Bilecik’in ilçeleri içinde, geleneksel mimariye sahip dokusu ile öne çıkan Osmaneli, geleneksel mimarisi ile yerli ve yabancı turistlerin ilgisine mazhar olan Safranbolu ya da Beypazarı olmanın hayalini kuruyor.
Osmanlı sivil mimarisinin özelliklerini taşıyan pek çok yapıya hip olan Osmaneli’yi, kendisine benzer pek çok yerleşim yeri gibi bu hayale sevk eden yegane sebep, trendi yükselen kültürel turizmden elde edilecek ekonomik getiri... Bu hayalini bir an önce gerçekleştirmek isteyen Osmaneli’ye önemli bir destek ise Mimar Sinan Üniversitesi (MSÜ) Meslek Yüksekokulu’nun Mimari Restorasyon Programı hoca ve öğrencilerinden geldi. Düşük maliyetler karşılığı Osmaneli’ye verdikleri uzman desteğini ve Osmaneli’nin geleceğini bölümün hocalarından Prof. Dr. Suphi Saatçi ve Prof. Dr. Bülent Uluengin ile görüştük.
Bugün İstanbul-Ankara demiryolu hattında, Osmanlı döneminde Hicaz Demiryolu hattında ve İpek Yolu üzerinde bulunan Osmaneli, tarihi boyunca bölgede önemli bir yerleşim birimi olma özelliğini korumuş bir ilçe. İlçenin hayaline ulaşmasına omuz veren bölümün hoca ve öğrencileri, bu öğretim yılının güz dönemini Osmaneli koruma ve restorasyonu projesine ayırıp ilçede kalarak sahada çalışmalar yürütmüş. Prof. Suphi Saatçi, projenin öğrencilere staj yapıp doğal malzemeyi yakından görme ve inceleme, geleneksel mimari ve eski eserlerle de tanışma fırsatı sağladığını, ilçe yerel yönetimine ise çok düşük bir maliyetle bir proje sahibi olma imkanı sunduğunu söylüyor.
Saatçi, İstanbul dışındaki tarihî dokusunu koruyan mimarinin pek bilinmediğini, sadece bazı yerlerin öne çıktığını belirtip ekliyor: “Mesela Safranbolu o kadar öne çıktı ki sadece turistik amaçla kullanılan mekanlar haline geldi. Şimdi oradaki halk, evlerini gösterirken para istiyor. Turizm ve kazanma ön planda tutulunca insanların yaşama biçimleri, tavırları yozlaştı.”
Prof. Saatçi’nin dile getirdiği durum, Safranbolu ve Beypazarı örneklerinde olduğu gibi, özelde Osmaneli’nin, genelde tarihî kimliği ile turizme açılma ve ‘yırtma’ hayalini kuran bütün yerleşim merkezlerini bekleyen bir tehlike. Bu kısa vadede ekonomik getirisinden dolayı, tarihsel dokunun korunması noktasında iyi bir çözümmüş gibi görünse de uzun vadede ticari olan esas alındığı ve geride kalan her şey ona hizmet edeceği için, kültürel ve manevi değeri yüksek bu dokunun turizme feda edilmesi ile sonuçlanıyor.
Daha çok müşterinin ağırlanması için koruma altına alınmış yapılar, bir süre sonra PVC kaplamalı, ‘geleneksel görünümlü’ betonarme binalara dönüşüyor. Prof. Saatçi, bu tespitimize katıldığını, sadece turizmi hedefleyen anlayışın geleneksel dokunun gelecek kuşaklara aktarılması konusunda bir aldatmacaya yol açtığını ifade ediyor ve şöyle diyor: “Geleneksel dokunun geleneksel yaşantı ile korunması doğrudur. Bizim geleneksel yaşantıyı koruma gibi bir projemiz olamaz, mesleğimiz gereği. Sosyologlar, kültür adamları geleneksel mahalle yaşantısı ile ilgili destek verirse daha doğru projeler çıkar ortaya.
Osmaneli’nin, bir Safranbolu ya da Beypazarı olmasına pek çok açıdan gerek yok aslında. İlçenin her tür sebze ve meyve üretimine imkan veren bereketli toprakları var çünkü. Saatçi, nüfusu 30 bine varmayan ilçenin geçen yılki tarım girdisinin 300 trilyon TL olduğunu belirtiyor. Peki Osmaneli’ndeki dokunun yanlış bir uygulama ile turizme feda edilmemesi için projenin temel dinamikleri neler olmalı? Prof. Dr. Bülent Uluengin, turizm gibi tek amaca kilitlenmiş ilçe ve yerel yönetim için bunun mümkün olmadığını belirtiyor ve şunları söylüyor: “İpek böcekçiliği eski dönemlerde burada oldukça gelişmiş olduğu için ilçenin bu özelliği, evlerin çatı aralarının ipekböceği üretimi için tek bir mekân olarak düzenlenmesini getirmiş. Bu otantik üretim tekrar canlandırılabilir. Yarı harap durumdaki kilise, dinî turizm bakımından da bir imkan sunuyor.”
Saatçi ve Uluengin’e göre evde hayatın devam etmesi ve mimarinin orijinal fonksiyonunu sürdürmesi en iyi koruma yöntemi olarak duruyor. Saatçi ve Uluengin, Osmaneli’ndeki evlerin, geleneksel olanı bozmadan, özellikle ıslak hacimli mekanların dönüştürülmesi ile bugünün yaşam biçiminin konforunu da sağlayacak şekilde restorasyonunu öneriyorlar. Saatçi ve öğrencilerinin projesi, bir han, üç konak olmak üzere dört önemli orijinal yapının bütünüyle restorasyonunu ve iki sokağın rölövesini kapsıyor.
İlçe halkı ve yerel yönetimi, benzer pek çok ilçe yönetimi ve halkı gibi, bir an önce turizme açılmayı ve tatlı getiri ile de ‘yırtma’yı bekliyor. Uzmanların söylediklerine ve geçmiş örnekle bakıldığında ise yapılar kadar zihinlere de restorasyon gerektiği ortaya çıkıyor. Yani restorasyon bilincinin geliştirilmesi, bu eserlerin sadece ticari getirisinin değil, sahip oldukları eserlerin kültürel bir değer olduğu ve bu değerin manevi bir zenginlik taşıdığı bilincinin yaygınlaştırılmasıyla maksadına ulaşıyor.