“Öncelikle Var Olan Yeşil Alanlar Korunmalıdır”



Şehir Plancıları Odası’nın "Mekan Politiktir; Millet Bahçeleri İktidar İdeolojisinin Mekansal Boyutta Yeniden Üretilmesinin Bir Aracıdır” başlıklı basın açıklaması şöyledir:

“Planlamada kentsel yeşil alan olarak tanımladığımız; aktif ve pasif gibi ön adlarla kullanım biçimini tariflemeye çalıştığımız yeşil alanlar, kentsel mekandaki diğer kullanım biçimleri gibi siyasetin nesnesidir ve iktidar mücadelesinin üretildiği alanlardır. Planlama disiplini açısından diğer kentsel kullanımlardan farklı olarak, varlığı ve oransal büyüklüğü ile çoğu zaman koşulsuz bir biçimde olumlanan bu alanlara yönelik  olarak yerel yönetimler veya merkezi iktidar tarafından oluşturulan kararlar ve yapılan müdahaleler de kuşkusuz siyasi bir içerik taşımaktadır. Kentsel yeşil alanlara yönelik söz konusu tutum nedeniyle, iktidarın kendini meşru kılma veya ideolojisini mekansal boyutta yeniden üretme çabası göz ardı edilebilmektedir. Öyle ki, iktidarın yeni bir kentsel yeşil alan projesine ilişkin kararı, kamusal alan miktarının artacak olması nedeniyle olumlanmakta, bu kamusal alanda tariflenen kullanım biçimi veya gündelik hayat pratiklerine etkisi gibi önemli bileşenler değerlendirilmeksizin, teknik-apolitik bir bakış açısıyla yapılan müdahale tamamen meşru kılınmaktadır.  

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yeşil alan tasarım ve kullanım biçimleri kent ve siyaset tarihinin derin izler bıraktığı alanların başında gelmektedir. Bu anlamda Cumhuriyetin başkenti Ankara’nın ilk planlama çalışmalarında kurgulanan Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) ve yürüyüş aksları biçiminde tasarlanmış yeşil alanlar, modernleşme öyküsünün mekândaki izdüşümleriyken; İngiltere’nin bahçe tasarımları aristokrasinin kendi sınıfsal konumlanışının mekânsal ifadesi olarak ortaya çıkmışlardır. Aynı şekilde bu alanlar sadece simgesel anlamları itibariyle değil, ürettikleri yaşam pratikleri açısından da siyasetin her ölçekte ilgi odağında olmuştur. Örneğin Osmanlı döneminde yeşil alan olarak kullanılan mesire alanları, muhafazakâr yaşamın kodları üzerinden katı bir kontrol ve dışlama üzerine kurulmuştur. Osmanlı kayıtlarında birçok mesire alanına ilişkin giriş çıkışların yasaklandığı, özellikle kadınların mesire alanlarındaki davranışlarının sınırlandığı düzenlemelere rastlamak mümkündür.

Bu sebeplerle, yeşil alanlar birçok kesimin, kurumun ve kimi meslek odalarının gözden kaçırdığı ya da bilerek üzerini örttüğü şekilde salt teknik bir konu olarak, romantik bir çerçevede ve ideolojiden bağımsız bir biçimde ele alınabilecek ve değerlendirilebilecek alanlar değildir.
Bu yaklaşıma dair en güncel örnek millet bahçeleri tartışmalarında karşımıza çıkmaktadır. Alıntılanan sebeplerle, millet bahçeleri de kentsel siyasetin odağındadır ve bu kapsam konunun teknik ve psikolojik boyutlarının yanında ideolojik çerçevesinin de ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.

Reklam Goruntulenme Bolumu

Öncelikli olarak altını çizmek gerekir ki yeşil alanlar bütün kentlerimizde iktidar tarafından ciddi oranda tahribata uğratılmakta ve yok edilmektedir. AOÇ üzerindeki Ankapark ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı gibi yapılaşmalar, 3. Köprü ve 3. Havalimanı bunun en güncel örnekleridir. Bu tür mega projelerin birçoğu yarattıkları ekonomik yıkımın yanında ekolojik açıdan da geri döndürülmesi imkansız boyutlarda büyük tahribatlar yaratmış projelerdir. Kamu mülkiyetindeki kentsel arazileri rekreatif ve sosyo-kültürel ihtiyaçlara yönelik olarak yeniden işlevlendirmek yerine yüksek yapılaşma hakları ile satışa çıkaran yönetim anlayışının, millet bahçeleri ile yeşil alan miktarını arttıracağını savunmak, doğal alanların hızla tahrip edildiği bu dönemde bilimsel ve nesnel hiçbir temele dayanmamaktadır.

Bununla birlikte, kentlerde yeşil alan miktarını artırmak olumlu bir hamle olarak görülmektedir fakat bu alanların üzerine kurgulandığı sahaların tarihsel ve ekonomik ilişkileri ile ele alınması bilimsel bir zorunluluktur. Bugün, millet bahçesine dönüştürülmesi düşünülen alanların birçoğunun mevcut kullanım biçiminin yeşil alan, stat, havalimanı veya kültür merkezi şeklinde olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle, millet bahçesine dönüştürülmesi düşünülen alanların büyük oranda halihazırda rekreasyonel, sportif ve kültürel anlamda kentlerin gündelik hayatlarında önemli yer tutan, benzer işlevlere sahip alanlar olduğu görülmektedir.

