Bir an gözümün önüne şöyle bir sahne geldi: Mimar Kemal İlkokulu’nun
Yüksel Caddesi’ne çıkan bahçe kapısı önünde yere uzanmışım. Hemen yanımda
Orhan Pamuk’la Hasan Cemal yatıyor. Mehmet Barlas ile Altan Öymen uzun
boylarıyla kapıya barikat kurmuşlar. Eski Devlet Bakanı Güldal Akşit onlara
omuz veriyor. Bir başka eski bakan, Ali Coşkun, direnişçi öğrencileri çitler
boyunca yerleştiriyor. Murat Karayalçın partililerle gelmiş, slogan
attırıyor. Seçil Heper elinde okul bayrağı bir direniş şarkısı
söylüyor. Çetin Altan girişteki merdivenlerin son basamağı üzerinde nutuk
söylüyor. Bu görkemli direniş tablosunun adı: “Okulumuzu vermeyiz!”
Bir Rönesans binası
Tahmin ettiğiniz gibi; yukarıda adı geçenler, aynı okulun, Ankara Mimar Kemal
İlkokulu’nun talebeleri... 1927 doğumlu bu örnek bina, Ziya Gökalp’e göre
“Türk milli mimari rönesansı”nın kurucularından Mimar Kemalettin Bey’in
eseridir. Yüksel Caddesi ile Bayındır Sokağı’nın kesiştiği köşede, geniş bir
bahçe içindedir. “Kemalettin ekolü”nün diğer binaları gibi anıtsal girişin
iki yanındaki simetrik mimarisi, kemerli yüksek pencereleri ile göz
alıcıdır. Okulun hemen yanına, sanırım 1940’ların ortalarında benzer bir bina
daha yapılmış ve iki bina 15 yıl önce “Mimar Kemal İlköğretim Okulu” adıyla
birleştirilmiştir.
Devrimin mutfağı
Yedi yıl önce bir bahar günü okulun farklı yaştan mezunları, Mimar Kemalliler
Derneği Başkanı Süleyman Yüzübenli’nin girişimiyle ilkokulumuzda toplanmış,
nostalji yapmıştık. Bülent Ecevit henüz hayattaydı. O da okulun mezunları
arasındaydı. Hasta olduğu ve yoldan geldiği halde üşenmemiş, Altan ağabey ve
benimle birlikte panele katılmış, okul yıllarını anlatmıştı. Ecevit’e göre
Mimar Kemal İlkokulu, “Devrimin mutfağı” idi. Devrim yıllarının
bürokratlarının, edebiyatçılarının, sanatçılarının çocukları orada, Cumhuriyetin
eğitim ateşinde pişmişti. Ortaya çıkan kadro, bunu kanıtlamıyor muydu?
Rantçıların iştahı
Şimdi mutfaktaki ateşin harı sönmeye yüz tuttu ya... O anıtsal binaların
etrafında da rant avcıları dolanmaya başladı. Şehrin tam ortasında, ağaçlar
arasındaki onca geniş bir park alanı ve “yaşlı bina”, elbette iştahları
kabarttı. Zaten geceleri ve hafta sonları otopark olarak kullanılan okul
bahçesi, “Buraya ne güzel iş merkezi kurulur”cuların, karşısına geçip hasetle
bıyık burduğu bir mekan haline geldi. Tam bu aşamada da okulun müdürüne
Ankara Valiliği’nden bir yazı geldi. Milli Eğitim Müdürlüğü diyordu
ki: “Okulunuza devam eden öğrencilerin ikametgah belgelerini
yollayınız...” “Haa bir de okul binasının tarihi eser kapsamında olduğuna
dair Kültür Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararını ekleyiniz.”
“Eyvah, yıkacaklar!”
Vilayetin niyetini bilmem, ama Türkiye’de bu tür sorular, akla hiç iyi
ihtimaller getirmez. “Tarihi eser”e karar fotokopisi soruyorlarsa aklınıza
ilk gelen, “Aman ne iyi, korumaya alacaklar” değil, “Eyvah, yıkacaklar”
olur. Ankaralılar bilir; şehir merkezinde kalan o bölge, işyerleriyle
kuşatıldı. Aileler çevreye dağıldı. Dolayısıyla öğrenciler, çoğunlukla çevre
semtlerden geliyor. Sabah Ankara’nın haberine göre ikametgah belgeleri bunu
kanıtlayacak. Vilayet de muhtemelen “Bu okulların öğrencilerini başka bir okulda
toplayalım, burayı da başka bir kuruma tahsis edelim” diyecek. Mimar
Kemalettin Bey’in yüz binlerce çocuk yetiştirmiş nadide okul binası da elden
geçirilip kimbilir hangi devlet dairesine verilecek; ve muhakkak ki, bahçesine
“ek tesis”ler dikilecek.
Direniş kadrosu
Niyet bu değilse ne ala... Ama niyet bu ise Vilayet bilsin ki, biz, Çetin
Altan’la, Hasan Cemal’le, Altan Öymen’le, Orhan Pamuk’la, Mehmet Barlas’la,
Murat Karayalçın’la, Seçil Heper’le, Ali Coşkun’la, Güldal Akşit’le, Vecihi
Timuroğlu’yla, Ahmet Oktay’la, Şevket Pamuk’la ve daha niceleriyle geliriz;
“gitmesek de, görmesek de”, bunca yıldır anılarımızı özenle saklayan o güzelim
bahçede dozerlerin önüne yatar, “okulumuzu vermeyiz!”