci devam eden nükleer enerji ise başlı başına bir konu. Tüm dünyada terk edilmekte olan geri dönülmez riskler taşıyan, insan ve çevre sağlığını hiçe sayan nükleer santrallar, Sinop ilinde nükleer enerji adası ile yeniden gündeme geldi. Mitingler, basın açıklamaları ve toplanan 100.000 imza ile Sinop'un geleceği adına toplumsal bir muhalefet inşa edildi.
Yaşanabilir bir çevre için!
Her mücadelenin, her türlü gelişmenin şüphesiz kendine özgü koşulları var. Bu yazıda da tümüne değinmek mümkün olmadığından özellikle yeni "düzenleme" biçimlerine Karadeniz üzerinde yoğunlaşarak değindim. Ancak görünen o ki, "kalkınmacılık, memleket sevdası" söylemleri ile çevrenin bizzat bir kar malzemesi haline gelmesi halen daha taraftar bulabiliyor. Herkesin diline pelesenk olan sürdürülebilirlik ilkelerine karşın, yaşadığımız dönemin ekonomist zihniyeti adeta sanayi devriminin kapitalist sermaye birikim dönemlerindeki gibi -ama tabi ki, ağdalı ve hijyenik bir şekilde- çevresel yıkıcılıkla karşımıza dikiliyor. Şimdi ihtiyacımız olan insanmerkezci bir ekolojik yaklaşım temelinde hakikatli bir uygarlık eleştirisi, aleni, canlı, bilgiyle konuşan bir söylem ve doğrudan eylem.
Gürkan AKGÜN
(1) Bu konu ile ilgili olarak Express'in 77. sayısında Tora Pekin'in yazdığı güzel bir çalışma bulunuyor.