Yani söz konusu alanlarda ilan edilen millet bahçeleri ile yeşil alan miktarının artacağı yönündeki açıklamaların da bir dayanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle, iktidar tarafından kentlerin yerleşik ve tarihsel derinliği olan, rekreasyonel ve sosyo-kültürel yaşamının sürdürüldüğü kamusal alanları, iktidarın kendi ideolojik yönelimi çerçevesinde, millet bahçeleri adı ile yeniden üretme sürecinin bir aracı olarak kullandığını söylemek mümkündür. Dolayısıyla, millet bahçelerinin bugünkü kurgularıyla, kentlerimizin sosyo-kültürel yaşamında ileriye değil geriye gidişin sembol mekanları haline geleceği kuvvetle muhtemeldir.

Ayrıca, millet bahçeleri her ne kadar kamusal kullanıma referans veren yeşil alanlar biçiminde kamuoyuna sunuluyor olsalar da, konumları itibariyle etrafındaki kapalı sitelere hizmet veren bu alanların aynı zamanda inşa ve işletme sürecinde kentsel rantın üretilmesinin ve sermayeye aktarılmasının bir aracı haline geldikleri görülmektedir. Yeni konut projesi inşa eden birçok firma millet bahçesi olarak düşünülen alanlarda yer tutmakta, reklamlarında millet bahçelerine değinmekte ve projenin millet bahçelerine mekansal yakınlığı bir pazarlama unsuru olarak kullanılmaktadır.

Reklam Goruntulenme Bolumu

Millet bahçeleri, tüm bunlara ek olarak, iktidar tarafından (içinde "millet" ifadesi bulunan birçok mekânsal öğe ve kullanımda olduğu gibi) kendi ideolojik anlayışlarının hayata geçirilmesine olanak sunan mekân düzenlemeleri olarak görülmektedir. Bu alanlar, içerisinde millet kıraathanesinin bulunduğu, camiinin ihtiyaçtan bağımsız ideolojik ve hâkim mekânsal öğe olarak yer aldığı mekânsal kurgularıyla muhafazakâr yaşam biçiminin üretildiği; toplumun her kesiminin taleplerini karşılayan bir yaklaşımdan yoksun alanlardır.

Oysa yeşil alanlar kentlerin en önemli yaşamsal parçalarıdırlar ve hem kentsel ekolojinin hem de insanların kentsel yaşam kalitelerinin korunması ve arttırılması için vazgeçilmez bileşenlerdir. Dolayısıyla öncelikli olarak yapılması gereken mevcut işlevlerin yeni yeşil alanlar olarak kurgulanmasından öte var olan yeşil alanların korunmasıdır. Bu doğrultuda millet bahçeleri söylemi/örtüsü adı altında yıkılması ve yok edilmesi gündeme gelen ve kentlerin kimliklerinde, sosyal yaşamlarında yer tutan, büyük yeşil alanların, statların, kültür merkezlerinin özenle korunması gerekmektedir.

Bunun yanında, kullanım süresi dolmuş olan alanların ise, bütüncül bir yaklaşım ile ilgili meslek disiplininden uzmanların katılımıyla, tüm süreçlerinin planlanması ve bu doğrultuda bilimsel ve katılımcı bir yöntemle yurttaşların kendini yeniden üretme ihtiyacını sağlıklı ve güvenli bir çevrede giderebildiği kentsel, kamusal rekreasyon alanları kurgulanmalıdır. İnsan ve doğa ilişkisinin üretildiği mekanlar olarak kentsel yeşil alanlar, kullanıcıları geçmişe öykünerek biçimlendirmekten öte özgürlüğün, çeşitliliğin ve kendiliğindenliğin yaşanmasına olanak sağlayan alanlar olarak tasarlanmalıdır. Yeni kurgulanan kentsel yeşil alanların gerçek anlamda halkın rekreasyon ihtiyacına cevap verebilmesi; özgürlükçü kamusallığın üretildiği ve deneyimlendiği alanlar olarak gündelik yaşamımızda yer tutması ancak bu şekilde mümkün olacaktır.

Kentsel-kamusal alanlara ve mekana dair kararların siyaset ile olan doğrudan ilişkisi ile birlikte siyasi iktidarın mekanın yeniden üretilmesi süreçlerinde izlediği yöntem ve kullandığı araçlar birlikte düşünüldüğünde, millet bahçelerinin yeşil alan miktarının arttırılması üzerinden salt teknik bir değerlendirme ile olumlanmasının hatalı bir yaklaşım olduğu açıktır. Yurttaşların, herhangi bir erişim kısıtı olmaksızın ulaşabildiği ve kendini yeniden üretebildiği kamusal alanların inşa edilmesi ve korunması için mücadeleye devam edeceğimizi kamuoyuna saygı ile duyururuz.”